3 sene önce bugün sıcacık bir yazı yazmışım. Facebook hatırlattı, ben de yeniden paylaşayım dedim. Hazır okullar da açılıyorken nostalji olsun ...
Haydi bugün ilkokul nostaljisi yapalım. Herkes aklına gelen anıları anlatsın, biraz kafa dağıtalım, eğlenelim azıcık, ben başlıyorum önce.
Haydi bugün ilkokul nostaljisi yapalım. Herkes aklına gelen anıları anlatsın, biraz kafa dağıtalım, eğlenelim azıcık, ben başlıyorum önce.
Biz
siyah önlük giyerdik, beyaz ve sert diye hatırladığım
yakalarımız vardı. O yaka boynumu ne acıtırdı ne acıtırdı
hatırlıyorum. Sanırım kola ile sertleştiriyordu annelerimiz, iyi
ama neden öyle yaparlardı ki? Yani o yaka azıcık yumuşak olsaydı
da rahat etseydik olmuyor muydu, yok demek olmuyordu. İp gibi düzgün
ve bembeyaz olmalıydı yakalar, “yakası buruşuk ve kirli çocuğun
annesi!” ezikliğini yaşamak istemiyordu anlaşılan o dönemin
kadınları. İyi de ben sınıftaki bazı kızların dantelden
yakalarına hayran hayran baktığımı da çok net hatırlıyorum.
Onların annesi ne güzel örme yakalar yapıyordu yumuşak
yumuşak, bizim annelerimiz, yani çoğunluğun anneleri niye
yapmazdı ki? O dönem bu sorunun yanıtını bilmiyordum, ama şu an
bu konuyla ilgili sayfalarca yazı yazabilirim...
Sınıflar arası yaka sorunsalı |
Toplumsal
sınıfların ayrışmasının küçük belirtilerinden biriymiş bu yaka meselesi, ve
nasıl da kazınmış belleğime. Sınıflar arası fark ne acı bir
şeyse artık, küçücük çocukken gördüklerini yıllarca
unutamıyorsun, ne büyük travma!
Aslında
şimdinin gözlüğünden bakıldığında ne kadar masum görünüyor
değil mi, alt tarafı örme yaka, pahalı bir şey değil, sadece el
emeği. Ama o gün için öyle değildi işte, okulda herşeyin tek
tip olduğu dönemde o dantel yakalı kızlar, diğerlerinden
ayrıcalıklı olduğunu gösterirlerdi sanki, bildiğin “biz
üst sınıfız, daha zenginiz, daha aristokratız” tavrının
küçük bir emaresiydi bu yaka mevzuu.
Sadece yaka mı, kokulu
silgiler, değişik kurşun kalemler ve ille de keçeli kalemler!
Bazı çocukların çantalarında 12'li, hatta 24'lü keçeli
kalemler olurdu, ben ne kadar da özenirdim! Oysa ki keçeli kalem
dediğin şey saçmadır, deftere yazarsın, sayfanın arkasına
geçer, resim boyamaya kalksan boyayamazsın kalem biter hemen, ama
işte her çocukta yoktu ya, gözümüzde büyüyordu o rengarenk
keçeli kalemler.
Belki de bu yaşımda hâlâ kırtasiye dükkanlarını
gezmeyi sevmem, evde çeşit çeşit, renk renk kalem bulundurmam,
güzel kırtasiye malzemesi görünce işime yaramasa da dayanamayıp
almam o günlerin etkisidir, kimbilir!
Evdeki kalemlerim |
Benim
öyle renkli kalemlerim hiç olmadı çocukken, bir tane kurşun bir tane de
kırmızı kalemim vardı o kadar. O kalemleri kaybetmek söz konusu
bile olamazdı, yedekleri zaten yoktu, bittikçe alınırlardı,
kalemlere özenle bakılır, küçülüp ele sığmazlarsa eğer, uçlarına tükenmez kalem kapağı geçirilip kullanılırdı, hatta
bazı çocukların küçülen kalemlerin arkasına permatik sapı
takıp uzattıklarını da hatırlıyorum, kimse de ayıplamazdı.
Tutumlu olmak kabul gören bir değerdi çünkü, varlıkla hava
atmak ayıptı, ne güzel insani değerlerdi bunlar.
Kurşun kaleme tükenmez kalem kapağı takmak |
Bir
de çanta konusu vardı, öyle yok barbili çanta, yok süpermen
çantası, yok çekçekli çanta, yok sırt çantası.. Bizde çanta
denilen şey abladan kardeşe geçen siyah kilitli, bildiğiniz evrak
çantası gibi bir şeydi, ben lisedeyken ancak omza takılan çantam olmuştu. Senelerce kullanılır, yırtılmadan da
atılmazlardı, zaten sağlam çantalardı, yırtılmazlardı ki, özenle kullanmamız da cabası!
Dedim ya abladan kardeşe geçerdi önlükler de çantalar da! O zamanlar Türkiye tarımda ve hayvancılıkta kendi kendine yeten bir ülkeydi, bununla gurur duyulurdu, şimdiki gibi ineklerin yiyeceği samanın ithal edilebilme ihtimali hayal bile edilmezdi, iyi ki de öyleydi!
Dedim ya abladan kardeşe geçerdi önlükler de çantalar da! O zamanlar Türkiye tarımda ve hayvancılıkta kendi kendine yeten bir ülkeydi, bununla gurur duyulurdu, şimdiki gibi ineklerin yiyeceği samanın ithal edilebilme ihtimali hayal bile edilmezdi, iyi ki de öyleydi!
Günler bir "sarmal yay" gibi geçti gitti...
Biz
büyüdük ve globalleşti dünya!
Bana sorarsanız, doğanın
hunharca katledildiği, her yere betondan leş gibi iğrenç binaların yapıldığı, her şeyin ama her şeyin iki dakikada tüketildiği
şu modern(!) zamanlarda yaşamaktansa, keçeli kalemin
olmayıverdiği, sert kolalı yakalarla dolaşılan o günleri
elbette tercih ederim.
Söyleyecek laf bitmez, artık susma vaktidir!
Benden bu günlük bu kadar, anlatın bakalım sizin çocukluğunuzdan neler kalmış geriye, merakla bekliyorum.
Söyleyecek laf bitmez, artık susma vaktidir!
Benden bu günlük bu kadar, anlatın bakalım sizin çocukluğunuzdan neler kalmış geriye, merakla bekliyorum.
Sevgiyle
kalın efendim, insanlıkla kalın, özünüzle kalın...