Çocukluğumdaki bayramları özlemle anıyor muyum? Bu soruya “Evet, elbette anıyorum” diye cevap vermemi bekliyor olabilirsiniz. Çünkü “Ah o eski günler, ah o eski bayramlar, ah o çocukluk” güzellemeleri yapmak bir bayram klasiğidir. Ben de tam beklenilen gibi böyle bir yanıt verseydim soruya, nereden bilecektiniz ki aslında öyle olmadığını, yalan söylediğimi…
Ama öyle yapmıyorum ve o günlerin
zerresini bile özlemle hatırlamadığımı cümle âleme ilan ediyorum işte. Oh be,
bu itirafla rahatladım sanki. Herkes çocukluk güzellemesi ve nostaljisi yapacak
diye bir kural mı var…
Bayram bayram yine ne
saçmalıyorsun diyenlerinizi merakta bırakmamak için anlatayım efendim…
Öncelikle bayram deyince aklıma büyük halaların, yani babamın öz mü üvey mi bu yaşıma kadar hiç bilmediğim, çok da merak etmediğim halalarının zorla ellerini öpmeye götürülmek geliyor… Hiç sevmezdim bu ritüeli. Çünkü o bayram gezmelerinde “bunlar da çocuk işte nasılsa anlamazlar” kafasıyla yaptıkları dedikodular hiç hoşuma gitmezdi. Evet, anlıyordum ben pekâla ne demek istediklerini; nerelere imalı imalı laf çaktıkalarını!
Bu halaların az tombik olanı aşçı olduğu için ve ikram ettiği baklava, börek ve
sarmalar lezzetli olduğu için bir derece daha katlanılırdı. Ama çok tombik olan
halayı gerçekten hiç sevmezdim. Neden sevmezdim? Bence çocuk aklımla o kadının
ne kadar kötü niyetli, dedikoducu, gösteriş budalası olduğunu anlamıştım. Zengindi
bu tombik hala, Almanya zengini miydi orasını tam hatırlamıyorum. Bence
çocuklar kimin iyi, kimin sevgi dolu olduğunu çok iyi anlayabiliyor. Ve eğer
birini çocukken sevmişsen, o sevgi kolay kolay geçmiyor. Ve eğer çocukken böyle
bir sürü sevmediği akrabası olursa insanın, büyüyünce de şekil 1-a’da
gördüğünüz bendeniz gibi akrabalarıyla arasına görünmeyen ama özel alana girmeye
kalkanı yakıveren elektrikli teller koyabiliyor.
Dört beş senedir görmüyorum kendisini. Bir yerde karşılaşsak, eminim ki yine Amerika’da profesör olan kızının başarılı kariyerinden başlar, torununun piyano çalması ile hikâyeyi devam ettirir. Hayır anlamıyorum, insanlar neden bayramlarda hep kendilerini, hayatlarını veya hiçbir şey bulamazlarsa kestikleri kurbanın ne kadar etli yağlı olduğunu överler ki… Sonra da gel çocukluğunun bayramlarını sev, bir de üzerine özle!
Daha bir sürü var böyle akraba. Kırk yılda bir bayram diye gittiğinde işini sorar, işsizsen söyleyemezsin, evini sorar, kiranı sorar, sorar da sorar… Bütün bu samimi sorulara istinaden mesela “bir şeye ihtiyacım var” desen de arkasına bakmadan kaçar… Kim ne derse desin, Türkiye’deki akrabalık ilişkileri üç aşağı beş yukarı aynıdır. Birbirilerini çok severmiş görünüp aslında delice kıskanan, içten içe rekabet halinde olan insanların kaygan zemindeki ilişkileridir akrabalık. Tamam kuzenleriyle çok iyi anlaşan, geniş ailesiyle Münir Özkul’lu Adile Naşit’li “Bizim Aile” tadında şahane ilişkileri olanlar üzerlerine alınmasın, ama yine de bir sorgulasınlar; gerçekten de sevgi dolu musunuz, yoksa romantize mi ediyorsunuz bu ilişkiler yumağını…Neyse işte, uzunca bir süredir
bayram ziyareti işlerini kapattım ben. Elbette bu kararımda, daha doğrusu
isteksizliğimde hüzünlü kayıplar ve detaylar da var ama oralara girmeyeceğim
bayram bayram…
Zaten ailenin akraba sevmez, asi
ruhlu, başına buyruğu olarak tanındığım için bu tavrımı, soğuk ve mesafeli
yaklaşımlarımı da kimse yargılayamıyor artık. Şu da bir gerçek ki, akraba
sarmalından kurtulmak için benim gibi azıcık delişmen davranmak şart bu ülkede…
Yoksa kaç yaşına da gelsen seni yönetmeye, didiklemeye falan çalışırlar. Bana
sorarsanız akrabasız hayat eşittir huzur. Kim ne derse desin bu böyle.
