Yılmaz
Özdil'i yazılarından takip ederim, bir iki televizyon programını
da izlemiştim. Ortak çok yönümüz var.. O da Ege Üniversitesi'nde okumuş, ben de.. O bir
gazeteci olarak iş hayatına Yeni Asır Gazetesi'nde başlamış,
ben de mezun olunca mühendis olarak iş bulamayıp Yeni Asır
Gazetesi tele satış servisinde iş hayatına başlamıştım.. O
İzmir'li, ben de epeyce İzmir'de yaşadım ve İzmir sevdalısıyım..
Kıvrak bir kalemi var, sayfalarca yazılacak ciddi konuları esprili
bir şekilde kağıda döküyor, bense henüz dokuz aylık acemi bir blog
yazarıyım.. Öğreneceğim çok şey olacak diye düşündüm ve
zaten etkinlik sırasında tam da “yazma
sürecinizle ilgili ipuçları verir misiniz ?”
diye soru sormak üzereydim ki:
“-Sizler
de blog yazarları olarak gazeteci sayılırsınız. Doğru
bildiğinizden asla taviz vermeyin. Kısa ve öz yazma meselesine
gelirsek de ben bu işin mutfağında yetiştim. Sayfalarca yazıyı
bir iki kelimelik başlıklara nasıl indirgeyeceğimi zaman içinde
öğrendim.. Benden size bir tavsiye. Alın elinize bir gazete
yazısını, fazla sözcüklerin üzerini çizin.. Göreceksiniz ki
bu işin sonunda yazının anlamı bozulmayacak. Kalanlar yazının
özü, üzerini çizdiğiniz sözcüklerse yazarın egosudur.
Gazetecilik, sandığınız gibi sosyal bir meslek değildir,
analitik zeka gerektirir. Keşke bütün mühendisler gazeteci
olsaydı, medyamız çok farklı bir yerde olurdu! Objektif
gazetecilik diye bir şey de yoktur, aynı olayı her gazeteci kendi
penceresinden aktarır”
diyerek,
zaten benim için çok değerli olan öğütleri de vermiş oldu..
Bir mühendis olarak hevesle yapmaya çalıştığım ve henüz
acemisi olduğum blog yazarlığı için bana cesaret verdi.. Sırf
bu paragrafta özetlediklerimi duymak bile, etkinliğe katılmanın
bana ne kadar çok şey kattığını düşündürdü, iyi ki
gitmişim..
Biliyorum,
Yılmaz Özdil çok fazla röportaj vermediği, televizyonlarda çok
sık yer almadığı için neler konuşulduğunu çok merak
ediyorsunuz. Bu nedenle, aldığım notlara dayanarak, olabildiğince bütün
konuşmayı size aktarmaya çalışacağım..
Şık
bir masa hazırlamışlar bizim için. Meyveler, kurabiyeler, kuru
yemişler, tabaklar, çatallar hepsi tamam.. Yılmaz Özdil, o
İzmir'lilerde çok gördüğüm esprili tarzıyla açtı konuşmayı
ve :
“-
Çok arabesk bir masa hazırlamışlar, bilseydik kebapçıda
buluşurduk” dedi.
Anladım ki tahminlerimde yanılmamışım. O, gazeteci yazar
kimliğinden öte gerçek bir İzmir'li.. Hepimiz gülümsedik ve
devam etti.
-Konferanslara
katılmayı hiç sevmem. Yıllar önce üniversitedeyken Mehmet Ali
Birand'ın konferansa geleceğini söylediler, hocalarımız soru
sormamızı istedi.. Konferans başlayınca ilk ben parmağımı
kaldırdım ve “çıkabilir miyim?” dedim.. Monologları hiç
sevmem, güzel sorularınız varsa diyaloğa girelim o zaman..
Gündem
belli zaten, benim ve eminim bir çok insanın da sormak istediği o
soru hemen geldi..
“Gazetecilerin
işten atıldığı böylesi baskıcı bir ortamda nasıl bu kadar
cesurca yazabiliyorsunuz?”
Cevap
ise gayet kendisine yakışır bir tazdaydı:
“-Ben
cesur değilim, böylesine vahim günler yaşanırken, asıl hiç bir
şey yokmuş gibi yazan gazeteciler cesur.. Çok endişeli olduğum
için ve de korktuğum için yazıyorum.”
Bu
günlerde nedense herkesin merak ettiği o soru da hemen geldi
ardından, bir arkadaşımız dedi ki:
“Cesur
gazeteciler gazetelerinden uzaklaştırılıyor. Bir tek siz
kaldınız, bunun nedeni nedir?
