4 Ocak 2025 Cumartesi

Artık Selçuk Tepeli İzlememeye Karar Verdim, Peki Hangi Haberleri Önerirsiniz?

Yıllardır alışkanlığımdır, çalışırken eğer işten geç gelmediysem; çalışmazken de saatine göre ayarlama yaparak akşam haberlerini izlerim. Dijital çağda hâlâ mı dediğinizi duyar gibiyim, evet hâlâ akşam haberlerini tv’den izleme alışkanlığım var. Epeydir Now Tv’de Selçuk Tepeli’nin haberlerini izliyordum; dün akşam büyük bir aydınlanmayla bu kötülüğü artık kendime yapmamaya karar verdim!

Evet, “Sesdeş” kanallardan tek perdede yapılan yayınları duymak istemiyorum, bünye farklılık arıyor. Ama sanırım daha da farklısını bulmam lazım. Selçuk Tepeli iyi okullardan mezun olmuş, çok bilgili, çok dil bilen biri olabilir; bir diyeceğim yok. Ama öyle bir stres yüklüyor ki izleyiciye! Ben şahsen dün kendi kendime “Manyak mısın bu haberleri dinleyip kendine eziyet ediyorsun?” dedim.

İlk başladığı zamanlarda kibarlığı, kitaplardan alıntılar yapması ve bilgisi ile gerçekten de göz dolduruyordu. Ama özgüven patlaması mı yaşıyor bilmiyorum, artık sadece anksiyete yüklüyor bünyelere.

 Dün fark ettim ki, Selçuk Tepeli izlerken kalbim daha hızlı çarpıyor, geriliyorum ve mutsuz oluyorum. Kendime bu işkenceyi niye yapayım? Amaçları insanları sinir edip toplumu daha da germek; bizler de af edersiniz koyun gibi bunların gazına geliyoruz… 

Niye ya? Now Tv çok mu düşünüyor sanki sizi beni! Dertleri reyting rekorları kırıp daha çok kazanmak değil mi? Bizi çok düşünselerdi, yani kendilerine para kazandıran izleyiciyi düşünselerdi yeni yıl gecesi beş kuruş harcayıp iyi kötü özel bir program yaparlardı değil mi? Ne yaptılar? Bir dizinin yüzüncü tekrarını verdiler yeni yıl gecesi!

 O halde ben de kendimde eleştirme hakkı görüyorum…


Her akşam güya haber anlatmak adına bize negatif enerji yüklüyorsunuz Sayın Tepeli!

Tamam ülke gündeminin kendisi kötü de birisi televizyondan gözlerini kısıp sinirli sinirli soluyarak ;

“Bütün bunların zararı sizedir. Bu paralar sizin cebinizden çıkıyor. Daha bunlar iyi günleriniz…”

gibi şeyler söylerse insan anksiyete bozukluğu yaşamaz mı?

Sayın Tepeli’ye sormak isterdim “Sizin cebinizden, sizin hakkınız…” falan diyor da kendisini nerede konumlandırıyor acaba? “Siz” yerine “biz” dese, mesela “bu yanlışlıkların cezasını biz çekiyoruz” dese belki bu kadar kızmazdım kendisine…  

Halktan yanaysan dilin de söylemin de halktan yana olacak! Öyle kendini kenara çekip “Siz daha da kötü olacaksınız, berbat şeyler yaşıyorsunuz…” falan derse birisi “Bir dakika ya, bu adamın amacı ne?” diye ister istemez düşünür insan…

Ah be dostlar, bütün bunlar hep manipülasyon… Elbette “Siz daha kötü olacaksınız!” diyecek günümüzün haber sunucusu! Onun görevi millete gaz vermek! Haber saati bitince ortalamanın kim bilir kaç katı aldığı maaşla hayatına geri dönecek; canı çok sıkılırsa atlayıp Fransa’da orada burada gezecek, olmadı çiftliğinde toprakla uğraşıp stres atacak…

Kibrinden bahsetmiyorum bile… Televizyona çıkanlarda neden böyle kibir oluşuyor acaba? Eskinin habercileri, spikerleri böyle miydi, ne kadar mütevazı ve kibar insanlardı!

