Bir
ara şüphelendim. Dedim ki usta sanki kitaptaki 379 sayfanın her
birinde, her cümlesinde başka başka sözcükler kullanmış gibi!
Yok canım dedim, hiç öyle şey olur mu dedim... Öyle bir
dans etmiş ki sözcüklerle, sanki hepsi başka başka gibi geliyor
insana! O nasıl bir lezzettir, okurken içiyorsunuz sanki her
yazılanı, hepsi birer yangınlı kor gibi yüreğinize işliyor.
Yok böyle bir derinlik, yok böyle bir güzellik...
Diyorlar
ya hani, Yaşar Kemal büyülü gerçekliğin üstadıdır diye,
sonuna kadar hak veriyorum bu yoruma. Çünkü Ölmez Otu,
aslında Çukurova'ya pamuk toplamaya inen ırgatların öyküsü
gibi, ama değil gibi. İnsan, bir fukaralığı, bir ırgatlığı
bu kadar mı güzel masalsı bir coşkuyla bezeyebilir! “Benim”
diyen yazarın harcı değil bu, gerçekten de dahi olmak lazım
böyle şeyler yazabilmek için. Bence Yaşar Kemal bir dahiydi,
kelimelerin dahisi... Nobel verseler ne olur, vermeseler ne olur
allasen... Güneşi “ipildeten” başka bir yazarımız var mı
sanki!
Yaşar Kemal'in büyülü dünyası |
Kitapta
anlatılanlar aslında “basit” diye tabir edilen hayatlar, ama
değiller işte. Öyle bir düş güçleri var ki; kartallara
hükmeden, efsanelere inanan, kendi içlerinde kendi masallarını
yaratan, o masalları yaşayan ve de yaşatan... Yoksulluktan kaçmak için sığınılan büyülü dünyalar, kırklara karışanlar,
“efendimiz” katına erişenler ve o kattan inip bir günde
eskisi gibi tekrar köylü olmaya devam edebilen kahramanlar...
Gökyüzünde kocaman karaltılar oluşturan kartal sürüleri,
sivrisineklerin sokmasından derisi kan içinde kalan ırgatlar...
Ama bu anlatılanların hiçbiri ajite edici değil, tam tersine, orada büyülü bir dünya varmış gibi, insanın dokuneveresi
geliyor yumuşacık pamuklara ve her şeye... Sanki oradaymış gibi, içine
domates katıldığı için şölen havasında yenilen bulgur
pilavının kokusu, insanın burnunun direğinde sızlıyor!
Ölmez
Otu'nu okuduktan sonra, Yaşar Kemal'in okumadığım ne kadar kitabı
varsa hepsini okumak için bir kez daha kendime söz verdim.
Böyle
değerlerimiz var; ve biz, bunun için çok şanslıyız...
Hiç okumadım biliyor musun, okumalıyım ben de.
YanıtlaSilEvet kesinlikle hepimiz Yaşar Kemal'in bütün kitaplarını okumalıyız...
YanıtlaSilSevgiler
Evde yazar, öyle güzel anlatmışsınız ki ustayı, ancak bu kadar olur. Bravo! Kitap okumaya çok geç başladığım için çok kaybım var. Ben okumadım henüz. Eşim biz evlenmeden önce okumuş "Ölmez Otu" nu. Yıllar geçmiş aradan... "Senin bulgur pilavını bu kadar çok sevmenin bir nedeni de sakın Yaşar Kemal olmasın." dedim. "Olabilir" dedi. Bu arada eşimin de size selamları var.:)
YanıtlaSilÇok teşekkür ederim, eşinize de sevgi ve selamlarımı iletiyorum. Kitap hakkında ne yazacağımı bilemedim önce, insan Yaşar Kemal hakkında ne diyebilir ki...
SilEn son yazdığı Ada dörtlemesine başlayacağım en kısa zamanda. Gerçek edebiyata zaman ayırmak lazım diye düşünüyorum, çıtır çerez kitaplar evet bazen kafa dağıtmak için gerekiyor ama, okuma zevkini doyurmuyorlar ki...
