15 Ekim 2024 Salı

Kşinev Gezi Hikâyem #1 – Metro, Uçağı Bekleyiş

Sevgili Günlük,

Evet, yeni bir “ekonomik, vizesiz ve pasaportsuz” ülke gezisinde yine beraberiz. Herkesler Yunanistan, Balkanlar, Amsterdam gezerken ben yine eski Sovyet ülkelerinden devam ettim. Moldova’nın başkenti Kşinev biletini yedi sekiz ay önce Pegasus indiriminden anlık bir kararla almıştık. Baktık Pegasus’ta indirim. Biletlerin hemen biteceğini de biliyoruz. Bende pasaport olmadığına göre, iki seçenek var. Ya Azerbaycan Bakü, ya da Moldova Kşinev…  Gerçi Ukrayna savaşı nedeniyle biraz kritik bir yer ama olsun dedik, Kşinev olsun… İki dakika içinde aldığımız biletlere şu anda Adana’ya bile gidilmez. Ülkem adına üzücü, bütçem adına sevindirici bir şey. Bir önceki yazımda “Bu ekonomik gidişata karşı nasıl ayakta kalalım” diyordum ya… İşte böyle. Ben de isterim Paris’e, Roma’ya gitmeyi; ama koşullar Kşinev diyor. İyi ki de  gitmişim. Güzel bir geziydi.  Haydi o halde başlayalım. Sayısını şu anda kestiremediğim uzunca bir yazı dizisi sizi bekliyor. Baştan belirteyim; bu bir gezi rehberi değil; gayet kişiye özel bir gezi hikâyesi...


Uçağa Giderken Hazırlık

Uçak 9 Ekim günü saat 18:20’de. “Dış hatlar için üç saat önce havalimanında olmak gerekir.” kuralına uyan içimdeki “Bayan Rottenmeier” 13:30’da evden çıkmamı emrediyor. Kendisine bugüne kadar hiç direnmedim. Gerek yok, büyük bir disiplinle planına uyuyorum.

Çok değil bundan sadece dört ay önce uçtuğum zaman Pegasus’ta 8 kiloluk kabin bagajı hakkım vardı. Artık yok. Ne yapalım, kapitalizm önce reklam yapar, sonra satar. İçtiğimiz suyu satıyorlar, havayı satmadıklarına şükrediyoruz. 12 kiloluk bagajımız hazır.  40*30*15 cm boyutundaki koltuk altı bagajını 3 kg ile sınırlamışlar.  Buna uymak için akşamdan hazırladığım şeyleri azaltıyorum. Her zamanki “kontrol listemi” yazdım. Kapalı ocağın fotoğrafını da çekerek yola koyuluyorum. Bu liste sayesinde “acaba ütüyü unuttum mu, ocağı kapattım mı” obsesyonlarından kurtulmak ise şahane…

Metrodaki küçük kız

Eve yürüme mesafesindeki havaalanı metrosuna biniyoruz. Çarşamba günü saat 14:00 civarı olduğu için metro neredeyse boş. On beş yaşlarında bir kız çocuğu pat diye önüme bir kart bırakıyor. Her yolcuya değil, bazı yolculara aynı karttan bırakıyor. Demek ki kendine göre bir seçim kriteri var.  Kartı tam okumuyorum, sadece göz gezdiriyorum. Ailesinden birilerinin hasta olduğu yazıyor… Böyle şeyleri detaylı okumak içime hiç iyi gelmez. Direkt çantadan para çıkarıyorum. Bu arada kız, dağıttığı kartları toplamaya başlıyor. İnsanlar para versin ya da vermesin, kartı geri aldıktan sonra önce verdiği kişinin yanaklarını öpüyor, sonra da sağ eliyle sert bir “çaak” yapıyor ve çantasından çıkardığı tükenmez kalemleri uzatarak birini seçmelerini istiyor. Bazı yolcular bu davranışa gülümsüyor, bazıları da yüzlerinde yanaklarını öpmesinden rahatsızlık ifadesiyle kendilerini geri çekiyor. Kızın yüzünde siyah cerrahi maske var bu arada. Tam öpmüyor, yanağını dokunduruyor sadece. Kendisi de gülümsüyor mu anlaşılmıyor. Sıra bana gelince elime tutuşturduğu kalemi istemsizce alıyorum. Sonra da vicdan azabı duyuyorum. Tekrar önümden geçmesini bekleyip zorla kalemi geri veriyorum.