Selçuk Tepeli belli ki muhalefeti de beğenmiyor, hatta küçümsüyor… Laf arasında bir şeyler geveliyor, tavrı tamamen şu:

“Böyle muhalefet de yapılmaz, ben en iyisini en doğrusunu biliyorum da neyse işte…”

Yani kendini sıkışmış hisseden, Sayın Tepeli'nin sinirle söylediği şeyleri iliklerine kadar yaşayan sıradan muhalif vatandaşa şu mesajı veriyor alttan alta:

“Hiç şansınız yok. İktidar böyleyse muhalefet de zaten şöyle…”

Eee, ne yapsın sıradan vatandaş Sayın Tepeli? Kime güvensin, size mi güvensin? 

Bu tarz habercilerin yaptıkları şey aslında çöpleri sokağa yaymak! "Bakın" diyorlar;  "Sizin mahallede bu kadar çöp var! Siz çöp içinde yaşıyorsunuz” diyorlar. Kendileri başka mahallede yaşıyor çünkü!

Eskiden ana haber bültenlerini asla duygu katmadan, pırıl pırıl bir Türkçe ile sunan, aldığı nefesi mikrofona yansıtmayan, diksiyon eğitimi almış; ayakta oradan oraya gezinmeden, el kol işareti yapmadan, medeni medeni oturarak işini "olması gerektiği gibi yapan" spikerler vardı. Haberlere spikerin “duygusunu, yorumunu” ekleme modası çıkınca, her şeyin de tadı kaçtı bence. Aslında toplumdaki kutuplaşmanın eseri bütün bunlar.

Bir de eskiden ana haber bülteni bitince hava durumu, ardından spor haberleri sunulurdu; kültür sanata da mutlaka yer verilirdi.

Şimdilerde amaç, kanal muhalifse sadece berbat şeyleri anlatmak… Değilse de her şeyin ne kadar "tıkırında" gittiği yalanını empoze etmek...

Madem Now Tv’den açtık örnek vereyim. Saat 19:35’e kadar haberleri veriyorlar, sonraki 15 dakika ise sadece üçüncü sayfa haberleri yer alıyor bültenlerinde. Saçma sapan şeyler; ama duygusu mutlaka kötü olacak! Şiddet, bunalım, olmadı kaza haberleri... Hatta bazen ülkemizden böyle haber bulamazlarsa Amerika’dan falan sıradan bir kaza haberi bulup veriyorlar. Neden? Bu ülkenin insanları mutsuzluktan anksiyete geçirsin diye mi? Bence tam da bunun için; çünkü oradan para kazanıyorlar!

 Tamam kötü şeyler yaşanıyor olabilir de bu ülkede mesela hiç mi sergi açılmıyor, hiç mi konser verilmiyor, hiç mi güzel şeyler olmuyor kültür adına sanat adına?

Demem o ki sevgili dostlar; bugünden itibaren Selçuk Tepeli ve benzeri anksiyete yükleyen, manipülatör habercileri izlemeyeceğim!

Varsa akşamları izleyeceğim şöyle sakin, yalansız dolansız, yansız, sesdeş olmayan bir kanal ve haber spikeri öneriniz, çok memnun olurum.

Stressiz, huzurlu bir gün dilerim efenim,

Sevgilerimle 🌺



Devamını Oku

3 Ocak 2025 Cuma

Dün, Ferdi Tayfur Şarkısı Eklemiştim Bloga...

Dünkü yazıma son anda bir şarkı eklemek istedim. Bu şarkı da hiç dinleme alışkanlığımın olmadığı Ferdi Tayfur’a aitti. Kendime ben bile şaşırdım aslında.

Şarkının adı “Çiçekler açsın, Böcekler Ötsün” Belki de rahmetlinin en neşeli şarkısıdır. Rahmetli diyorum; çünkü dün ben o şarkıyı eklerken yazıya, belki de tam o saatlerde Ferdi Tayfur bu dünyadan göçmüş... Akşam haberlerde öğrenince biraz ürperdim açıkçası bu denk gelişe. Bazen böyle olur bana. Bir şeyleri hissederim ama yorumlayamam, yorumlasam zaten başka biri olurdum. Ama psişik bir tarafım olduğu kesin.

Müslüm’ün bir iki şarkısını, özellikle de son dönemlerdeki şarkılarından bir iki tanesini sever kırk yılda bir de olsa, efkârlanınca açar dinlerim. Teoman şarkılarını güzel söyler. Filmini, özellikle Timuçin Esen’in şahane oyunculuğunu severek izlemiştim. Ama açıp da bir Ferdi Tayfur şarkısı dinledim desem yalan olur. Bir dönem barlarda gitar ile modernize edilmiş Orhan Gencebay şarkıları çok moda olmuştu. O zaman da sevmedim. Arabeski hiç sevmedim; ama Türkiye’de yaşadığım için elbette bu şarkılara çok maruz kaldım. Bir dönem dolmuşlarda, şehirlerarası otobüslerde ne çok çalınırdı bu şarkılar. Hep hüzün, hep çaresizlik, hep ezilmişlik...