Yayla kuşlarıa benden selam söyleyin, meyvelerinizi fazla çalmasınlar :)
Ortaokulda tüm İnce Memed serisini bitirdim ... Gel gör ki sonrasında bir daha elime almadım ... Kendimden utandım yine ...
YanıtlaSilNe de güzel demişsin ...
Kelimelerle dans eden ender insanlar vardır ...
Fazla tasvir boğar beni ... Ama Yaşar Kemal sadece tasvir yapmaz ki .... Yaşatır , meraklandırır , dilinde tadı , gözünde canlandırdığı , kulağındakiler ..... Otlar bile canlanır ...
Emeğine sağlık ... Çok güzel ifade etmişsin canım
Sevgiyle kal
Ben de uzun süre ihmal etmiştim,ne büyük hata etmişim, iyi yazarları, iyi asnatı hep gündemde tutmalı insan, sevgiler :)
SilBizim hayatımızı anlatan bir kitabın adı olsun "Yayla Kuşları" :)
YanıtlaSilEvet çok güzel bir roman ismi olur, zaten romanın malzemesi de hazır. Sizin şahane günlüklerinizi kurgulamak için belki eşiniz olaya edebi açıdan el atabilir:)
Silgelin, burnunun direğinde sızlıyor tabirini burnunda tütüyor yapın...
YanıtlaSilikisi ayrı apayrı tabirler tanımlar çünkü...
biz de sizi okumaya devam edelim blogsözlük arkadaşınız da olarak..
murat örem...
Öncelikle o tabiri tam da istediğim anlamda kullandığımı belirteyim, dilerseniz siz okumaya devam etmeyin...
Silİkinci olarak da merak ediyorum, neden bazı blog yazarları başka bloglara tam da sizin yaptığınız gibi "öğreten adam" ya da "edebiyat öğretmeni" edasıyla yorum yaparlar hiç anlamıyorum. Hoş, bir edebiyat öğretmeni aynı şeyi yapsa yine tepki gösterirdim... Bu nasıl bir egodur, bu nasıl bir tatmindir gerçekten anlam veremiyorum. Açıkçası çok sevimsiz bir durum bu, size tavsiyem, başka bloglara da gidip aynı tepeden bakmacılığı yapmayın... Misafirliğe gittiğiniz evlerde de böyle misiniz yoksa...
bence gergin ve biriktirmiş bir gününüzdesiniz...
YanıtlaSilbu üslup çok da hatta hiç de size ait değil gibi...
yazılarınızda anlattığınız arzuladığınız, hedeflediğiniz dünyada, bu kadar tahammülsüzlük yok...kişiselleştirme yok...
ben bu nedenle yüzlerce ismi okuduğum gibi sizi de okudum, okuyorum, okuyacağım...bunun kararını izin veriniz ben vereyim...
bu tavır , ülkede olan biteni beğenmiyorsan, demokrasi anlayışımızı beğenmiyorsan, bizim gibi yaşamayacaksan hemen başka bir yere git tavrından ve dayatmasından farklı mı sizce...koparıp atarım tavrının katılığından farklı mı..
o zaman hayatın içindeki üslüpsuzluktan , dayatmadan, totaliter kafalardan neden yakınıyorsunuz , burası benim kuralları ben koyarım tavrı yapacaksanız farkınız ne olacak...herkes bunu gücü yettiğince yapacaksa bireyler grupplar birbiriyle nasıl temas edecek de çoğulcu bir düşünce iklimi hakim olacak...siz onlarca yazınızda bu tavırdan yakınmadınız mı...
teşbihler iyidir de...
siz bu blogun ev sahibi olduğunuzu mu düşünüyorsunuz...
kaldı ki ben blog yazarı olarak kurmadım o cümleleri , bir okur olarak kurdum...
bir şey söylüyorsunuz ve o söylediğiniz şeyi iyi söylüyorsunuz...
sizi model alanlar varsa ve yeni bir şey söylüyorsanız ama bu yeni bir şeyi yeterince açıklayıcı yapamıyorsanız gayet içten hatırlatanları neden bir kalemde silmeyi yeğliyorsunuz...
bunun egoyla ne ilgisi olabilir sizce...