Elbette aralarında çok sevdiğim
yeğenlerim var, onları akraba klasmanından çıkarıp “çok sevdiğim insanlar”
kategorisine koyduğumu ayrıca ve özene bezene değer verdiğimi de belirtmek
isterim; lütfen karıştırılmasın. O kadar da yabani değilimdir şimdi kendi
hakkımı da yemeyeyim.
Kim
Kesmiş, Kim Ne Kadar Dağıtmış Dedikodusu
Evet çocukluğumun bayramlarından
kalan bir diğer anı ise bitmek tükenmek bilmeyen kurban dedikoduları…
O zamanlar kurban kesmek
günümüzdeki gibi pahalı bir şey değildi sanırım. Mahallede pek çok kişi kurban
keserdi. Kim kesmiş, kim kesmemiş konusu ise aile içinde mutlaka konuşulurdu. Mesela
“O kadar parası var küçücük bir koç mu kesmiş?” denilen birileri olurdu. Ya da
komşudan gelen kurban etine burun kıvırılıp, “Cimri şey yine kemik yollamış” gibi
konuşmalar olurdu.
Bizde genelde kurbanı babaannem keserdi emekli parasıyla. Allahtan kesilirken ben hiç görmedim. Özenle etleri 7’ye böldüğünü, sadece bir parçasını eve bırakıp kalanını dağıttığını çok iyi anımsıyorum. Ama dağıtırken hayvanın iyi yerlerinin gittiği “ayrıcalıklı” kişiler hep vardı, bu kadarı kadı kızında da olabilecek bir şeymiş gerçi, kusur bile sayılmazmış bugünden bakıldığında. Dağıtıyor mu dağıtıyor sonuçta. En azından kurban kesildiğinde aman mangal yapalım yiyelim, en çoğu bizde kalsın denildiğini hiç bilmem. Babaannemin hakkını yemeyeyim, adildi bu konuda. Gerçekten dayanışma amaçlıydı o zamanın bayram ritüeli. Belki de o günlerden kalan en iyi anı budur.
Et işleri bittikten sonra bayram gezmeleri başlardı. Kim ne derse desin; tekrar altını çizmek istiyorum. Türkiye’deki akrabalık müessesesi yalanlar üzerine kurulmuş temelsiz bir yapıdır bence. Ha istisnalar olabilir, birbirlerini çok seven sülaleler vardır, lafım onlara değil. Ben genele konuşuyorum. Üstüne alınan alınsın, alınmayan ardına bile bakmasın gitsin efenim, özgürüz neticede.
Neyse işte bayramlarda bir araya gelirler, ay
canım, ay cicimler havada uçuşur; sonra kapıdan çıkar çıkmaz dedikoduya başlanır:
“Ay gördün mü kız, Hanife Yenge
nasıl da şişmanlamış!”
“Bir dilim baklava verdiler, insan
iki dilim koyar tabağa…”
“Bak görüyo musun, Sevimgillerin
*ok boğazlı cimri damadı yine etleri löp löp yutmak için sabahın köründe
ziyarete gelmiş. Bari elinde bir tatlı getirse, yine eli boş…”
Böyle uzar gider dedikodular…
Bayramda tatile gitmek falan yok tabii o zamanlar, zaten ben çocukken tatil diye bir şey de yok. Tatil demek, tatil kitabındaki resimlere bakıp bulmacalarını çözmek, tatil ödevlerini yapmak demekti, bahçede toprakla oynamak demekti. Hatta sıkılıp okulların açılmasını özlemek demekti.
Evet çocukluğumun bayramlarını hiç
ama hiç özlemiyorum. Büyüdükçe de zaten bayramların anlamı kalmadı. Ve geldiğim son noktada bayramları toplumdan
soyut, mümkünse telefon bile etmeyerek geçirmeyi tercih ediyorum.
Bu arada “deliye her gün bayram”
lafına da katılmıyorum. Eğer öyle bir şey olsaydı, insanlar hayatlarını bayram
neşesinde yaşamak için doktora gider,
“Aman doktor, canım cicim doktor,
ne olur beni deli eder misin?” diye yalvarır, tıp da buna bir çare arardı öyle
değil mi…
Eee bu argümanı da çürüttüğüme
göre, asi ruhum, en içten yalnızlığım ve iç dünyamın bütün zenginliğiyle sizlere
“iyi bayramlar” diyerek kaçar giderim ben…
Gerisini kendini deli sananlar,
aslında öyle olmayanlar, deliliğe övgüler sunanlar ve delirmemek için kendine
deli süsü verenler düşünsün, kalın sağlıcakla…
Not: Görselleri
yapay zekâcığım Copilot çizdi, ben sadece talimatları verdim…
Şairin "Ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden..." dediği gibi sindire sindire okudum yazınızı. Basamaklarda bazen durakladım, bazen ikişer ikişer tırmandım. ( o kadar genç de sayılmam oysa. )
YanıtlaSilİçten anlatımınızı, gerçekleri rahatlıkla dile getirişinizi sevdim. Katıldığım çok detay olmasına rağmen katılmadığım noktalar da var elbette.
