11 Haziran 2024 Salı

Tiflis Gezi Hikayem #10-Beşinci Günden İzlenimler

Sevgili Günlük,

Beşinci günün ardından şehre hem alışıyorum hem de daha çok sevmeye başlıyorum. Hava durumuna bakılırsa nihayet yağmurlar bitiyor.

Kesintisiz Yeşil ve Sessizlik

13608 adımlı günün özetini baştan belirteyim:

Kesintisiz yeşil ve sessizlik…

Abartmıyorum; bu şehirde insanın gözü de ruhu da yeşile doyuyor. Ağacın olmadığı bir sokak neredeyse yok gibi… Büyük ve doğal parkların yanı sıra, dört ağacın bir araya gelmesiyle şahane bir meydan oluşabiliyor. Trafiğin yoğun olduğu caddelerdeki araç gürültüsü haricinde korna sesi ve insan uğultusu da yok. Yüksek sesle kahkaha atana, cep telefonuyla konuşarak yürüyene, çocuğu ile yüksek sesle konuşana da hiç denk gelmiyorum. Şehir gerçekten huzurlu ve güven veriyor.

Böyle dışarıdan bakınca ne kadar kalabalık ne kadar gürültücü bir toplum olduğumuz daha çok gözüme çarpıyor. Ve ne kadar çorak olduğumuz; parklarımızın ve yeşil alanlarımızın da ne kadar yeme içme odaklı olduğu…

At suyunu çantana, git parkta ağaçların altında otur ya da sessizce gez!

Bu şehirden aklımda kalan bu olacak sanırım…

Günün Hikayesi

Bugün aslında teleferiğe binmeyi düşünüyorduk. Evden çıktık, Old Town’ın turistik merkezindeki kiliseleri, barlar sokağını gündüz gözüyle görerek Barış Köprüsü’ne kadar uzandık. Kahvaltıyı yine evde yaparak çıkmıştık.

Barış Köprüsü cam ve metalden yapılmış, yanılmıyorsam bir İtalyan mimar tasarlamış. Bence şehrin o eski dokusuna büyük bir tezat oluşturuyor, belki de bu yüzden çok ilgi çekiyordur.

 Neredeyse bir otobüs dolusu Japon turist kafilesi geçiyor yanımızdan köprüde. Yürüyerek teleferik istasyonuna varıyoruz. Şehrin sessizliğine uyumsuz bağırarak konuşan Hintliler gözüme çarpıyor. İstasyon çok kalabalık, vazgeçiyoruz teleferiğe binmekten. Zaten turist dediğin, kafasına göre takılan kişi değil midir?



















Teleferik durağının altında ne var bilin bakalım? Evet bildiniz, elbette park var. Güzel oturma yerleri, daha önce hiç duymadığım şarkılar söyleyen kuşlar… Bir aile, daha önce bizim de alıp sevdiğimiz iki buçuk litrelik biraları ve yiyecekleri ile sessizce piknik yapıyor. Yeşilden gözümü alamıyorum. Sonra ucu açık boru gibi duran çok enteresan mimarisi olan konser ve sergi salonunun altından geçip alt geçitten karşıya geçiyoruz. Alt geçit temiz ve tarihi önemli olayları anlatan siyah beyaz grafitiler var duvarlarında. Alt geçitten çıkınca karşımıza ne çıkıyor, haydi bilin bakalım? Evet bildiniz, yine bir heykel ve yine bir park…

Bu şehirde bir heykeli merkeze alıp çevresine çember şeklinde parklar yapmışlar genelde. Bazı parklarda bu çembere zarif bir fıskiye de eklenmiş. Çok güzel ama ya! İnsan azıcık kıskanıyor diyeceğim ama yok  itiraf ediyorum; insan çok fazla kıskanıyor…

Parktan çıkıp sağa doğru kıvrılıyoruz ve olabildiğince sessiz ve elbette ağaçlı ve gölgeli bir sokağa dalıyoruz yine.


Önümüze bir kilise çıkıyor. Ahenkli bir sesle dua okuyor papaz. İçeriye giriyorum, kimse yok papazdan başka. Öylece dinliyorum. Bir iki kadın geliyor, köşedeki mumlardan alıp, yakıp gidiyorlar. Hayat sakin sakin akıyor. Papazın sesi hoparlöre verilmiş ama sadece bahçeden duyulacak kadar.