Haşırt the Blackboard

Çok değil sadece dört ay önce Tiflis’e giderken yurt dışı çıkış harcına zam gelmiş, 50 TL’den 150 TL’ye çıkarılmıştı. Kşinev gezisinde ise 500 TL’cik ödüyoruz. Ne diyordu eskiler:

“Haşırt the blackboard…”

Madem yurt dışına çıkacak kadar zenginsin, elbette bunun bir harcı olmalı. El alemin ülkesi gelen turistten “ayak bastı” parası alır, bizde ise “adımını dışarı attın” vergisi var. Neden? Çünkü biz misafirperver bir ülkeyiz. Misafirden para mı alınır? Ne ayıp şey, duymamış olalım… Gelenlerin yerine elbette gidenler ödeyecek! Neyse işte bu “misafire katkı payı”nı internetten önceden ödemiş olmak, epey bir hızlandırıyor işleri…


Pegasus’ta valiz vermek için self servis köşesi yapmışlar. Dokunmatik ekranlı kantar diyebiliriz buna. Valizi koyuyorsun, ekrana uçuş bilgilerini girince kaç kilo bavul hakkın var gösteriyor. Sonra da tartı sonucu çıkan fişi bavula yapıştırıyorsun. Bizim satın aldığımız, daha doğrusu Pegasus’un uygulamasında oyun oynayarak bedavaya getirdiğimiz bavul hakkımız 12 kiloydu. Tam da 12 kilo çıkıyor valiz. Bingo. Nasıl oluyor böyle milim milim denk gelmeler? Çünkü içimize İsviçre çakısı kaçmış! Evde ince hesaplar yaparak hazırladık valizi. Eğer bavul 12 kilodan fazla çıksaydı, mesela 100 gram ya da 400 gram, ne olurdu hiçbir fikrim yok. Muhtemelen gram için bile para isterlerdi. Ya da sistemin içinde virgülden sonrası yuvarlanıyordur; bilemeyiz.

Suya Zam Gelmemiş!

Bavulu da verdikten sonra toplam bir saatte her şey halloluyor. Saat daha 16:00. Dijital ekranlara bakılırsa hangi kapıdan uçağa bineceğimizin bilgisi 16:50’de verilecekmiş. Ben de en yakın kapı olan 204’ün orada beklemeye başlıyorum. Oturduğum sandalyenin tam karşısında su benzeri şeylerin olduğu otomat var. Ve evet inanmayacaksınız ama son dört ay içinde otomattaki suya zam gelmemiş!

Görüyorsunuz işte ülkemizde güzel şeyler de oluyor! Dört ay önce bu otomatta yarım litre su 30 TL’ydi, yine 30 TL! İnsan ister istemez seviniyor bir şeylerin aynı kalmasına… Utanmasam ağlayacağım, o derece bir sevinç yani… Aman tahtaya vuralım da nazar falan değmesin.

Havaalanından Manzaralar

Ben de nasıl bir yere oturmuşsam etrafımda genelde Pakistanlı yolcular var. Çok çocuklu, çok çantalı insanlar…Tencere gibi bir kaptan yemek yiyorlar. İki sandalye sonrama bir kız oturuyor sonra. Sarışın. Çok yüksek sesle olmasa da sesli sesli video izliyor.

Hiç sıkılmıyorum. Daha önce de söylemişimdir; havaalanlarında oturup beklemekten hiç sıkılmam. Çeşit çeşit ülkelerden gelen insanlara bakmak, izlemek, hikâye uydurmak gerçekten de çok keyifli.

Bu arada elbette sosyal medyaya hiç bakmıyorum. Çünkü kafam artık tatil modunda. Ne buradayım ne orada. Şahane bir boşlukta gibiyim. Bu duyguya bayılıyorum.


Derken uçuş kapısı tam da öngörülen 16:50 saatinde açıklanıyor. 201 A; yani aynı koridorun sonu. Sadece beş on dakika geç gitmeme rağmen salonda oturacak yeri zar zor buluyorum. Uçak dolu demek ki… Şöyle bir bakıyorum bekleyen insanlara. Kadınlar çoğunlukta, Türk az gibi. Bir örnek giyinmiş, sırtlarında KUFAD yazan, sonradan Kuşadası Folklor grubu olduğunu öğrendiğim çocukların yoğun olduğu bir kafile gözüme çarpıyor. Her ne kadar ülkemizde haber değeri olmasa da demek ki hâlâ dünyada folklor yarışmaları yapılıyor, ne kadar hoş… Keşke denk gelebilsek gösterilerine…

Etrafa bakıp da bu kadar çok kadın ve özellikle tek erkek sayısını az görünce kendi kendime:

“Bu güzel bir haber, ülkeye girişte fazla beklemeyiz” diye düşünüyorum. Şimdi bu yazıyı yazarken böyle düşündüğüm için gülüyorum kendi kendime… Yarınki yazıda anlatırım detayları… Ne macera, ne macera...