Zaman insanı olgunlaştırıp deneyimlerle donattıkça gerçekleri daha çıplak gözle görüyor ve bazı insanlarla ilgili yanlış kararların farkına varıyor insan. Daha mesafeli, daha dikkatli oluyorsunuz. İyiler ile kötüler arasındaki ayrım daha net çizgilerle yerini buluyor.
Bayramlarda, düğünlerde hüzünlenirim ben. Maske takmış öyle çok insan fark edersiniz ki. Kimilerinin mutluluğu kimilerinin mutsuzluğu üzerine kurulmuştur sanki. Dedikodudan, iki yüzlü olmaktan , çıkar ilişkilerinden hep uzak durmak istemişimdir.
Ancak herkesi aynı kefeye koymak mümkün mü? Gerçek değerler, içtenlik, doğallık kolay kolay değişmiyor.
Farklılıkları ayırt edemezsek gerçekten dünya yaşanmaz olur.
Sevgiyle... olduğumuz gibi...
Her zamanki gibi detaylı, kelimelerinin özenle seçildiği belli olan değerli yorumunuz için teşekkür ederim Sevgili Makbule Hocam. Bir iç döküş gibi biraz da mizah içeren bir yazı oldu bu. Kısalta kısalta ancak bu hale getirebildim. Evet yazarken olabildiğince samimi olmaya çalışıyorum, kendim gibi olmaya özen gösteriyorum. Bu samimiyet size de geçmişse ne mutlu bana.
SilYazmak, özellikle mizah soslu yazmak gerçekten de insanı rahatlatan, olaylara daha geniş açıdan bakmayı sağlayan güzel ve biraz da sağaltıcı bir alışkanlık. Özellikle mizah olsun diye yola çıkmıyorum aslında, yazı bir şekilde o yöne kendiliğinden evriliyor. Son zamanlarda yazdıklarımın genellikle mizah soslu benim özellikle tercih ettiğim bir şeyh değil. İçimden öyle geliyor sanırım :)
Dediğiniz gibi üzerinden zaman geçen olaylara bakmak, gerçeklere ayna tutmak gibi oluyor. Ben maske takmış insanlarla olabildiğince az muhatap olmak için genellikle oralarda bulunmamayı tercih ediyorum :) Özellikle iş hayatındaki maskeli insanlar, akrabalar gerçekten de çok yorucu… Elbette herkes aynı kefede değil, iyi insanlar her zaman başımızın tacı olmalı…
Altını çizdiğiniz gibi farklılıkları ayırt etmek önemli, sonra da süzgeçten geçiriyorum bir kere daha ben. İncitenler ve üzenler ayrı yerde durmalılar…
Sevgiyle Hocam, tekrar teşekkürler 🌺🥰
Fotoğraftaki çocuk, senin çocukluğun mu? Son fotoğrafta kadına da bıyık yapmış yapay zeka :) Asi ruhlu, başına buyruktun demek :) Severim böylelerini. Hayatta ne istediklerini bilirler :)
YanıtlaSilFotoğraftaki çocuk tabii ki ben değilim :) Yapay zekanın seçtiği, benim de beğendiğim temsili çocuk :) Kadına bıyık yapması hoşuma gitti, anlattığım ironiyle uyumlu olduğu için değiştirmedim :) Aslında şu an asi ruhluyum, insan büyüdükçe asi ruhu da büyüyor, evet ama çocukluktan beri hayattan ne istediğimi biliyordum. :)
SilBen de pek sevmezdim, hep bir yarımlık olurdu. Şimdi de umursamıyorum pek.
YanıtlaSilHoş geldiniz kulübe :)
Silaile ve kurban anıların ivit yani yurdumuzun halleri :) eltiler görümceler kaynanalar :) sahiden de ağaç ev olmuş bu :) listeye ekleyim de okusun herkesler :)
YanıtlaSilİvit, yurdumuzun hallerinden izler taşımazsak uzaylı oluruz :)) Evet aynen ağaç ev olmuş, kalplerimiz bir :) Teşekkürler, şahane olur 🥰🌺🙏
SilAh canım anneannem, Salise Teyzem, kocaman dayılarım, Lâmi Dayım, Halit Dayım,babaannem, amcam, halam, komşumuz Basriye Teyze, Naime Öğretmen, babamın halası Asiye Halam, kızları , damadı olsalardı da ben yine hepsini dolaşsaydım. Dedikodusuz, tatlı sohbetli, bol kahkahalı, içten, samimi, güzel insanlardı hepsi de. Ve canım babam tabii ki de. Nur içinde yatsınlar. Bak hepsini andım sayende. Güzeldi benim bayramlarım. Hâlâ da kalan güzelliklere sıkı sıkı tutunuyorum.
