Dört beş sene freelancer olarak
çalıştıktan sonra iki sene önce tekstile geri döndüm biliyorsunuz. Ne oldu
sonra? Tabii ki feleğim şaştı. Ne doğru dürüst kitap okuyabiliyorum, ne doğru
dürüst sanatla ilgilenebiliyorum, ne de doğru dürüst yazı yazabiliyorum artık.
Baba Sahne oyun yazma yarışması açmış mesela, Ocak’a kadar da vakit var. İçim
gidiyor ama ne mümkün! Aslında bu durumdan yakınmaya hakkım da yok. Çünkü kimse
kolumdan tutup zorla fabrikaya atmadı ya beni. Her şeyi bilerek ve isteyerek
kendim yaptım.
Suçlu benim hakim bey! Peki benim
suçum ne hakim bey?
Bir işte çalışmayı istemek suç mu? Bu işin bir ortası yok mu? Evde çalışsam
hareketsizlikten canım sıkılıyor, işe gitsem yorgunluktan başka bir şey yapmaya
vaktim kalmıyor! Suçlu kim hakim bey?
HAKİM BEY : (Güçlü ve babacan bir
sesle)
Suçlu kapitalizm kızım.
BEN: (Kendini acındıran bir sesle,
hafif ağlamaklı )
Peki çözüm ne hakim babacığım? Ben
nasıl mutlu olacağım?
HAKİM BEY : (Deneyimli ve Hulusi
Kentmen sesi ile)
Söyle kızım, nedir canını bu kadar
sıkan durum? Derdini söylemeyen derman bulamaz!
BEN: (Çok düşünmekten ezberlediği
şiiri bir çırpıda okuyan ilkokul çocuğu heyecanı ile)
Sabah 05:56’da kalkarım
Bir yumurtayı suya atarım
Soğumuş ekmek, biraz da zeytin
Aman efendim ne de zor yeniiir….
HAKİM BEY: (Şaşkın ses tonuyla,
biraz da meraklı)
Bu şarkı değil miydi kızım! Sanki
biraz deforme olmuş!
BEN: (Heyecanı devam eden kız
çocuğu sesi ile)
Daha bitmedi şarkım Hakim
Babacığım.
HAKİM BEY: (Biraz sabırsızlanmış
baba sesi ile)
Haydi çabuk ol biraz, adaleti
geciktirmeyelim! Zaten trenin son düdüğü çalıyor yavrum evladım.
BEN: (İşçisin sen işçi kal
modunda, biraz büyümüş insan sesiyle, hızlı hızlı, gramersiz)
Saat altıda kalktıktan sonra evi toplayıp duş alıp kahvaltı hazırlayıp kahvaltı yapıp saat tam
yedide servise binip sekizde işte olup sadece on dakika yemek molası vererek
tam on saat on beş dakika çalıştıktan sonra akşam altı çeyrekte çıkıp servise
binip trafik iyiyse yedi buçuğu beş geçe evde olduğuma sevinip trafik kötüyse
asla arabeske takılmayıp ve fakat Beyaz Türklere özgü bunalımları taklit edip sekizde evde olup ocağın altını sonuna kadar açıp
saçma sapan hızlı bir yemek yapıp sekiz buçuğa doğru yiyip bulaşıkları makineye
koyacak gücü olmayıp ikili koltukta biraz televizyona bakıp dokuz buçuğa doğru
uyuklayıp sonra uyuyup sonra gece üç buçukta uyanıp işle ilgili sorunlar düşünüp sonra tekrar uyuyup sabah 5:56’da çalacak saatten bir iki dakika önce uyanıp…
HAKİM BEY: (KIzgın ve otoriter bir sesle)
Tamam kızım, sen artık sus. Şimdi
herkes ayağa kalksın. Karar!
İsviçre Medeni Kanunu’nun
sekseninci maddesi ve birinci fıkrasına göre günde dört saat çalışılmasına…
BEN: (Çok mutlu ve hayalci ses
tonumla)
Hakim Babaaa, sen çok yaşaaa,
sistem feda olsun sanaaa...
HAKİM BEY: ( Mahmut Hoca edasıyla)
Otur kızım, tezahüratı da kes! Herhalde böyle bir karar vereceğime inanmadın
değil mi! Sen bu ülkede işsizlik oranı ne biliyor musun? Sen çıksan o işe
senden daha az maaşa kaç kişi razı olur haberin var mı? Haberin var mı taş
duvar, demir kapı kör pencere?
Hem Hulusi Kentmen gibi hakim
hayal et, hem İsviçre koşullarında çalışmıyorsun diye üzül, hem yazar olmayı iste, hem de taze fasulyeyi soğuk
ve zeytinyağlı yeme konusunda ısrarcı ol! Sana diyecek lafım yok. Sanki dışarıda
da Tarık Akan ve Gülşen Bubikoğlu ağaçlardan ağaçlara el ele koşuşturuyor!
BEN: Bir bardağın yarısı dolu
mudur boş mudur Hakim Baba? Yumurta mı civcivden çıkar, civciv mi kümesten! Olmak mıdır olmamak mıdır mesele? Yoksa Bir Baba Hamlet'in dediği gibi "Var olmak mıdır, yoksa yok olmak mıdır temel çelişkimiz? "Toma"domatesin
İzmirce kısaltması mıdır, ağaçlar neden yaşken eğilir…
Lir lir lir lir lir…