25 Nisan 2019 Perşembe

Lviv Gezi Hikayem -6 / Şehirde İlk Akşam Yemeği

Saat neredeyse akşam 10’a geliyor. Açız. Kharkov’daki şubesini çok beğendiğimiz Churrasco Grill and Beer’a gidiyoruz. Zaten Lviv’e gidip de bu restoranda güzel bir akşam yemeği yememek olmaz. Yani anlayacağınız bu seçim bir turist ritüeli. Kapalı kavanozda, yanında iki tane kuru balıkla servis edilen yerel bira da bu ritüelin baş tacı.
Churrasco- Lviv'deki Arjantin tarzı et restoranı

Bizde yemek öncesinde gelen sıcak pufidik pide ve tereyağı yerine, adamların da bira yanında servis ettikleri kuru balıkları var. Yemezsek yemeyelim ama yerele saygı duyalım düşüncesindeyiz. Bu kuru balıkları daha sonra marketlerde de gördüğümü belirteyim.  Ama ben tipini beğenmiyorum ve tadına da bakmıyorum bu atıştırmalığın, üzgünüm.


Saat hayli geç olmasına rağmen restoran boş değil. Küçük bir masaya oturuyoruz. Siparişimizi veriyoruz. Şirin garson, iyi pişmiş et için 42 dakika bekleyeceğimizi söylüyor. Ne kadar aç olsam da bence sakıncası yok; standartların insanıyım ne de olsa!
İbrahim'in yediği tavuk.

Yan masada bir çift var, Türkçe konuşuyorlar. Belli etmemeye çabalasak da Türk olduğumuzu anlayınca başlıyorlar soru yağmuruna. Onlar masadan masaya soru sordukça ben utanıyorum; çevreye karşı saygısızlık bu! Cevap vermesen de olmaz! Yapacak bir şey yok;  “Bu akşamın hikayesi de böyle olsun!” diyerek, yan masaya geçiyoruz mecburen. Tipimiz rehbere falan mı benziyor acaba… Ama turist olmak relaks olmayı gerektirdiği için çok da rahatsız değiliz bu durumdan.

Neyse başlıyorlar konuşmaya. Adana’dan gelmişler. Adam inşaatçı. Aileden zengin aslında. Son dönemin yükselen değeri inşaatın cazibesine kapılarak limon bahçelerini satmış  ve bu işe girmiş. Sektör sallanmaya başlayınca da ne yapacağını şaşırmış. Ödemeler aksamış, yaptığı evleri düşündüğü fiyatın yarısına bile satamaz olmuş, projeler yarım kalmış falan filan…

“İnsan doğru dürüst gülemiyor bizim memlekette” diyor. 

Mesela arabasında giderken telefonu çaldığında müzik dinliyorsa eğer, önce müziği kapatıp sonra telefonu açıyormuş. Çünkü karşı tarafın “Ooo, bakıyorum da her şey yolunda; neşen iyi, gülüp oynuyorsun, şarkı dinliyorsun!” demesinden korkuyormuş! Her iki taraf için de ne kadar acıklı bir durum! O anda aklıma Edip Cansever’in en sevdiğim dizelerinden biri geliyor:

“Gülemiyorsan ya, gülmek bir halk gülüyorsa gülmektir!”

Tabii ki aklıma gelen dizeyi içime saklıyorum; zira yemek arkadaşlarımızın şiirden anlayacaklarına hiç ihtimal vermiyorum.

Adamın adı İbrahim. İyi birine benziyor. Sınavı kazandığı halde şimdi hatırlamadığım baba mesleğini devam ettirmek için üniversiteye gitmemiş. Son yıllarda zenginliğine zenginlik katmak hayaliyle inşaata yatırım yapan girişimcilerden. Kendi burada ama aklı kim bilir nerede? Sürekli konuşma ihtiyacı hissetmesinden belli! Lviv’e de kimseye söylemeden iki günlüğüne kaçıp gelmişler; güya kafa dinlemeye. Ama bence o kafa pek de boşalacak gibi değil. Belli ki adam çok takılmış işlere güçlere, ne yapsa ne etse de konsantre olamıyor tatile.

