Lviv Belediye Binası- Gece |
Bir o
sokağa giriyoruz, bir bu sokağa giriyoruz. Hayran hayran dolaşırken
kendimizi yine Rynok Meydanı’nda buluyoruz.
Rynok Meydanı dört köşe; ortada kocaman Belediye Binası var. Turistleri gezdiren sevimli özel tramvay da buradan kalkıyor. Heykeller, fıskiyeler, dinlenmek için banklar, önleri kalabalık kafeler… Kafelerde biralar, likörler, pastalar... Ahlaki (ne demekse!) ya da dini kısıt yok! İnsanı gülümseten her şey var; ama polis yok, ama bekçi yok, ve asker yok. Demek ki bunlara ihtiyaç da yok!
“Kaba” denilen kahve dükkanları her yerde. İnsanlar su yerine kahve içiyor bence. Güzel olan şey, kahve bu kadar günlük hayatın içindeyken, dünyaya hükmeden zincir markaların “henüz” bu şehre gelmemiş olması! Yereli koruyorlar, kendi kahvelerini içiyorlar ve kendi kahve kültürleri var. Şu anda bu yazıyı yazarken bile burnuma geliyor baştan çıkaran güzel koku... Ve elbette hafif buruk tadıyla, vişne likörünün aromalı kokusu!.
Gecenin ilerleyen saatlerinde şişe biralarımızı alıp dışarıda fıskiyeli heykelin önünde eğlenen öğrencilere karışıyoruz. Bir tanesi kemanını çıkarıp çalmaya başlıyor. Sanat okuyormuş. Nefis bir müzik ziyafeti! İçiyoruz, sohbet ediyoruz. Biraz ötemizde “kızlı erkekli” başka bir grup da gitar çalarak şarkı söylüyor. Herkes çakır keyif. Ama kimse sigarasını yere atmıyor, kimse taşkınlık yapmıyor. Zaten doğru dürüst sigara içen de yok. Herkes bira şişesini topluyor giderken, kimse yere bir şey atmıyor.
Bütün bunlar aklıma geliyor ama iç sesimi susturuyorum. Çünkü turist olmak relaks olmayı gerektiriyor.
Rynok Meydanı dört köşe; ortada kocaman Belediye Binası var. Turistleri gezdiren sevimli özel tramvay da buradan kalkıyor. Heykeller, fıskiyeler, dinlenmek için banklar, önleri kalabalık kafeler… Kafelerde biralar, likörler, pastalar... Ahlaki (ne demekse!) ya da dini kısıt yok! İnsanı gülümseten her şey var; ama polis yok, ama bekçi yok, ve asker yok. Demek ki bunlara ihtiyaç da yok!
Zaten albenili olan meydan, daha da cıvıl cıvıl olacağı bahar ve yaz mevsimine
hazırlanıyor. Belediye binasının önüne tahta platformlar ve küçük
büfeler yerleştiriliyor. Kafelerin önlerine tahtadan çitler çekiyorlar. Hafiften kıskanıyor muyum yoksa!
“Kaba” denilen kahve dükkanları her yerde. İnsanlar su yerine kahve içiyor bence. Güzel olan şey, kahve bu kadar günlük hayatın içindeyken, dünyaya hükmeden zincir markaların “henüz” bu şehre gelmemiş olması! Yereli koruyorlar, kendi kahvelerini içiyorlar ve kendi kahve kültürleri var. Şu anda bu yazıyı yazarken bile burnuma geliyor baştan çıkaran güzel koku... Ve elbette hafif buruk tadıyla, vişne likörünün aromalı kokusu!.
( Beni benden alan vişne likörü için özel bir paragraf ayırmam lazım; çünkü bence Lviv ruhu vişne likörüyle tamamlanıyor. Dolayısıyla bu şahane lezzet, benden özel saygı paragrafını hak ediyor! )
Canım vişne likörü |
Vişne likörüne saygı paragrafı
"Sarhoş Vişne" Dükkanı |
Rynok
Meydanı’nın köşelerinden birinde yer alıyor Drunk Cherry.
Küçücük bir dükkan burası. Dışında iki üç tane masa var,
sandalye yok. İçerinin kırmızılığı, avize yerine tavandan
sarkan onlarca vişne likörü şişesiyle tam bir uyum içinde.