Yılmaz
Bey, sanırım bu sorunun kendisine sürekli sorulmasından bıkmıştı,
e haksız da sayılmaz.. Bana sorsalar böyle bir soruyu, ben cevap
bile vermem, O verdi gerçi..
“-
AKP'den para alıyorum, ondan kovulmuyorum! Bu soruyu bana değil,
patrona soracaksınız. Bu, AKP'nin topluma pompaladığı bir
sorudur. AKP'ye ait bir sorudur. Ben şimdi size işini namusuyla
yapan yüzlerce gazeteci, onlarca tv muhabiri sayabilirim. AKP
jargonunu bırakın bir kenara..”
Sohbet
koyulaşmaya başladı.. 2011
yılında yapılan “gazetecime dokunma” yürüyüşünde
kendisinin de olduğunu söyleyen arkadaşımız, bunun aslında Gezi Süreci'nin ilk
adımları olduğunun altını çizdi ve gezi sürecini nasıl değerlendirdiğini, bu
süreçte muhalefetin tavrını nasıl bulduğunu sordu..
Yılmaz Özdil, yine o kendine güvenli tavrıyla bence çok güzel
bir yanıt verdi..
“-
Ben o yürüyüşe gazeteci olarak değil, hapisteki Nedim Şener'e
destek olmak için katıldım. Çünkü gazetecilerin ne mal olduğunu
bilecek kadar bu meslekte deneyimim var. Gezi süreci, toplumun
siyasetten önde gittiğinin bir göstergesidir. Muhalefetin yetersiz
olduğunun bir göstergesidir. Üniversiteleri, dekanları, YÖK'ü
almakla gençliği kontrol edemeyeceklerinin bir göstergesidir. Bu
ülke kurulurken var olan devrim ateşinin, gençliğin damarlarında
hâla
dolandığının bir göstergesidir. İktidarın demokrasiyle bir
alakası olmadığının, kendi vatandaşlarının üzerine ateş
açabilecek kadar vahşileştiğinin, polisin polis olmaktan çıkıp
adeta bir yeniçeri olduğunun göstergesidir.”
Belki
bundan 30 sene önce de gündemi işgal eden, her daim işgal
edebilecek gibi görünen o soru geldi ardından.. Sağ
partiler son derece bütünlük ve dayanışma görüntüsü
verirken, sol görüşün her zaman bölündüğü, gezi direnişi
sırasında bile gruplaşmalar olduğu, bunun nedeni ve varsa çözümü
soruldu..
Bu soruya keşke yanıt verilebilseydi yıllardır dedim içimden ve
Özdil bakın nasıl yorumladı:
“-Yeni
CHP, son derece beceriksiz bir muhalefet partisidir. AKP'nin 10 sene
daha iktidarda kalmasını sağlayacak bir projedir. Bu yüzden,
CHP'den muhalefet beklemeyin, boşuna beklersiniz! Bu mesele, sağ
sol meselesi olması ötesinde, Türkiye'nin Atatürkçü çizgiden
kopması meselesidir. Demokrat Parti ile başladılar, Adalet
Partisi, Anavatan ve şimdi de bunlar.. Bunlar köksüz partilerdir.
Bu gün nasıl Demokrat Parti yoksa, yarın da AKP olmayacaktır.
Yani mesele, toplumu birleştiren Atatürk çimentosunun parçalanma
meselesidir. Sol partilerin beceriksiz olması değil, Kemalist
çizgide buluşma sorunudur bu..”
Acar
blog yazarları olarak konunun peşini bırakmadık elbet. Bir
arkadaşımız, gezi ile başlayan sürecin devamını nasıl
gördüğünü sordu.
Özdil hemen yanıtladı:
“-
2002 seçimlerinden önce İsmail Cem'in kurduğu parti, Ecevit'in
yerini alacaktı. Amerika'dan bir vatandaş geldi, parti dağıldı.
Sonra Cem Uzan'ın partisi kısa bir sürede %7 oy alınca adam şimdi yurt
dışında yaşamak zorunda.. Deniz Baykal'ın kasedi çıktı,
eskiden CHP'nin kapısından bile geçemeyecek olan adamlar,
tarikatçiler, cemaatçiler yeni CHP'yi dizayn ettiler. Helikopter
düştü, Yazıcıoğlu'nun partisi dağıldı.. Siz bana dünyanın
herhangi bir yerinde bu kadar çok tesadüfün yaşandığı başka
bir ülke gösterin, ben de size fikrimi o zaman söyleyeyim.
Türkiye'de artık demokrasi yoktur, Türkiye artık bir din
devletidir. “
Konu
buraya gelmişken, etkinliğin olduğu gün meclise giren türbanlı
milletvekilleri hakkındaki görüşü de soruldu Özdil'in.