3 Kiloluk Çanta Sorunsalı

Uçağın 15 dakika rötar yapacağı bildiriliyor. On beş dakikadan bir şey olmaz diyorum. Zira son zamanlarda uçakların saatlerce rötar yaptığına dair pek çok haber okumuştum.

Uçağa almaya başlıyorlar ama kapıda sıra tıkanıyor. Çünkü üç tane yabancı kadın, yanlarında pek çok çantayla uçağa binmeye çalışıyor. İngilizce bilmiyorlar, Türkçe de bilmiyorlar. Öyle duruyorlar kapıda, görevli anlatmaya çalışsa da anlamıyorlar. Benim milim milim ölçüp tarttığım 40*30*15 boyutundaki çanta var ya, işte onun neredeyse dört katı, hem de bir kaç tane çanta var ellerinde.

Aslında boyuta çok da takılmıyor görevliler, üç santim fazla beş santim fazla önemli değil. Çantanın tipine bakıyorlar, koltuk altına girer mi girmez mi diye.  Boşuna titizlendiğimi fark ediyorum bu konuda. 

Görevli inisiyatif kullanarak ölçüsü uymayan bir çanta için “hadi bu tamam da diğerleri kabine asla uymaz” derken haklı ama… Yani kurnaz mı diyeyim, bilinçsiz mi diyeyim ne diyeceğimi bilemediğim bu kadınlar yüzünden körüğe girişte bir darboğaz oluşuyor. Körüğün tam ucunda, uçağa girmeden önce kapı gibi bir yerden kadının bavullarını etiketleyerek bagaja indirdiklerine şahit oluyorum. Ücretlendirmeyi nasıl yaptılar acaba? Kadınlar “param ve kredi kartım yok” dedilerse?

İşte normalde asla akla gelmeyen böyle sorular seyahatlerde insanı düşündürebiliyor. Sadece bu nedenle bile olsa turist olmak güzel bir şey, gezmek güzel bir şey.

Uçuş tahminlerden kısa sürüyor. 15 dakika rötara, kalkış için öndeki üç uçağı beklememize rağmen 1 saat 20 dakika yerine 1 saat 5 dakikada Chisinau Havaalanına akşam 20:05’de iniyoruz.

“Her şey çok güzel, yaşasın seyahat çok güzel başladı!” derken, yeni bir sorunla karşılaşacağımızı nereden bilelim… “Turist olmak, beklenmeyeni yaşamak demektir “ cümlesini adeta kafamıza kazıyacaklar bunlar… Macera yeni başlıyor diyebiliriz.

Çok uzun oldu yine, kalemimi durduramıyorum. Buraya kadar sıkılmadan okuyanlar için;

ARKASI YARIN olsun o halde…

Kalın sağlıcakla ve sevgiyle 


4 yorum :

  1. Endişe etme, yazı su gibi aktı, o ince mizah işte... tadından yenmedi yine:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ederim, her zamanki zarafetiniz efenim 🙏🥰 O halde ucu bucağı görünmeyen, oradayken her sabah deftere kalemle yazdığım yazıların devamında da aynı keyfi alacak mısınız bakalım :) Sevgiler 🥰🌺

      Sil
  2. Bende bayılırım yolcu salonlarında oturup etrafı izlemeyi, hiç sıkılmam:) Zevkli yazı olmuş. Erken gitmek lazım tabi, ne olur ne olmaz yol hali. Bizde pasaportları yenilemeyenlerdeniz ve ilgi ile okuyorum pasaportsuz seyahat yazılarınızı, bize de kısmet olsun diye.sevgiler.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Biz blogger'ların ortak zevki sanırım bu, gözlem yapıp hikâyelere dalıp gitmek... Bence de şahane. Teşekkür ederim, yazıyı beğenmenize sevindim, umarım devamı da hoşunuza gider; sayfalarca yazdım oradayken; şimdi de geldim bloga aktarıyorum :) Umarım siz de keyifli gezilere çıkarsınız en kısa zamanda.
      Sevgiler 🥰🌺

      Sil