Drunk Cherry |
Lviv’de kaldığım her güne coşku ve mutluluk veriyor bu içki. Kristal
bardaktaki nefis likörün en dibinde mutlaka üç tane çekirdeksiz vişne oluyor. Ne bir eksik, ne bir fazla! Haydi
fiyat da vereyim; bir kadehi 40 Grivna, yani sadece 8 TL. Yok böyle
bir lezzet! Yıllar sonra yine Lviv’i hatırlasam, kesin damağımda
hissederim bu tadı, bu aromayı!
Sürekli
dolu burası. Gecenin on ikisine kadar hep kapıda kuyruk var. İster
karton bardakta alıp, gezerken içiyorsun. İstersen de kapının önündeki
kokteyl masalarının çevresinde ayakta duruyor ve gelene geçene bakarak
kristal bardağından yudumluyorsun. Hızlı içersen içini tatlı bir sıcaklık
kaplıyor, yavaş içersen de bir tane daha içesin geliyor!
Cherry cherry lady... |
Likörlerimizi
içerken bilin bakalım kimler geliyor? Evet, İbrahim’le karısı
tabii ki. İbrahim’in bizimle vakit geçirmek istediği çok belli,
bu durum kötü değil elbette! Ama biz zaten Türkiye’deki ağır
seçim gündeminden, onlarca sorundan kaçmak ve kafa dinlemek için
gelmemiş miydik buraya! Dolayısıyla onlarla birer kadeh vişne
likörü içtikten sonra nazik bir şekilde uzaklaşıyoruz ortamdan. İstikamet elbette ki Bira Fabrikası!
Bira Fabrikası'nda Rock Müzik!
Bira Fabrikası |
Yine
Rynok Meydanı’nın köşelerinden birinde yer alıyor Pravda Beer
Theatre. Ben gezmedim ama alt katında bira üretimi
izlenebiliyormuş. Giriş katı adeta bir market gibi. Sol taraftaki
raflarda yüzlerce farklı şişe bira var.
Sağ tarafta masalar var,
masaların arasında dans edilebiliyor. Yaşlı adamla genç kadın vals yapıyor mesela rock müzikte. Kimileri yanında çocuklarıyla gelmiş. Herkes kendince eğleniyor, kalabalıkta ama özgür hissediyor insan kendini.
Politik biralar :) |
Asma katta nefis bir
orkestra var. Şunu söylemeden geçmeyeyim; bu şehre rock müzik
çok yakışıyor! Ve her yerde de rock var! Bira Fabrikası'ndaki canlı rock müzik ise gerçekten de
kulakların pasını silen cinsten. Fonda Pink Floyd'dan nefis bir çalarken nefis
yerel biralarımızı yudumluyoruz. 50 cc bira yanılmıyorsam 60
Grivna; yani 12 TL. Her şey çok güzel, tam da olması gerektiği gibi!
Çikolata
Fabrikası, Bira Fabrikası, Kahve Fabrikası... Bu mekanların
hepsinin özgün bir tasarımı var. Hepsinde hem imalat var, hem de
bu imalatı turistlerin izlemesine izin veriyorlar. Hem oturup bu
nefis yiyecek ve içecekleri tadabiliyorsun, hem de bu nefis şeyleri
satın alabiliyorsun. Hepsinde müzik olduğunu söylememe gerek yok
sanırım. Çok güzel, gerçekten de çok güzel.
Lviv'de Sokak |
Gecenin ilerleyen saatlerinde şişe biralarımızı alıp dışarıda fıskiyeli heykelin önünde eğlenen öğrencilere karışıyoruz. Bir tanesi kemanını çıkarıp çalmaya başlıyor. Sanat okuyormuş. Nefis bir müzik ziyafeti! İçiyoruz, sohbet ediyoruz. Biraz ötemizde “kızlı erkekli” başka bir grup da gitar çalarak şarkı söylüyor. Herkes çakır keyif. Ama kimse sigarasını yere atmıyor, kimse taşkınlık yapmıyor. Zaten doğru dürüst sigara içen de yok. Herkes bira şişesini topluyor giderken, kimse yere bir şey atmıyor.