Şimdilerde acılı arabeskin yerini acılı rap aldı bence.

Çocukluğumda ablalarım Ferdi Tayfur’u çok severlerdi. O zamanlar sanırım Orhancı Ferdici diye arabesk fraksiyonları vardı. Orhan bence biraz daha şehirlilere, sanki biraz daha zenginlere hitap ediyordu. Ferdi halka, kasabalara daha yakındı; çok daha acılıydı. Müslüm bizim oralara pek uğramadı. Sonrası çorap söküğü gibi zaten. Acıların Kadını Bergen, boynu bükük Küçük Emrah, inşaat işçisi İbo, ardından küçük şarkıcılar modası, Küçük Ceylan…

Ne ağlattılar yurdum insanını… Ağlamak isteyenlere organik türkülerimiz, bozlaklarımız, uzun havalarımız vardı oysa… Arabesk ile âdeta beyinler uyuşturuldu o dönemlerde. Bir taraftan da ülkemize serbest piyasa hızla girdi, gelir adaletsizliği arttı. Arabesk şarkıların yükselişiyle birlikte adeta hayatımız da arabesk bir çamura bulandı.

Çocukken, kasabamızdaki sinemaya Ferdi Tayfur filmine beni de götürdüklerini hayal meyal anımsıyorum. Sinemadan çıkarken herkesin ağlamaktan gözlerinin kıpkırmızı olduğunu da... Filmde ya âşıklar kavuşamamıştır ya birileri ölmüştür ya çok fakirlerdir… Elbette fonda acılı arabesk şarkılar… O dönemlerde arabesk şarkıcıların hemen hemen hepsi film de çevirirdi. Daha doğrusu şarkılara film yazılırdı. Bu filmlerde hayatın zaten acımasız olduğu, bu hayatta eşitliğin ve adaletin asla olmadığı, ne kadar çabalasan da kaderine razı gelmen gerektiği işlenirdi bilinçaltlarına. Bana kalırsa; seksen sonrası gençlik hak aramasın, baş kaldırmasın diye piyasaya sürülmüş bir türdür acılı arabesk.

Eski iki katlı evimizde ablamla kaldığım odada Ferdi Tayfur posteri asılıydı, anımsıyorum. Hatta eğer hafızam beni yanıltmıyorsa, o ev apartman furyası zamanında yıkılırken riske girip yıkıntılar arasından o posteri çıkarmıştı ve yeni eve de asmıştı ablam.

Türkiye’nin genetik kodlarıyla oynandığı dönemler… Şahane türkülerimizin yerini alan “acılı arabesk” ile yavaş yavaş sancılı bir topluma dönüştürüldük. Ezilmişiz, hayat zaten bize gülmemiş, kaderimiz böyleymiş, değiştiremiyoruz madem batsın bu dünya, ben zaten her acının tiryakisi olmuşum ile kabulleniş… 

Acılı arabesk sonrasında biraz daha yumuşatılmış piyanist şantör döneminden etkilendim ben. Lise yıllarımda ablamların yeni favorisi olan Ümit Besen’i severdim. Ruhumun arabesk kodları Ümit Besen’e daha yatkındı demek ki. Neyse ki üniversiteye İzmir’e gittiğim yıl Zülfü Livaneli, Yeni Türkü, Grup Yorum ve o zamanlar “özgün müzik” denilen tür ve elbette türküler girdi hayatıma da, arabesk yolculuğum piyanist şantörlerle sınırlı kaldı ve çabuk bitti.

Hatta burnumuz öyle havadaydı ki o zamanlar; Ahmet Kaya’yı arabesk söylediği için sevmezdik. O derece nefret ederdik arabeskten ve tınılarından...  Şanslıymışım diyorum. Eğer o arabesk furyasına kapılıp gitseydim ne düştüğümde ayağa kalkabilir ne hayatıma yön verebilir ne de bugünkü kişiliğime kavuşabilirdim.

Hâlâ şaşkınım; dün hayatımda ilk kez bir yazıma Ferdi Tayfur Şarkısı ekledim ve Ferdi Tayfur aynı gün öldü…Bu da kayıtlara böyle geçsin sevgili günlük. 