Yürürken yürürken çiçek pazarına varıyoruz. Ondan sonra yine trafiğe kapalı bir meydan ve geniş caddeler çıkıyor karşımıza. Bir opera sanatçısı şahane bir şarkı söylüyor, etrafta oturan bir şeyler içen insanlar alkışlıyor. Ama para veren yok gibi. Aynı sanatçıyı akşam Old Town’da görmüştüm, yine para veren yoktu.

Meydandan dondurma alıyoruz, dondurmacıdan çıkınca bilin bakalım ne var? Ama siz de her soruyu biliyorsunuz; evet elbette park var. Oturup dondurmalarımızı yiyoruz. Yürümeye devam ediyoruz ve karşımıza daha önce de gittiğimiz, devasa heykelin olduğu 9 Nisan Parkı çıkıyor.

Dedim ya bu kent KESİNTİSİZ YEŞİL….


Yorulmuşuz, evde akşam yemeği yiyoruz. Menüde patlıcanlı kabaklı bir sebze yemeği ile pilav var. Zaten manavda patlıcan, kabak, patates, dolma biber ve karnabahar haricinde başka sebze görmedim. Gerçi Carrefour’da menşei Türkiye yazan taze fasulye de vardı ve çıtır olmamasına rağmen fiyatı da oldukça yüksekti. Ülkemizin yedi coğrafi bölgesi ve bereketli topraklarının en azından bundan sonrası için değerinin bilinmesi, ülkemizde bereket ve bolluk fışkırması dileğini fısıldıyorum içimden.



Bu akşam nihayet biradan Gürcü Şarabına sıra geliyor. Middle Sweat cinsinde; adı da Mildiani. Hafif tatlı, likörümsü ve kolay içimli. Şaraptan çok anlamayan biri olarak tadına bayılıyorum. Şaraba Ahmet Kaya şarkıları eşlik ediyor. Yarın salı ve son gün. Çarşamba sabahı evi toplar çıkar gideriz. Bende hep öyle olur; tatilin son günü isterse akşam olsun dönüş biletim; tatil modu kafamda biter ve ortama direkt yabancılaşırım. Otellere gidip yaz tatili yaptığımda da hep böyle oluyor. Bazıları son dakikaya kadar havuza girer, eğlenir, sanki tatil bitmemiş gibi. Ben öyle değilim; neden bilmem, bitmişse bitmiştir kafasına erkenden giriyorum.

Ve evet, son söz olarak demeliyim ki, bir şehir için ideal nüfus 1 milyon civarında olmalı. Tiflis gibi yani. Hal böyle olunca yeşil alan da yetiyor, gürültü de olmuyor, pislik de olmuyor.

16 milyonluk şehir mi olur yahu…

 DEVAM EDECEK….

Tiflis yazılarının tamamı   burada 

15 yorum :

  1. Barış Köprüsü'nün bir başka adı var, Tiflisli kadınlar tarafından takılmış. Muhtemelen biliniyordur ve oradan bir mizah çıkarılır diye ne olduğunu yazmıyorum:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ben gerçekten bilmiyorum :) Ama şimdi olmadı bu, çok merak ederim. Siz bana yorum yazın, isterseniz yayınlamam söz 😎

      Sil
    2. Ay evet gerçekten de benziyor b:)) Yayınlamadım yorumu söz verdiğim gibi :))
      Ama yanıtınız için teşekkürler

      Sil
  2. Telif hakları artık sende, istersen istediğin gibi kullanabilirsin:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. O zaman üstü kapalı "Always" marka bir ürün diyeyim de ortayı bulayım. Yıllar sonra bu yazıyı okurken acaba neydi neydi dememiş oluruz :))

      Sil
  3. Ben de en son böyle diyordum ki yazı da benzer bitmiş: Şehir dediğin 3 milyonu geçmeyecek:) Bi'de bixim millet çok geveze ve gürültücü oldu ya, çekilir gibi değil artık.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet, ben de aynı fikirdeyim :) Ben eğitim bakanı olsam, müfredata nezaket, sosyal medya etiği, toplumda nasıl davranılır gibi alt başlıkları olan "güncellenmiş ahlâk bilgisi" dersi koyarım. Kamu spotu olarak bunları Prime Time'da yayınlatırım...
      İşte bu yüzden beni de bakan yapmıyorlar 😎🥰🌺

      Sil
    2. 😎 Biz böyle iyiyiz, devam bence :))