Yanıtı net ve kısaydı:
“-
Mesele başları örtülü kadınlar değil, beyinleri örtülü
erkeklerdir. Türkiye'yi anayasa karşıtı bir parti yönetiyor. Bu
parti, laiklik karşıtı eylemlerin odağı olduğu için
yargılanmıştır. Bunun sonucunda türbanı konuşuyor olmaksa,
geri zekalılıktır. Artık Türkiye laik değil, birinci sınıf bir
din devletidir.”
Bu
sözlerin üzerine yeri geldiğini düşünerek ben de şu soruyu
sordum kendisine..
-
Enver Aysever'in programında “Türkiye'nin önü açık, AKP
alaşağı” dediniz. Müebbet muhalefet varken, bize kendi
vizyonunuzdan, AKP alaşağı olduktan sonraki Türkiye panoramasını
çizer misiniz? Umut var mı?
Sanırım
böyle bir şey sordum, kendi sorumun bütün sözcüklerini maalesef
hatırlayamıyorum. Aldığım cevapsa hiç de iç açıcı değildi,
beklediğim umutlu sözler maalesef gelmedi. Çünkü sayın Özdil,
gerçeklerin altını bir kez daha kalın çizgilerle çizdi, bakın
nasıl yanıt verdi soruma:
“-
3 saniye sonrasında ne olacağını demokrasisinin geliştiği
ülkeler konuşabilir.. Ama Türkiye'de demokrasi yok. Benim o günkü
umudum, o güne kadar olan gelişmelerin ışığı altındaydı.
Oysa kamuda türbanın serbest bırakılması ve sahte delillerle
oluşturulan davaların Yargıtay tarafından bile onaylanması, bu
umutları yok etmiştir. Silahlı kuvvetlerden tutun da sıradan
insanlara bile yapılan komplolar söz konusudur. Dolayısıyla
geleceğe dair bir şey söylemek mümkün değildir. Bu gün artık
adaletli bir boşanma davası bile görülemez bu ülkede.. Çünkü,
eğer sizin karşınıza türbanlı bir savcı çıkacaksa, siz de
davanızın görülebilmesi için türbanlı bir avukat bulmak
zorunda kalacaksınız. İnsanlar özel hayatında istedikleri gibi
giyinebilirler, ama devlet eğer dini kıyafete bürünüyorsa, bu
aslında örtünme özgürlüğü değil, başı açık gezme yasağı
anlamına gelir. Bunları yavaş yavaş göreceğiz. Sağlık
camiasında zaten vardı, şimdi eğitim camiasında da mahalle
baskısı yavaş yavaş hissedilmeye başlanacaktır. Türkiye'nin
geleceği, içinden çıkılmaz bir hal almıştır. Burada en
avantajlı olanlarsa bölücülerdir. PKK-BDP önümüzdeki yerel
seçimlerde çok büyük kazanımlar elde edecektir.
Bu
cevapla, kalbimin sızladığını hissettim. Keşke benim bilmediğim
güzel bir şeyler olsaydı da, keşke Sayın Özdil de bunları
müjdeleyebilseydi! Keşke; ama gerçekler cidden hiç de iç açıcı
değil maalesef.. Bir
arkadaşımız bu yanıtın üzerine, elini taşın altına sokmak
isteyenlerin ne yapmaları gerektiğini sordu.
Özdil şöyle yanıtladı:
“
Ben siyasetçi değilim, bizler örgüt değiliz, tarikatçılar gibi
birbirimize bağlı da değiliz. Bizi güvende tutacak tek şey, laik
cumhuriyet ve hukuktur. Bu ortadan kalktığında artık AKP'nin de
bir güvencesi olmayacaktır. Bir süre sonra AKP hakkında da
kasetler çıkacaktır, Türkiye bu kadar rezil bir duruma gelmiştir
artık. Bunu düzeltecek olanlarsa kendilerine çeki düzen vermeleri
gereken siyasi partilerdir.”
Sanırım
gerçeklerin ağırlığı, herkesin canını sıkmıştı. Bir
arkadaşımız konuyu Halk Tv'ye getirerek biraz bu ağır havayı
dağıtacak o beklenen soruyu sordu. Halk
TV'de Esad'la ilgili programda sosyal medyadan aşırı tepki alan
Yılmaz Özdil, aslında ne demek istemişti ve hazır konu Halk
Tv'den açılmışken, onların haber dilini Sayın Özdil nasıl
buluyordu..