 Her ne kadar bende bir izi olmasa da ruhu huzur bulsun Ferdi Tayfur’un… Sevenlerine baş sağlığı diliyorum...


Devamını Oku

2 Ocak 2025 Perşembe

Yılın İkinci Gününde Bir Bahçem Olsun Hayalini Abartalım

Yılın ikinci günü, bugün yine hava çok güzel. Aklıma ne gelirse yazma çabasına devam ediyorum, bakalım nereye kadar sürecek bu macera…

Dışarı çıkabilsem çok daha güzel olacak aslında.

Ama sanki içimde bir güç var, beni hep engelliyor.

İşe giderken nasıl çıkıyordum yağmur demeden çamur demeden.

Mecburiyetler ve keyfiyetler demek ki…

Şöyle diyorum, şahane kocaman bir bahçem olsa. Hangi ağaçları dikerdim?

Bir kere vişne olacak kesin. Sonra kızılcık, sonra mürdüm eriği, sonra mor üzüm. Ve mutlaka leylak ağacı olmalı ve misler gibi kokutmalı bahçeyi. Bence ayva da olsun bir tane. Şeftali, elma ve armut da olsun. Yağ armudu diyorlar, kocaman sapsarı olandan… Bir de portakal ağacı, yanına da limon yakışmaz m? Hadi bir de kumkuat dikelim yamacına. Dut olmasın, yerlere dökülür uğraşamam onunla. Ama muz olabilir bak. Bu yaz tatilde ilk kez dalında muz gördüm, çok güzeldi.


Peki sadece ağaçlar mı olacak bahçede?

Bir köşeye çilek ekmek isterim. Bir de ot köşesi yaparım. Nane, maydanoz, dereotu, mor reyhan sonra. Sahi yazın kuruttuğum reyhanlardan çay mı yapsam, bak iyi geldi aklıma. Salkım domates de mi eksem bir köşeye, belki yanına da karpuz… Dalında karpuz hiç görmedim, ilk kez kendi bahçemde tanık olurum büyümesine… Şahane olmaz mı?

Peki ya çiçekler? Bu bahçede çiçek olmayacak mı?

Olmaz mı iki gözüm, elbette çiçekler de olacak. Bir köşede kokulu yediveren gülü, kendiliğinden yedi kere açacak her sene. Sonra bir köşede ortancalar olmalı, pembeli ve mavili karışık. Ama ortanca gölgede yetişmez mi? Tamam işte ben de ortancaları bahçe duvarının dibine, bol yapraklı bir ağacın gölgesine dikerim. Dert dediğin böyle olsun yeter ki…

Peki başka ne çiçekler olsun bu bahçede?

Bence şebboylar da olsun. Akşam serinliğinde mis gibi koksunlar. Biraz papatya köşeye, sonbahara doğru kırmızılı sarılı kasımpatıları da ekerim. 

Sen ne unuttun?

Ne unutmuş olabilirim? 

Begonvilleri mi? Onları en sona sakladım.

Bir küçük okuma köşesi yapmayacak mısın bu bahçeye?

Asmanın altına olur mu?

Çok da güzel olur.

Ananas ağacı olur mu peki? Ya da ejder meyvesi? Belki de kivi?

Biliyor musun, hayalleri de bir yerde durdurmalı insan.

Senin de durun durağın yok, ha deyince koşturup gidiyorsun.

Evet öyle; yeter ki bir başlayayım, hayal olsun gerçek olsun kimse tutamaz beni sonra…

İyi o zaman, unuttuğun bir şeyi söyleyeyim sana…

Neymiş?

Bahçe kapısını saracak mis gibi kokan yaseminleri unuttun; bahçe çitini süsleyecek melisaları unuttun. Bir de ne unuttun biliyor musun? Lavantaları unuttun…

Hadi yaaa, nasıl dikmem bahçeme lavanta!

Hemen dikiyorum, ohh mis gibi kokuları şimdiden burnuma geliyor!

Çok güzel oldular, hadi sen de gelsene….

Bir de şarkı patlat da bari, sürrealizmi arşa çıkaralım..

Emrin olur, işte şarkı da geldi...



 


Devamını Oku

1 Ocak 2025 Çarşamba

2025'in İlk Pozitif Yazısı


2025’in ilk günü bugün.

Yazdım yazdım, bir de baktım ki çemkirme yazısı olmuş; sildim sonra. Söylenen insan gibi yeni yıla başlamanın ne alemi var şimdi! Bakış açımı pozitife çevirerek yeniden başlıyorum yazıya.

