Dün sabah
internete göz gezdirirken bir habere takıldım. Aynen şöyle
yazıyordu haberde:
"New York'ta
ünlü bir reklam ajansında sanat yönetmenliği yapan Matilda Kahl, son üç yıldır işe giderken aynı kıyafeti giyiyor. "Zamanımı
ve enerjimi kıyafetlere harcamak istemedim" diyen Kahl, her
sabah
hazırlanırken
işe geç kalma stresi yaşamaktan, giydiklerinin o günkü
toplantılara uygun olup olmadığını düşünmekten bıkıp
radikal bir karar almış.
Katıldığı
toplantılarda erkek çalışanların hiçbir zaman kıyafet seçme
stresi yaşamadığını fark eden Kahl, o günden sonra işe her gün
aynı kıyafetle gitme kararı almış. Çalıştığı günlerde
yeteri kadar yaratıcı iş üretmesi gerektiğini anlatan Kahl "bir
de giydiklerimle yaratıcı olmak için baskı hissetmek istemedim"
diyor.
Aynı
bluzdan 15 tane, aynı pantolondan ise 6 tane alan Kahl 3 yıldır üniformasını üzerinden çıkarmıyor."
Matilda Kahl ve üniforması! |
Bence
mükemmel bir karar. Bir çeşit “özel üniforma” gibi. Yani iş
yerinin seçeceği saçma iş kıyafeti değil, kendi seçtiğiniz
üniformayı giyiyorsunuz. Kıyafet konusunun gereğinden fazla abartıldığını düşünen benim gibiler için “işte budur!” dedirtecek cinsten hem de!
O
kadar çok faydası var ki... Her şeyden önce
“Oldu mu, olmadı mı; uygun mu, değil mi; yakıştı mı
yakışmadı mı”
stresinden kurtuluyorsunuz.
Daha
bitmedi...
“Gördün
mü Leyla'nın kıyafetini, yine podyuma çıkar gibi giyinmiş, o
dekolte de ne öyle, hiç de yakışmamış! Geçen gün de
babaannesinden kalma elbise giymişti, rüküş şey... Kadın ilgi
çekmek için elinden geleni yapıyor, yakında mayoyla gelirse hiç
şaşmam!”
söylemleri son bulur düşünsenize... Kahve içme bahanesiyle
yapılan ayaküstü beyaz yakalı dedikodularına yeni konular
bulunmak zorunda kalınır. Kim niye konuşsun ki Leyla'nın her gün giydiği kıyafeti!
İşin
bir de Leylagiller boyutu var tabii ki! Kıyafetiyle, görüntüsüyle
var olmaya çalışan Leyla'ya “Her gün aynı şeyi giyeceksin!”
deseler Leyla ne yapar! Önce afallar, ne yapacağını şaşırır!
Yaşam amacı elinden alınmıştır, kolay mı! İş yerinde ya da yaşadığı mahallede popüler olmasının tek nedeni sıradışı kıyafetleri, saçı, makyajıdır. Leyla eğer hergün aynı şeyleri giyerse silikleşir,
diğerleri gibi olur, eşitlenir... Eşitlenmek ne korkunç bir
şeydir onun için! Bakar böyle olmuyor, belki de İspanyolca kursuna gitmeye karar verir, ya da şarkı söylemeyi öğrenir. Kültüre yatırım yapmaya başlar, e
fena mı olur?
Patron
mutlu olur bu duruma. İş yerinde verim artar çünkü. Düşünsenize,
erkek çalışanlar Leyla'nın etek boyu veya dekoltesini düşünüp
hayal kuracaklarına işlerine yoğunlaşırlar. Leyla'yı kıskanan
kadın çalışanlar, kahve molasında konuşacak fazla konu
bulamayıp işlerinin başına kısa sürede dönerler. Kırk saat 'onu mu giysem, bunu mu giysem!' derdine düşüp işe geç kalan
kadınlar, zamanında görevlerinin başında olur. Bu durumda patron
niye mutlu olmasın ki!