Bakın neler söyledi:
“
Basının penguene dönüştüğü bir ortamda Halk Tv'yi tebrik
etmek lazım, çünkü teşekkür edilecek bir iş yapıyorlar. Bu
durumda onların haber dillerini tartışamayız. Millet finoya
dönmüşken, Halk Tv ve Ulusal Kanal'a teşekkür borçluyuz. Benim
orada söylediğim şey şuydu: Tayyip Erdoğan'ın kötü bir adam
olması, Esad'ı iyi bir adam yapmaz. Diyorlar ki biz buradan dinci
teröristler gönderdiğimiz için, adam da böyle konuşuyor. Peki
zamanında Esad, PKK'lı teröristlere ev sahipliği yaparken biz
yine dinci terörist mi gönderiyorduk? Esad ile röportaj elbette
yapılmalıdır. Cumhuriyet Gazetesi yaptı mesela, benim bir
itirazım olmadı, olamazdı da! Bu röportajı CNN, NTV ya da başka
bir kanal yapsaydı yine itirazım olmazdı. Ama eğer siz o
röportajı, muhalefet partisinin kanalından yapıyorsanız, bu olay
gazeteciliğe girmez, başka bir şeye girer. Halk Tv, CHP ile bağı
olan bir kanaldır. Erdoğan'a ne söyleyeceklerse yüzüne
söylesinler, Esad'a söytmesinler! Ben köşemde yazıyorum mesela.
Aleyhimde başlatılan o linç kampanyasını da bizzat CHP vekili
başlatmıştır. Bu Hatay vekili CHP'nin mi yoksa Esad'ın mı
vekilidir?”
Bu
sözleri, eminim ki kendisine karşı çıkan bir çok kişiyi tatmin
edecek kadar net bir yanıt olacaktır. Bu sorunun ardından benim
gözlemlerime göre Yılmaz Özdil'i en çok sinirlendiren soru
geldi. Bir arkadaşımız,
“Apolitik
gençliğin bile okuduğu bir yazarsınız. Ve açık açık cesurca
yazıyorsunuz. Hiç tehdit aldınız mı, sizi hep toplum içinde
görüyoruz, yaşam tarzınızda bir değişiklik yapmanız gerekti
mi?”
diye sorduğunda Özdil biraz sert bir yanıt verdi.
“-
Ne
yapacaksınız, beni vuracak mısınız? Bu soruyu sorarak neyi merak
ettiğinizi anlayamadım. Öldürülmekten korktuğumu soruyorsanız
eğer, evet korkuyorum. Peki bunu bilmenin size ne faydası olacak?
Silah taşıyor muyum, korumam var mı sorularının yanıtı size ne
fayda sağlayacak? Gazeteciler Superman, Batman falan değillerdir.
Bizler sıradan insanlarız ve sıradan insanlar gibi ölümden
korkarız, ama bunu bilmek size bir fayda sağlamaz. Sıradan
gazetelerde yazıp da kendilerine kahraman süsü veren, “ölmekten
korkmuyorum” diyen gazeteciler toplumu bu hale getirdi. Benim
gazeteci olarak tehdit altında olmam, bu hükümetin, emniyet genel
müdürünün, valisinin ayıbıdır. Gazetecilerin tehdit edilmesi
bir utançtır. .Bu sorunun, canlı yayının olduğu bir ortamda
sorulmasının ise kimseye faydası yoktur.”
17
yaşında olduğunu söyleyen, grubun sanırım en genci olan
arkadaşımız biraz medyadan yakındı. Kapalı
bir kutu var, sosyal medya deyin, televizyon deyin, herkes ona
inanıyor, kimse yargılamıyor dedi..
Özdil yine kıvrak bir cevap verdi:
“-
Einstein der ki: ben her şeyi anladım ama insanlar nasıl anlar
anlamadım.. AKP, medyaya rağmen iktidara gelmiş bir partidir. Şu
an yalakalık yapan medya, 2002 öncesinde AKP aleyhine yayın
yapıyordu, bunlardan bir şey olmaz diyorlardı. AKP seçimi kazandı
ve geldi. Demek
ki
millet, medyayı önemsememiş. Medyanın herkesi etkilemesi mümkün
değil. Bu yalaka medya da hiç bir şey yapamayacak ve AKP de bir
gün gidecek. Yalakalar da ya yurt dışına kaçacak, ya da mesleği
bırakacaklar. Aynı ahlaksızlıkları, aynı yalakalıkları daha
önce de yaptılar. Mesela 12 Eylül darbesinin bir numaralı
şakşakçısı, bu gün de AKP'yi şakşaklıyor. Ama o dönemlerde
internet yoktu, sosyal medya yoktu, kayıt yoktu. Buna güvenerek,
Türkiye'nin de ortalama yaşının 27 olmasına güvenerek, o günler
unutulduğu için bu gün yalan söyleyebiliyorlar. Ama bugün,
internet çağında yaşıyoruz, herşey kayıt altında.. Bugün
söyledikleri yalanlar, AKP'den sonra hepsinin suratına vurulacak.