Adını anımsamadığım karısının ise dünya umurunda değil gibi. Takmış takıştırmış, sürmüş sürüştürmüş. İçtiği bir bardak bira ile de çakır keyif olmuş zaten. Kocasından fırsat bulursa hemen araya girip anlatıyor:

 “Biz Venedikteyken…”  diye konuşmaya devam ettiğinde ben ise hayal kurmaya başlıyorum. Sevmem böyle kadınları. Kardeşi Odessa’da okuyormuş, oraya gitmişler ama hiç beğenmemişler. Güya bir akşam kardeşi bunları gece kulübüne götürmüş. Kadın işletmeciler bunları içeriye almamış. “Bence bizi kıskandılar” diyor. Ardından da ekliyor: “Halbuki onların yanında ben neyim ki!” İbrahim hemen giriyor araya:

“Öyle deme hayatım, sen çok güzelsin…”

Kadın, duymak istediği cümlenin İbrahim’in ağzından dökülmesiyle bir özgüven tazelenmesi yaşıyor ve kapının dışına sigara içmeye çıkıyor.

İbrahim daha doğal. Tam Anadolu tipi; rahat, mülayim. Karısı dışarıya çıktıktan sonra lafın arasında bütün doğallıyla şöyle diyor:

“Fakat genci yaşlısı buranın kadınları kendilerine ne kadar  da iyi bakıyor!”

Lviv gezim boyunca İbrahim’in tüm saflığıyla ağzından çıkan bu cümle aklıma geliyor ve hep gülümsüyorum.

Sahi, bu kadınlar kendilerine ne kadar da iyi bakıyor… 

Macera devam ediyor,

To be continued…

8 yorum :

  1. İki sene önce Aralık'ta Giethoorn'dayız, etraf sisli, bizim dışımızda dışarıda dört beş kişiye rastladık ve iki Türkçe konuşuyordu. Kendimi japon turistler gibi hissettim, her yerdeyiz. Paris'te Eyfel 'in altında yüzlerce insan var, birisinin sesini duyuyoruz, arkadaşlarını gezdiren Türk. İlgi çekmeye mi meraklıyız, hep mi kompleksliyiz neyiz bilemiyorum.

    Neyse hikâye çıkmış en azından :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bence bizde "birbirimize sığınma" durumu var. İsanlarımız çok sıcakkanlı :)

      Evet hikayeyi okuyunca "fena değilmiş" diyorum ben de:)

      Sil
  2. İşlerimin yoğunluğundan dolayı gecikmeli okuyor, hikayenizi büyük bir zevkle takip ediyorum. Hiç beklemediğiniz anda birileri gelip öykünüzün kahramanı olabiliyor. Anlatımınız harika. Tebrikler...:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Aslında anlatılacak çok detay var da, hepsini anlatmaya kalksam bu sefer de romn olacak bu yazı dizisi, herkes bıkıp kaçacak:)

      Ama benğenmeniz beni çok onore etti, teşekkür ederim. Bugün yedinci bölüm gelir muhtemelen :)

      Sil
  3. Ne güzel detaylar, anlatım tarzınızla Lviv'i yaşıyoruz. Biz Türkler her yerdeyiz, Türk' e rastlamadığım ve Türkçe konuşmadığım bir seyahatim olmadı. Hemen de sohbeti koyulaştırıyoruz, sıcak insanlarız biz :))

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yalnız tatil biteli neredeyse bir buçuk ay oldu, hala yazı dizisini bitiremedim:) Bu kadar detay anatınca neredeyse küçük bir roman çıktı ortaya.
      Zaten biz Türkler böyleyiz, anlatsak hayatımız roman :)

      Sil
  4. E güzellikleriyle ün saldılar artık bi zahmet bakıversinler kendilerine. ;) :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Hahahhaaa, çok sahici bir yorum oldu, sesli gülüyorum şu an :))

      Sil