Efendim bu sene yeni yıla ülkece coşkusuz girmiş olabiliriz. Buna hayıflanmak yerine bir de şöyle düşünelim; geçmiş yıllarda yeni yıla coşkulu giriyorduk da başımız göğe mi eriyordu? Belki de bu sene bizim yükseliş senemiz olacak. Mesela kendimden örnek vereyim. Eskiden Eurovision şarkı yarışmasını her sene büyük bir coşkuyla izlerdim. 2003’de değil izlemek, televizyonu açmadım bile.  Öyle bir umutsuzluk hali yani. Sabah bir de baktım; her yerde bizim şarkımız çalıyor; Sertap birinci olmuş! Önce “Tüh kaçırdım o ânı” dedim, ama sonrasında düşündüm; izleseydim belki de birinci olmayabilirdi şarkımız! Haticeye değil neticeye bakmalı bazen. Belki 2025 de böyle sürprizli bir yıl olur! Öyle şeyler olur ki, kişisel ve toplumsal tarihimizde şahane dönüm noktaları yakalarız her birimiz; neden olmasın…

Beklentiler ve gerçekler arasındaki fark ne kadar büyürse, insan o kadar da şair oluyor azizim.

Dün, yeni yılımı kutlarlar diye hafiften beklentiye girdiğim hiç kimse aramadı beni iyi mi! Üzülmeli miyim? Elbette hayır.

 Çünkü beklemediğim bir anda hem de hiç beklemediğim birinin araması ile bu açık kapanıverdi! On iki senedir başka bir kıtada yaşayan, on iki senede belki iki kere sesini duyduğum, çok sevdiğim bir arkadaşımdan telefon almak, şahane bir sürpriz oldu.

 Hayat böyle bir şey işte; birileri giderken birileri geliverir! Bir elinden akar, öbür elinden dolar coşkular. Hep denge var yaşadıklarımızda. Bir açıdan çok çaresiz olursun, ama bir diğer açıdan dünyanın en şanslı insanısındır.

 2025’in dengelerine güveniyorum şimdiden. Bendeki kredisi 100 üzerinden 100 şu anda.  

Hem karar aldım; bu sene, etrafımda kim varsa ona değer vereceğim! Kendiliğinden gidenler ve beni artık sevmeyenler 2024’de kaldılar. Önceki yazıda sevgili Deep’in yorumunda tavsiye ettiği gibi 2024’ü unuttum gitti! 2025’de eminim ki ruhuma hitap eden çok tatlı insanlar olacak hayatımda. Evren’e pozitif enerjiler gönderiyorum.

Saat 12:53, dışarıda çıt yok. Pardon simitçinin sesi yaklaşıyor gittikçe. Sokaktan araba geçmemesi harika. Demek ki insanlar çok belli etmeseler de dün geceyi özel geçirmişler ve bugün dinleniyorlar. Bir de öyle düşünmek lazım.

Sarmal gelişim yasası diye bir şey var. Bir helezon gibi aslında hayat. Azıcık geriye gitsek bile hoop ileriye adım atabiliriz. Ülkece üzerimize boca edilen acılı arabesk günler de elbette bitecek. Neşemizi, coşkumuzu yeniden kazanacağız. Bu fakirlik elbette sona erecek! Cebimizden ekmeğimizi aşımızı çalıp günlerini gün edenler elbette uzayın karanlıklarında layık oldukları bir yere ışınlanacaklar. Kötü insanlar elbette kötülükle karşılaşacak. Kalp kıranların kalbi elbette sızlayacak içten içe. Hem de bu sızının nedenini asla bilemeyecekler. 

Canım 2025, senden çok umutluyum. Neden bilmiyorum, bugün öyle hissediyorum. Dün sana karşı nötrdüm, bugün pozitifim. Bugün kar yağdırmadın ama güneş pırıl pırıl, gökyüzü masmavi. Sanki güzel şeylerin müjdecisi gibi hava…

Kendime söz verdim, bu sene kimseye eyvallahım olmayacak. Beni kim seviyorsa ona değer vereceğim. Toplumsal anlamda da böyle; kişisel anlamda da böyle….

Hadi bakalım 2025, gazamız mübarek olsun. Bu sene bittiğinde geriye dönüp bakalım ve yaşanan 365 günün ne kadar harika geçtiğini görelim olur mu!

Seni seviyorum 2025, bak değerini bil; hiç bir seneye bunu peşin peşin söylemedim bugüne kadar…

Hadi bakalım, çıkarma yüzümü kara...

 


Devamını Oku