öğreten adam ya da kadınlara bu düşmanlık niye ayrıca...
hepimiz bir yerlerde öğreten ama diğer yerlerde de öğrenen değil miyiz..
bir edebiyat öğretmeninin mesela yerinde uyarısı sizi neden rahatsız etsin...eder...
bu mu hepimizin hayalini kurduğu gelecek...
düşünen yazan insanların bugünkü tavrı bile buysa...
bu hedefe nasıl varılacak....
ben bunları inanın polemik için yazmıyorum...yazmadım...
her şeyin çok ama çok büyük bir hızla bilinçli olarak sığlaştırıldığı ve tekdüzeleştirildiği günümüz koşullarında, okuyup yazanlar olarak birbirimizden bu kadar kolay vazgeçme lüksümüzün asla ve kat'a olmadığını düşünüyorum...
zaten bunu bekleyen milyonlar var....
yüzlerce yorum aldınız bugüne dek...
ama yüzde doksanı sıradan cümlelerdi...
onlar mı kaldı aklınızda bunlar mı kaldı, kalacak...
sizi dönüştüreccek olan hangisi..
bence bir daha düşündüğünüzde çok gereksiz ve genel iklime çok uygun bir tepki verdiğiniz ve yanlış yaptığınız fikrine siz de yakın duracaksınız...
misafirliğe gittiğinizde bir dolabın yerinin işlevsiz olduğunu görüp bunu ev sahibiyle paylaşmanın da neresi kabalık ayrıca...
ilişkilerde insanlar birbirini dönüştürmeyecekse niye yazıyoruz anlatıyoruz....
bu yorumu yayınlamak zorunda değilsiniz...
ille yayınlayacağım derseniz de mutluluk duyarım...
ancak sizin bilmeniz de yeterli...
ben düşüncelerimi sizinle dostane paylaşmış olayım...
kararı elbette siz verin, vereceksiniz....
selamlarım ve iyilik dileklerimle....
murat örem.....
Öncelikle belirteyim ki o bulgur pilavının kokusu gerçekten de burnumun direğini sızlatır, çünkü bir garibanın bulgur pilavına domates koymasıyla mutlu olmasının kokusu burnunda tütmez insanın, ya da ben böyle hissettim, izniniz olursa tabii ki!
SilGelelim gergin olma olmama meselesine, evet bu tam da benim işte. Çünkü bana yukarıdaki cümleleri kurdurmak zorunda kaldınız! Bir yazı yazmışım, fikre katılıyor musunuz, yoksa katılmıyor musunuz bile belli değilken bana tekrar altını çizerek söylüyorum “öğreten adam” karikatüründeki tipleme gibi “o tabiri değiştirin, biz de sizi okumaya devam edelim” diyorsunuz? Bu sizn yaptığınız eleştiri değil ki, direkt adres gösteriyorsunuz “o tabiri değiştirin!” Ne münasebet, siz istiyorsunuz diye niye böyle bir şey yapayom mi?
Bugün kötü günümde değildim, ta ki sizin yorumunuza kadar! Bu tam da benim biliyor musunuz. Neden mi, çünkü sıkıldım artık. Kaç çocuk yapılacağından, nasıl giyinileceğine kadar her şeye karışılan baskı zamanlarındayız. Bu tavır “beğenmezsen git tavrı” evet, tam da dediğiniz gibi. Çünkü her şeye yıllardır karışılıyor, küçücük alanlara hapsolduk, bir tanesi de şimdilik bloglar! Evet burası benim iç dökme yerim, bırakın da yazıp mutlu olayım, gerçekten koparıp atıyorum artık beni mutsuz eden insanları, çünkü dedim ya sıkıldım! Sıkılma ve veto etme hakkımı kullanıyorum, bunu sadece size karşı değil, özel hayatımda arkadaş dediğim insanlara karşı da yapıyorum. Polemiğe girmeyi sevmiyorum çünkü...