Bu ahlaksız yalanlar, bence AKP'nin iktidarda kalmasını
sağlayamaz. AKP'nin bu kadar çok oy almasının bir çok nedeni var
ama bu nedenlerden biri bence medya değildir. Benim size önerimse
şudur. Yalaka ise izlemeyin. "Ben A yazarını seviyordum, kovuldu
ama B yazarı var " diye o gazeteleri satın almayın. Hem satın
alıyorsunuz, hem izliyorsunuz, hem de şikayet ediyorsunuz.. Hasta
mısınız, mazoşist misiniz? Almayın ve izlemeyin.. Biz
gazetecileri, televizyonları ancak toplum terbiye edebilir.
İsimlerini vermeyeyim, bir sürü ulusal gazete var, gidin onları
alın, destek olun..”
Bilmiyorum
aynı havayı yansıtabiliyor muyum size ama, konuşulan konular,
ortam bizi gerçekten de çok etkiledi.. Bir söyleşi bu kadar mı
zevkli olur, insan bu kadar mı sıkılmadan dinler.. Öyle ki,
Bumerang ekibinin özenle hazırlattığı hiç bir yiyeceğe elimizi
sürmedik, konsantrasyonumuz bozulmasın diye neredeyse su bile
içmedik diyebilirim.. Keşke televizyonlardaki tartışma
programlarında hep bir ağızdan konuşan sözümona gazeteciler,
yazarlar, çizerler yani profesyonel panelciler, biz amatör blog
yazarlarını izleyip ders alabilseler diye düşündüm bir ara..
İçimizdeki
ODTÜ'lü bir arkadaş, AKP'nin eğitime el atmasından konuya girdi.
Her yerde üniversite adı altında binalar açılmasını, oralara
AKP'nin kendi rektörlerini atamasını dile getirdi. Oysa
üniversitelerin özgür düşüncenin yeşereceği tek yer olduğunu,
son zamanlarda da ODTÜ üzerine oyunlar oynandığını dile getirdi
ve Özdil'in fikirlerini sordu. Özdil'se şöyle yanıtladı:
“Bu
işler ODTÜ'yü güçlendirir arkadaşlar. Üniversiteleri ele
geçirerek gençliği ele geçiremezler çünkü. Bunu gezi sürecinde
gördük. Her şerde bir hayır var ayrıca.. Bu gün dikey sınıflar
ortaya çıktı.. Mesela bu gün AKP sayesinde TUSİAD ve Disk, yeri
geliyor aynı şeyi düşünüyor.. CIA'nin bile başaramadığını
AKP yaptı. Futbol taraftarları, Fenerli'si GS'lisi BJK'lısı omuz
omuza eylemlere katılıyor. Yani toplumu bölme çabaları, AKP'nin
de mahvolmasına sebep olacaktır.”
Etkinlik
için İzmir'den gelen arkadaşımız ise konuyu bu noktada İzmir'e
getirdi ve
Aziz Kocaoğlu hakkındaki düşüncelerini, yerel seçimlerde
İzmir'in nasıl sonuçlar alacağını sordu.
Yılmaz Özdil'in bu soruya karşı da yanıtı oldukça netti.
Özetle şöyle söyledi:
“
Aziz Kocaoğlu ile İzmir rekor sonuç alır. AKP de İzmir'de anca
gider! İzmir belediyesi, borçsuz bir belediyedir, Türkiye'nin de
en iyi yönetilen belediyesi olmuştur. Çünkü AKP, İzmir'e
sürekli saldırdığı için, sürekli müfettişler gönderdiği
için açık vermemesi gerekiyor. İzmir Belediyesi, dünyanın en
iyi gelişen belediyeleri arasında yer aldı, bunu bilmiyorsunuzdur
çünkü medya yazmadı. İzmir medyasının da çoğunu satın
aldılar.. AKP yapıyor diye söylemiyorum ama, İzmir'de sabah 9
akşam 6 mesai ile belediye otobüslerine binip belediye aleyhinde
para karşılığı konuşan insanlar var.. Yine aynı şekilde
Alsancak'ın kafelerinde günlük 100 dolar aldıklarını
bildiğimiz, türbanlı arkadaşlar var. Sadece büyükşehir de
değil, İzmir'in bütün ilçelerinde çok başarılı belediyeler
var. Mesela Seferihisar çok küçük bir belediyedir, ama dünya
çapında ödül almıştır.