YanıtlaSilNe kadar şanslısın böyle güzel ve geniş bir ailen olduğu için. Yaşayanlara uzun ömür, başka alemlere göçenlere ise huzur içinde olmalarını diliyorum. İnsanın sevgi dolu bir çocukluğu olması çok özel bir ayrıcalık, sen de bunun kıymetini en iyi bilenlerden olarak çevrene huzur ve neşe saçıyorsun, hep böyle kal 🌺🥰
SilBende sevmezdim bayramları, bayramlık kısmı hariç 😕başka zaman bir şey alınmazdı yeni ahh ah. Birde annemlere ben istemiyorum diyemezsin, her yere zorla giderdim.şimdi senin hesap istemediğim kimseyle görüşüyorum.güzel yazı teşekkürler
YanıtlaSilEvet bayram haricinde bir şey alınmazdı, ihtiyaçların satın alınması için bayramın gelmesi beklenirdi. O nedenle de alınan ya da elle yapılan her şey kıymetliydi. Tüketim canavarı haline gelmemek iyi bir şeymiş aslında.
SilTeşekkür ederim yorumunuz için 🌺🥰
Samimi yazılmış paylaşımınız için yürekten tebrik ediyorum sizi. Her paragrafın sonunda uzun düşüncelere dalıp gittim. Bayramı, bayram gibi kutladığımız İzmir bambaşkaydı. Galiba o dediğiniz istisnalar grubundaydık.
YanıtlaSilZaman, değişti. Bayram kavramı da eski hükmünü kaybetmeye başladı ne yazık ki.
Asi ruhunuzun bayramını kutluyorum. Her gününüz bayram gibi olsun. ❤️
Ben de samimi yorumunuz için teşekkür ederim. İzmir'in yıllar önceki halini ben de unutamam. Bornova Parkı'nda Portakal'da oturmak, Kızlar Kahvesi'nde üç beş sekiz oynamak, Derya'da karanfilli çay içmek :)
SilŞimdi gitsem muhtemelen Bornova'yı da tanıyamam. Bu kadar çok değişim olmamalıydı aslında. Şehirler olduğu gibi, ruhuyla kalmalıydı.
Her günümüz bayram gibi olsun, sevgilerimle 🥰🌺
Yazdıklarınızın hepsine imza atarım
YanıtlaSilTeşekkürler, sevgiler 🌺🥰
SilEvde Yazar
YanıtlaSilSırf bu yüzden asla kimsenin çocuğumu öpmesine ya da öptürmesine izin vermem.
Ananem biraz öyleydi hemen gidin halanızın elini ödün amcanıza hoş geldin deyin der sinir ederdi beni ama sağolsun anneciğim öyle değildi. Ben de değilim.
Hava atma konusuna gelince ne yazık ki milletçe böyle bir özelliğimiz var. Seviyoruz övülmeyi, övünmeyi. Bu da cehaletten kaynaklanıyor -diplomalı cahiller de var-
Yine de benim çocukluk bayramlarım güzeldi canım anneciğime sımsıkı sarıldığım öptüğüm bayramlıklarımla uyumak istediğim kapı kapı çikolata şeker topladığım koşup oynadığım...
Sevgiler ~~
Evet çocuklar özellikle şapur şupur öpülmekten hoşlanmayabilir, ıygh :) Hava atma konusu çok rahatsız edici bir şey. Bana aşırı itici geliyor. Karşımdaki insan iyi şeyler yapsa bile aklımda sadece o attığı hava kalıyor. Cehalet mi ego tatmini mi bilmiyorum. Mütevazı insanlar her zaman başımın tacıdır :) Çocukluğunu özlemle anımsayanlar şanslıdır, şanslısınız... Sevgilerimle 🌺🥰🥰
SilÇocukluğumdaki bayramları gerçekten özlüyorum. Bayramı iliklerime kadar hissederdim ama şimdi istesemde hissedemiyorum. Arada hem yıllar hemde çok farklılık var. Özlemle anıyoruz işte.
YanıtlaSilBelki de özlediğimiz şeyleri tıpatıp aynı olmasa da kendimizi mutlu edecek kadar yaşatmaya çabalasak daha az üzülürüz. Mesela ben her yılbaşında simli kartpostal atıyorum sevdiklerime, yarısı kayboluyor gerçi PTT'de ama eline ulaşanlar mutlu oluyor, sevgilerimle... 🥰🌺🌺
Sil