      Sil
  4. Alkolle arası iyi olmayan ben bile merak ettim şu içtiklerinizden. :)
    İnsan varlığının az olduğu şehirleri, kasabaları idare etmek kolaydır. Hele bir de yöneticileri çevreciyse, sanatseverse o şehirde heykel de olur, yeşillik de olur. Halkın baştakileri örnek aldığını düşünürsek, ki tarih boyunca örnekleri mevcuttur, sokakların da çöp de olmaz, bağırıp çağırmaz da. :)
    Ben de kıskandım, hem de çok. Bütün iş saygıda bitiyor bana göre. Toplu taşımada bağırarak telefonla konuşuyorsa, geri kalan yolcuları hiçe saymaktır, ben konuşurum, kime ne, saygı da neymiş demektir. Bu sadece tek bir örnek...Ve sizin kıskanmakta sonuna kadar hakkınız var.
    Saat Kulesi epey dikkatimi çekti. Fotoğrafı büyütüp bakıp durdum. Eğikmiş gibi geldi bana. Sanki dayanak olmasa yıkılacak. Mimarisi de ilginçmiş. Görmek nasip olsun bana. :))
    İşini son dakikaya bırakmayanlardan biri de benim. Yoksa panik devreye giriyor. :)
    Çok şahane yazınız ve fotoğraflarınız için tebrik ediyorum sizi. Bir sonraki bölümde görüşmek üzere...:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yerel biralardan bu marka gayet yumuşak içimliydi, ben beğendim. Şarap ise muhteşemdi, kesinlikle deneyin derim 😊
      Bence Sovyetler zamanında bu konuda çok güzel düzenlemeler yapmışlar. Bakış açısı halkın mutluluğu, konforu ve huzuru olan bir yönetim şekli şart. Bir de eğitim şart tabii ki 😊 “Böyle heykele tüküreyim” diyen bir politikacı gördü bu ülke😊 Bilmiyorum, avamlığın bu kadar değer görmediği bir bakış açısı için kaç bin yıl gerekir? Bu kadar tahribat kaç nesil sonra düzelir, düşünmek dahi istemiyorum 😊
      Ben yer çöp atan, ne bileyim bağıra çağıra telefonla konuşan, zaart diye kornaya basan insanlarla empati kuramıyorum. Belki gerçekten de insan sandıklarımız insan değildir de toplumun düzenini bozmaya programlı robotlardır. Başka galaksilerden dünyayı bitirmek için gönderilmiş proje yaratıklardır😊 Robot oldukları için de onları anlayamıyoruz tabii 😊 Başka bir şey gelmiyor aklıma.
      Saat kulesi, çok eski değil, seksenli yıllarda modern mimariye bir eleştiri olarak inşa edilmiş. Kulenin eğik olması ve bir destekle sanki doğrulacakmış gibi inşa edilmesi bilinçli yapılmış. Bir çeşit mizah ve özgünlük olarak tasarlamış sanatçı. Zaten yamalı gibi duruşu da ilginç. Saat başı içinden kukla çıkmasına ise ben denk gelemedim. Bir keresinde saat tam 19’da oradaydım yine göremedim 😊 İnşallah siz de görür ve güzel fotoğraflarını çekersiniz.
      Evet işi son dakikaya bırakmamak huzurdur, ve yarattığı hisse paha biçilemez. Ben bırakın kendimi, başkasının işi ağırdan alıp son dakikaya bırakmasından bile panik ve huzursuz olurum, o derece yani 😊
      Bu şahane yorumunuz ve bıkmadan son bölüme kadar detaylı okumalarınız için asıl ben teşekkür ederim, sevgilerimle🌺🥰

      Sil
  5. parklar yeşillik en güzeli :) yurtdışında patlıcan ve ahmet kaya :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Parklar yeşillikler bizde de olsa bol bol yurtdışına gitmeye gerek kalmayacak olması "ne yaman çelişkidir." Bu arada görüldüğü üzere Ahmet Kaya'nın nereden çıktığı hiç belli olmuyor, her yerde insanın beynini ele geçirebiliyor :)
      Lütfen rica edeceğim, kabağın hakkını yemeyiniz :)
      Hem Tiflis'e gidip herkes haçapuri, hinkali yiyor. Marifet patlıcanlı kabak yemeği yemekte :)) 🌺🌺🥰

      Sil
  6. Ahmet Kaya şarkıları eşliğinde Gürcü şarabı.. çok hoş..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet, kendiliğinden gelişen şahane ikili 🥰

      Sil