Yaptığınızın tam da egoyla ilgisi var, çünkü öğreten adam'lar yerine hisseden, hissettiren, sevdiren insanlara ihtiyacımız var. Bir edebiyat öğretmeni de sizin gibi davransa evet kabul etmezdim. Gel, “olmamış, burasını değiştir” de, benim hissiyatımı düşünme, emeklerimi hiçe say ve ben susayım öyle mi! Hayır, burası ne bir edebiyat sınıfı, ne de beni okumak gibi bir mecburiyetiniz var!
Bir de şu var, bu ülkede solcular birbirlerini kıyasıya eleştirmekten, sizin örneğiğinizde olduğu gibi gereksiz yere polemik yaratmaktan iki adım öteye geçemediler, bakın halimize? Biz birbirimizle uğraşırken neler oluyor dışarıda farkında mısınız?
Sonuçta, yazdıklarınızdan ötürü hala sinirliyim, hala gerginim. Ben bu blogu bunun için tutmuyorum, bilmem anlatabiliyor muyum? Uslubunuz ve takıldığınız konu son derece yanlıştı. Dönüşmek ve gelişmek böyle olmaz.
Evet misafirliğe gittiğimde dolabın yeri hakkında yorum yapmam, eğer bana fikrim sorulmadıysa! Çünkü bana aynı şey yapılsa üzülürüm, ben dolabın o şekilde olmasını istiyorumdur çünkü, belki benim için ince bir anlamı vardır, o gelen misafirin üstüne vazife midir evimin dizaynı hakkında yorum yapmak...
Çok kızgınım, dedim ya sıkıldım. Hele ki okuyan yazan insanlar birbirlerine tepeden baktıkça daha çok sinirlenmem de ondandır! Bırakın herkes ne istiyorsa onu yazsın, siz kendi pencerenizden ne görüyorsanız o kadarını alın, her şeyi bildiğinizi sanmayın...
Çok yordunuz beni, yazık, hem de çok yazık...
Yaşar Kemal'in en çok kelime dağarcığının müthiş geniş olmasından etkilenirim. Çok zengin sözcük kullanımı var.
YanıtlaSilKesinlikle ve insan okurken şaşırıyor o kelimeleri daha önce hiç duymadığına..
SilBen nasıl olmuş da sizi farkedememişim.Serhat Ocak oğlum, beğendiği bloggerlardan söz ederken geçti adınız.Facede bir paylaşım getirdi beni bloğunuza.Tam iştahla okudum ki , sonrası malum.Aslında öyle bir devirde yaşıyoruz ki, birbirimize daha tedbirle yaklaşmalı, neredeyse sığınağımız olmuş bloglarımızdaki zaten tetikteki keyiflerimiz mükemmeliyetçi olduklarını düşündüğüm eleştirmen misyonu üstlenmiş kişiler tarafından kaçırılmamalı.Bilgi yarış için değildir.Başkalarının silahlarıyla savaş da olmaz, barış hiç olmaz.Okumak, değişik fikirleri kendisini kanıtlamış yazarların dilinden anlamak içindir bence.İnsan ruhundan anlamaya çalışma gayretini, düşüncelere saygı göstermeyi de gerektirir, aksi başka şeyler düşündürür insana.Kusur bile diyemiyeceğimiz bir saptamayla, seksen ya da yüz, belki de yüz elli km tadında giden bir paylaşıma fren yaptırmamalı, gönülleri kırmamalıyız.Şimdi bir kaç yayınınızı okuyup bloğuma gideceğim.Sağlıcakla kalın.
YanıtlaSilÇok teşekkür ederim, içimi serinleten güzel sözleriniz için, sevgilerimle.
Sil