“O
stil senin, bu tarz benim!” gibi yarışmalar anlamını yitirir, e
her gün aynı şeyi giyen kadın bu programları izleyip de ne yapsın! Açar belgesel izlemeye başlar... Acun bile belgesel
yayınlamak zorunda kalır. Düşünsenize 'survivor' yerine 'Apollo-9' belgeselinin Acun'un televizyonunda yayınlandığını, tam bir skandal, yoksa devrim mi demeliyim!
Mankenler ve modacılar da artık kendilerine başka
başka işler bulurlar...
"Elbise giyip podyumda salınarak yürümek" olarak tanımlayabileceğimiz mankenlik mesleği de tarihin çöp kutusuna gider böylece. İnsanlık bu durumdan zarar görür mü? Bu sorunun yanıtını size bırakıyorum.
Tekstil sektörü batmaz, niye batsın ki,
insanlar bir şekilde giyinecekler nihayetinde... Süsü püsü, pulu boncuğu olmayan düz tişörtler üretilir fabrikalarda. Korunma ve örtünme amaçlı giysiler...
Bir
de olayın alışverişe çıkma boyutu var!
Ben
mesela nefret ederim giysi alışverişi yapmaktan. Canları
sıkılınca “vitrinlere bakalım” diye mağaza mağaza gezen
kadınları hiç anlamam zaten. İhtiyacım varsa bir giysiye, yani
mecbursam satın almaya, olabildiğince küçük dükkanlara girmeye
çalışırım. Zira büyük alışveriş nerkezlerinin, mağazaların
kalabalığından çok ama çok sıkılırım. Oralara gitmek
zorundaysam eğer, açılış saatlerinde gitmeye çalırım ki
kalabalık olmasın diye... Matilda'yı işte bu nedenle bir kez daha
takdir ediyorum. Meğer aldığı kararın ne çok faydası varmış.
Ütü
yaparken düşünmüştüm geçenlerde. Ütüsüz giysi giymek ayıp
sayılmasaydı, ütü gibi saçma, sıkıcı, yorucu ve üstüne
üstlük elektrik enerjisini fazla tüketen bir eylem yapmak zorunda
kalmayacaktık!
Birisi ütüyü icat etmiş, sonra da ütü ticareti
yapanlar “buruşuk giymek ayıptır, medeniyetsizliktir!” gibi hiç bir yerde yazılı
olmayan görgü kuralını uydurmuşlar. Sırf bu görgü kuralı
yüzünden, bu kural yıkılamadığı için argeye milyonlarca lira
ayrılmış ve nanoteknolojik buruşmayan kumaş bile icat edilmiş! Peki
ama neden? Buruşuk giysek ne olur! Matilda gibi cesur biri çıkıp
bunu başlatsa, herkes buruşuk giyse ne olur!
Ne
olmaz ki!
Ütü
üreten fabrikalar kapanır, o fabrikalar kapanınca birçok insan
işsiz kalır.
Kuru
temizleme dükkanlarında ütü yapanlar işsiz kalır.
Benim en çok üzüleceğim şeyse son ütücülerin işsiz kalacak oluşudur.
Mağazalar
stoklarındaki ütüleri, ütü masalarını, ütü masası örtülerini, ütü sularını, askıları satamazlar ve iflas ederler. Onlar iflas
edince birçok insan işsiz kalır. İşszi kalanlar aç kalır,
evsiz kalır.
Ütü reklamı yapanlar işsiz kalır. Reklamlarda oynayıp dünyanın parasını kazanan tv starları para kazanmak için başka yollar aramak zorunda kalırlar.
Öte yandan milyonlarca
kilovatsaat elektrik enerjisi tasarruf edilmiş olur. Bu da doğaya katkı sağlar. Ütüsüz giyiniriz ama daha çok oksijenimiz olur, yani daha sağlıklı oluruz...
Hem ütü
yapmakla harcanan saatlerde belki daha çok kitap okunur!
.................
İşin
içinden çıkmak gerçekten de çok zor... Bence hepimiz doğaya
dönelim, doğala dönelim. Revolution gibi, ama silahsız haliyle...
Bu sabah yine çok mu uçtum nedir, gideyim en iyisi, sevgiyle kalın...