Herkes
biraz İzmir'lidir, bunun için izmir'de doğmak gerekmez. Bu bir
zihniyet meselesidir. İşgal edildiğinde kurtuluş savaşı
başlayan, işgal bittiğinde o ulusun kurtuluş savaşının da
bittiği dünyadaki tek şehirdir İzmir. İzmir'de Tayyip Erdoğan
Caddesi olamaz. Hatay daha Türk topraklarına katılmadan önce
İzmir'de Hatay semti vardı.. Yani İzmir'i İzmir yapan şey,
Mustafa Kemal devrimlerinin kendisidir. Eğer siz hayata Mustafa
Kemal penceresinden bakıyorsanız, nerede doğmuş olursanız olun,
İzmir'lisinizdir. Tarihteki seçim sonuçlarına bakın, İzmir
hangi zihniyette direniyorsa, Türkiye'nin kararı hep o yönde
olmuştur. İzmir'de yaşayan yurttaşlar, özgürlük ve demokrasiyi
kaybetmek istemezler. İşte AKP'nin korktuğu da budur. İzmir'i
alamazsa, her ilin İzmir'leşeceğinden endişe duyuyorlar. Bakın
İzmir bilinci nasıl yayılıyor. Son seçimlerde İzmir'i
alamadılar, Manisa'yı da kaybettiler, Muğla'yı da Balıkesir'i
de.. Çünkü İzmir bilinci bütün Ege'ye yayılmaya başladı.
İzmir'i para ile, yalaka medya ile satın alamayacaklardır. Bana
göre Türkiye'nin en namuslu siyasetçilerinden biri olan Aziz
Kocaoğlu, İzmir'de rekor bir oy alacaktır.”
İzmir
sevdalısı olan, yüreğinin bir kenarı İzmir'de çarpan biri
olarak ben de İzmir'li olma konusunda çok benzer şeyler
düşünüyorum. İzmir'in AKP'lileşmesinin, Türkiye'nin de sonu
olacağını iddia ediyorum..
Bir
soru üzerine sosyal medyayı elbette takip ettiğini ama gerek
Twitter, gerekse Facebook hesaplarının Hürriyet Gazetesi
tarafından yönetildiğini söyleyen Özdil'e bu gün yaşanan
bölünme ile 80 öncesi yaşanan bölünme arasındaki farklar da
soruldu..
Özdil
bu soruya da şöyle yanıt verdi.
“
Bu gün Türkiye'nin toplumsal mutabakatı bölünmüştür. 80
öncesinde insanlar sağcı solcu diye bölünmüştü, ama hukuk
yerinde duruyordu. 12 Eylül döneminde bile bu ülkede hukuk vardı.
Bu gün ise maalesef Türkiye'nin ruhu bölünmüştür. Şu anda
herkes birbirine düşman ediliyor. Asistan, öğretim üyesine
karşı, hasta bakıcı doktora karşı tavır almış durumda..
Hatta bu ülkenin başbakanı, komşularınızı ispiyon edin bile
dedi. Eskiden Fenerli GS'lıya karşıydı, ama artık aynı takımın
taraftarını birbirilerine düşürdüler.”
Bu
yanıtın üzerine bir arkadaşımız konuyu biraz daha açtı..
Bizim de birbirimize düşesimiz varmış, kendimize ne kadar da az
güveniyormuşuz, hemen teslim olduk dedi.. Konu iyice detaylandı ve
bakın Yılmaz Özdil nasıl bir açılım getirdi bu noktada:
“
Bundan öncesinde iktidara gelen siyasi partiler, bu ülkenin
insanlarına çok hoyrat davrandılar. AKP de bundan önceki
iktidarların hatalarının toplamıdır. Mesela bu gün AKP
zenginleri deniliyor, ANAP'ın zengini yok muydu? Hırsız laik
olunca problem olmuyor da, dinci olunca mı problem oluyor?
Ben
AKP'nin iktidara geliş nedenlerini haklı görüyorum. PKK'nın da
çıkışında haklı sebepler vardır. Ama bu sebepler, ne PKK'nın
yaptığı terör eylemlerini ne de AKP'nin yürütmesindeki
yanlışları meşru kalmaz.. Ben eminim ki geçmişte Ecevit'e oy
veren bir çok insan, AKP'ye oy vermiştir. Mesele AKP meselesi
değildir, Türkiye'nin de dramı zaten budur. Ama AKP'nin yaptıkları
da eleştiriye açıktır ve eleştirilmelidir de zaten..”