Gecenin sanatçıı |
İçim
sızlıyor. Bizim kültürlerimiz gerçekten çok farklı!
Eğlenemiyoruz biz, hep ağır gündemlerimiz var! Sokak adlarımız şairlerin yazarların değil, şehitlerin adlarıyla dolu! Yaralı bir coğrafyadayız, hep kan akıyor bir yerlerimizden!
Bir de yanlış anlamayın ama pisiz, saygısısız. Yani evi süpürüp tozları sokağa atan bir cinsiz maalesef. Gürültücüyüz. Kamusal alana saygı duymayı bilmiyoruz. Çok sevdiğim Kadıköy'de bile durum böyle! Barların konuşlandığı Kadife Sokak mesela. Gürültüden
yürüyemezsin, mekanların yüksek müziği sokakta terör yaratır, yerler izmaritten geçilmez. Etrafı rahatsız etmek mi, "Öyle bir şey mi var?" modunda çoğumuz.
İyiyiz güzeliz ama kimse kusura bakmasın; medeni dünyadan fersah fersah uzaktayız.
Bütün bunlar aklıma geliyor ama iç sesimi susturuyorum. Çünkü turist olmak relaks olmayı gerektiriyor.
Harika bir gece yaşanıyor burada, tadını
çıkarmak lazım.
Zaten
çakır keyif olmuşum; dünyaya pembe pembe bakıyorum; ne şimdi bu düşünce bulutları, sırası mı... Nihayetinde kürkçü dükkanı değil mi gideceğimiz yer!
Konuşlandığımız heykel |
Gece tam dozunda keyifle sonlanıyor,
Ve macera
devam ediyor,
To
be continued...
Ne kadar mutlu etmiş bu gezi sizi ki almış olduğunuz zevk satırlarınızdan okunuyor. Sizin adınıza ben de mutlu oldum. Ve o kadar keyifle okuyorum ki anlatamam. İnşallah bir fırsatını bulup gidersek sizin tecrubelerinizden faydalanırız. Bu arada çok güzel yazıyorsunuz, öyle ki adeta okura da yaşatıyorsunuz aynı duyguları. Ibrahim Bey eşiyle gezi boyunca peşinizi bırakmayacak anlaşılan:)) Vişne likörü, rock müzik, Pink Floyd ahh, ahhh. Kaleminize sağlık. Siz sık sık gezin, biz de hep okuyalım.
YanıtlaSilEvet, gerçekten de harika anılar kaldı bu geziden geriye. Yazdıklarımı keyifle okuduğunuzu söylemeniz ise paha biçilemez gerçekten de, çok teşekkür ederim. Sanırım 15 bölm falan olacak bu yazılar, umarım son bölüme kadar keyifle ve bıkmadan okuyabilirsiniz :)
Silİbrahimlerle ertesi gün kahve fabrikasıda karşılaştık, ayak üstü konuştuk. Akşa için araşırız dedik ama denk gelemedik. Giderken "Çok teşekkürler, tanışmak güzeldi" gibi bir mesaj yazmışlar, kimbilir belki bir gün Adana Portakal Çiçeği Festivali'nde denk geliriz :)
Keşke sık sık gezebilsem; kısmet artık :)
Tekrar teşekkürler, sevgiler
Ne yazık ki gerçek olan bu, biz eğlenemiyoruz. Çünkü gülmüyoruz, biraz gülsek başımıza bir şey gelir diye gülmeyi kesiyoruz. Vişne likörünü gidince kesinlikle deneyeceğim. Anladığım kadarıyla fiyatlar da epey uygun.
YanıtlaSil"Çok gülme sonra ağlarsın" nasıl bir deyimdir. Kendi kendimize hayatı nasıl da zehir ediyoruz. Böyle olmamak lazım, hayatı dolu dolu yaşamak lazım. Vişne likörünü tatmak lazım:)
SilDolar bu şekilde alıp başını gitmeye devam ederse, bize dünyada hiç bir yer uygun olmaz maalesef:( Şimdilik fiyatlar uygun diyelim.
Durun hepsini bir gecede bitirmeyinnn! Diyesim geldi.
YanıtlaSil:)
Hahaha, bitmedi :)
Sil