Kendisinin
de aslında 10 yıllık gazeteci olduğunu belirten bir diğer
katılımcı arkadaşımız,
köşe yazarlarının iktidarla uğraşmasının aslında işin kolay
kısmı olduğunu, muhalefetin adam edilmesi için aslında
muhalefete muhalefet edilmesinin daha doğru olduğunu ve muhalefetin
eleştirilmesi gerektiğini söyledi.
Özdil
ise bu konuda şöyle bir açıkmalama yaptı.
“
Ben zaten muhalefet partilerini eleştiriyorum ve yazıyorum da.
Bugün Bekir Coşkun, Ümit Zileli, Emin Çölaşan gibi bir çok
yazar, muhalefeti de eleştiren yazılar yazar, ama yalaka
gazetecilerin hiç biri AKP aleyhinde tek bir yazı yazamaz.
Artık
söyleşinin sonları yaklaşmıştı. Bütün bu yoğun gündemin
belki de tek kişisel sorusu ise ne
tür kitaplar okuduğu sorusu
oldu.
-Mesleğim
gereği yeni çıkan kitapları, çok satanları takip etmeye
çalışıyorum ama benim en sevdiğim yazar Kemal Tahir'dir. Bana
göre Türk edebiyatı Kemal Tahir ile zaten bitmiştir. Gençlere de
O'nun kitaplarını okumalarını tavsiye ediyorum. Kişisel olarak
ise mikro tarih her zaman ilgimi çekmiştir. Mesela çatalın
tarihini çok merak ederim, saatin tarihi, araba lastiğinin tarihi..
Yani hem eşyaların, hem de insanların mikro tarihleri her zaman
beni çeker..
Olabildiğince
detaylı bir şekilde sizlere aktarmaya çalıştığım yaklaşık
iki saatlik etkinlik böyle geçti işte.. Sonrasında tahmin
edeceğiniz üzere kendisine kitap imzalattık, fotoğraf çektirdik..
SON
SÖZLER:
Bu
etkinliği düzenleyen Bumerang ekibine ve bize 2 saatini ayıran
Yılmaz Özdil'e çok teşekkür etmek isterim. Kendi adıma çok şey
öğrendim. Benden çok daha deneyimli blog yazarlarıyla tanışma
fırsatı bulmak, onlarla söyleşmek ise ayrı bir keyifti..
Yaklaşık 3000 kelimelik bu yazıyı yazarken ise gazeteciliğin ne
kadar zor bir meslek olduğunu bir kez daha anladım. Hayatımda
belki de ilk kez röportaj benzeri bir yazı hazırladım çünkü..
Umarım sizler de keyifle okumuşsunuzdur..
Başka
etkinlik haberlerini tekrar sizlerle paylaşmak ümidiyle,
Sevgiyle
kalın..
Bu keyifli söyleşiyi bizlerle paylaştığın için teşekkür ederim. Seninle tanışmak benim için büyük keyifti :)
YanıtlaSilBenim için de öyle, ve söz verdik biliyorsun.. Etkinlikle sınırlı kalmayacak, sevgilerimle:)
SilEllerine sağlık 2 saatin çok güzel bir özeti olmuş. Su gibi okudum :)
YanıtlaSilBeğendiğinize sevindim:)
SilAnlaşılan harika ve dolu dolu 2 saat geçmiş. Hazırladığınız yazı ile bize bu 2 saati yaşattınız. Teşekkürler. İzmir'den selamlar...
YanıtlaSilBeğendiğinize sevindim, İzmir'e benden de selamlar ve sevgiler.
SilNOT: Benim için yarın kahvaltıda şöyle sıcak sıcak boyöz yiyin olur mu) :)
Bilgi için teşekkürler
YanıtlaSilRica ederim, ben de yorumunuz için teşekkür ederim.
SilMuhalefet konusunda hem fikiriz Yılmaz Beyle. :)) Bende merak ediyordum açıkcası. Belki bir daha ki sefere bende orada olurum :))
YanıtlaSilEveti böyle etkinliklere gerçekten de katılmak lazım, iyi ki katılmışım diyorum ben de.
SilBence de kaçırmayın:)
Katılmış kadar oldum, harika aktarmışsınız etkinliği.
YanıtlaSilYeni bir deneyim oldu benim için bu şekilde yazmak, beğendinizse ne mutlu bana, çok teşekkürler:)
SilEline kalemine saglik.. Sizler icin mutlaka egitici tecrubeydi bu :)
YanıtlaSilEline kalemine saglik. Sizin icin cok hos bir tecrube oldugunu dusunuyorum. Berrin Inal
YanıtlaSilEvet gerçekten de unutulmayacak bir deneyim oldu, umarım tekrarı olur. Sevgiler:)
SilHer yazınızda olduğu gibi röportaj yazısında da başarılısınız. Geleceğin "Gazetecisini" şimdiden tebrik etmek isterim. Beynimi zihnimi toparlayıp sabah dinginliğinde okuduğum için de kendimi :). İstanbul' a işte bu tür etkinlikler olduğu için de imreniyorum. Keşke orada olabilseydim ben de. (Gerçi Bumerang' a üyeler mi katıldı sadece yoksa herkese açık mıydı bilmiyorum.) Gayet açık sorulara gayet net ve doyurucu Yılmaz ÖZDİL' e yakışan cevaplar. Yazılarını ben de çok severek okurum. Sizin akratımlarınız da etkili tabi. Konunun içeriğine gelince çok ağır, çok uzun bir mesele. Fikirlerimi ise daha sonra yazıp göndermek isterim.
YanıtlaSilCesaret verici yorumunuz için teşekkür ederim, gazetecilik kim, ben kim, insanın haddini bilmesi lazım:)
SilBumerang üyeleri arasında bir yarışma düzenlendi. Politik bir içerik veya kitap yorumu yazısı yolladık, jüri yazıları değerlendirdi ve 10 kişi etkinliğe katılmaya hak kazandı. Bumerang, bildiğim kadarıyla başka şehirlerde de değişik etkinlikler düzenliyor,hala Bumerang'a üye olmadıysanız, siz de olun bence.. Sizin de benzer konuda bir yazınızı bloğunuzda severek okurum elbette..
Sevgiler..
bende ktılmayı çok isterdim kısmet değilmiş bir dahaki etkinliklerde umarım bende olurum :) güzel bir yazı tebrikler evdeyazar :)
YanıtlaSilTeşekkür ederim beğendiğiniz için.. Etkinliklere katılmak gerçekten de çok faydalı oluyor.. Sizin deneyimlerinizi de okuruz bir gün mutlaka, sevgiler:)
SilBende geleceğin ''Gazetecisi'' demek istiyorum gerçekten yazınızı çok çok beğendim.Zevkle okudum.Benden sadece iyi okur olur :) Yılmaz Özdil'i beğenerek okuyorum röportaj havasındaki yazınız beni oldukça tatmin etti.Tebrik ederim ellerinize sağlık.
YanıtlaSilÇok teşekkür ederim, böyle yorumlar geldikçe çok mutlu oluyorum:) Ama gazetecilik kim, ben kim diyorum yine de:)
Silvalla blog yazmaya ilk başladığınız zamanları hatırlıyorum da... şimdi artık etkinliklere katılıp röportaj tadında etkinlikleri aktarmaya başladınız.. süper..
YanıtlaSiltebrikler elinize emeğinize sağlık
Evet ben de zaman zaman aynı şeyleri düşünüyorum ve de şaşırıyorum kendi kendime:)
SilDemek ki isteyince ve çabalayınca olabiliyor bazı şeyler:)
Teşekkür ederim yorumunuz için:)
bu arada hep gizli kalacagım derken şimdi etkinliklere gitmeye ve etkinliklerde gozukmeye basladınız :) artık gün yüzüne cıkıyorsunuz diye düşünüyorum :))))
YanıtlaSilbu arada şaka bir yana tebrikler
Etkinliğe gitmeden önce Bumerang'a "ismimiz yayınlayacak mı?" diye sormayı ihmal etmedim ama, onlar da "sadece blog ismi" dediler öyle katıldım :) Yani hala gizlilik adına direnmeye devam ediyorum, bakalım nereye kadar:)
SilAllah'tan yarışmada finalist olamıyorum bu arada:)))
Gizlilik olayıda bitti sanırım yazınızda açık vermişsiniz :) Her gün takip ettiğim iki yazarla aynı etkinlikte olmak güzel olurdu aslında ama bi dahaki sefere yazı için teşekkürler :)
YanıtlaSilEtkinliğe katılma heyecanı o kadar ağır bastı ki, bu riski göze almak zorunda kaldım:) Neyse ki çoğu insan fark etmedi diye kendimi avutuyorum:))
SilBen de aslında takip ettiğim blog yazarlarını orada görmeyi çok isterdim, ama olsun.. Yenileriyle tanışmak da çok güzel oldu :)
Biraz geç okuyabildim yazınızı. Etkinliğe katılabilen herkesi çok kıskandığımı baştan belirteyim. Ama siz de bu açığı çok güzel kapatmışsınız. Katılmış gibi hissettim kendimi.
YanıtlaSilTeşekkürler :)
Olabildiğince detaylı aktarmaya çalıştım etkinliği, beğendiğinize ise çok memnun oldum.. Aslında evet, kıskanılası bir etkinlikti itiraf etmek lazım:)
Sil