28 Haziran 2025 Cumartesi

Yeni Süper Kahramanı takdimimdir: BUTMEN!

Ne kadar güzel bir ülkeyiz, her gün “bu yaşıma geldim ama ilk kez duyuyorum” dediğimiz şeyleri öğreniyoruz

Evet yeni gündemimiz; BUTLAN!

Yani gerçek dünyada olmuş olan şeyleri “şartlar gereği” olmamış kabul etmek…

Tabii ki bunun hukuki gerekçeleri var; mesela aklî dengesi bozuk biri evlendiyse bu butlan olabilir gibi… Ama kim takar hukuku!

İstersek sihirli değnek yerine koyabiliriz BUTLAN’ı…

Hayal bu ya!

Alıyorum elime BUTLAN asâsını; dokunuyorum bir şeylere, hoop geri gidiyor. Mesela zeytinyağlı dolma yapıyorum diyelim; tadına bakıyorum;

 “ııhh, hiç olmamış, karabiberi az bu dolmanın…” 

Ama kolayı var; alıyorum elime BUTLAN değneğimi,

“Abros kadabroz, dolmalar sarılmamışoz… “

diyorum, bir ışık hüzmesi görünüyor ve hooop yaprakların salamura, pirinçlerin suda bekleme anına geri dönüyorum… Butlandan önce neyi beğenmemiştim? Karabiberi… Hoop yeniden yapıyorum içi, bol karabiberli… N’oluyo şimdi? Beceriksizliğimi ört bas ediyorum. Dolmayı güzel yapamamıştım, evdekilerin “Iyykk ! Bu ne biçim dolma tatsız tutsuz!!” eleştirilerini mi çekeceğim? Ne münasebet! Alıyorum BUTLAN değneğimi, hoop sil baştan geriye dönüyorum…

Acayip tatlı bi şeymiş bu BUTLAN yahu!

Her şeye kullanabilirsiniz, hayal gücünüze kalmış…

Mesela işletme okudunuz, okul bitti iş yok! N’apcaksınız? Tabii ki BUTLAN’dan yardım alacaksınız! Bir dokunacaksınız, hoop hiç işletme okumamış gibi sıfırdan arkası sağlam tüccar oluvereceksiniz!

Tam tersi de olabilir! Okul müdürünüzü sevmiyor musunuz? Gelsin BUTLAN! Bir dokunup adamın diplomasını hiç olmamış gibi elinden alabilir ve kendisini müdür koltuğundan kaldırıp tuvalet temizliğine gönderebilirsiniz…!

Aslında var ya çok güzel bir şey aklıma geldi. Biz bu BUTLAN’ı  simülasyon makinesi gibi kullansak ya! Deneme tahtası gibi yani; yapacaksın, risk almayacaksın...Diyelim ki birine kızdık, gidip ona kötülük yapıp hıncımızı alalım; sonra gelsin BUTLAN! Hıncımızı aldık mı? Aldık! Dövdük mü? Dövdük… Hoop BUTLAN’ı bi dokundururuz, sanki karşı tarafı dövmemişiz gibi kaldığımız yerden devam edebiliriz. Sen sağ, ben selamet!! Risk yok yaw, istediğini yap sütten çıkmış ak kaşık ol! Tertemiz, şıpın işi hayatın olur! 

Ya düşünsenize, gıcık olduğunuz sınıf arkadaşınız çalışmış, çabalamış sizin hayalinizdeki şirkette mevki sahibi olmuş. Siz de çabalamak yerine O’nu kıskandığınız için kenarda sinsi sinsi bir ayağı takılsa da düşse diye beklerken, bir bakıyorsunuz o da ne? Elinizde parıl parıl BUTLAN sihirli değneği! Bir dokunuyorsunuz! Hoop o gıcık okul arkadaşınızın ne başarısı kalmış ne de mevkisi!! Yaşasın kötülük diye naralar atarak nasıl da mutlu olursunuz değil mi!

Buradan bütün film yapımcılarına sesleniyorum. Onların Süperman’i varsa bizim de “BUTMEN” ‘imiz neden olmasın! Bir âsa olacak elinde, dokunduğunu  hiç olmamış gibi yapacak!  Yedin yedin şişmanladın mı? Hiç dert etme! Butmen gelir, o koca göbeğini hoop  bir dokunuşla ipincecik haline geri döndürüverir.  Bakın yerli ve milli süper kahraman filmi için ne güzel spoiler verdim size; telif falan da istemiyorum, değerimi bilin… 


Alın bu da alternatif pembiş kahraman; BUTMEN'in arkadaşı: Adı BUTLAN, soyadı Kelebek... Hizmette ve hayallerde sınır yok görüyorsunuz! Değerimi bilin ey yapımcılar...



Biz şimdi böyle konuşuyoruz ya! Çocuklar da duyuyor tabii. Sen bizim komşunun oğlu, arkasından konuşmak gibi olmasın biraz da yeşil erik beyinli bir oğlan kendisi; bütün sınavlardan kalıyor ama gidiyor müdüre şikâyet ediyor öğretmeni… Neymiş öğretmeni bu oğlanı sevmiyor diye sınav kağıdını yanlış okuyormuş! “BUTLAN haktır!” hocam deyip bütün sınavları iptal ettiriyor! Tekrar sınav yapıyorlar mecbur; bu oğlan söylemesi ayıp az portakal kafalı ama biraz da kurnaz! Hazırlıyor kopyaları! Sonra n’oluyor biliyor musunuz? Bu mandalina kabuğu beyinli oğlan okul birincisi oluyor iyi mi!

Yani işte BUTLAN’ın hikmeti bütün bunlar, ne diyeceksin!

Çünkü biz;

“Hiçbir şey olmasa bile kesin bir şeyler oldu…” cümlesini anlayabilen, olmamış şeyleri kızılötesi ışınlar yayan gözlerimizle görebilen bir toplumuz. Dolayısıyla sözün özü şudur ki; 

“Şalgamınan turbunan olmasa da butlanılan bir şeyler oluyor netekim memlekette…” 

Devamını Oku

26 Haziran 2025 Perşembe

Fatih Altaylı’nın Silivri Günlüklerinden Çıkardığım Dersler

İlk gün, nezarethanedeki polislerin kendisine ne kadar nazik davrandığını anlattı. Köhnemiş ortamdan, yan taraftan gelen kesif “ot” kokusundan ve kendisini uyutmayan nezarethane komşularının seslerinden bahsetti. Sonra Silivri… İki katlı odasına “süit” dedi, sabahları kuş sesiyle uyandığını anlattı. Sivrisinekleri öldürdüğünü ama duvardaki örümceklere kıyamadığını…

Yerler pisti, temizleyecek ne su vardı ne de su gideri... Derken koridordan bir şekilde su bastı odasını. Sevindi Altaylı... Öyle ya; yerdeki pislikler temizleniyordu işte kendiliğinden… Çekbasla suları geri yollayıp bir de üzerine güzel kokan deterjanla sildi mi, mis gibi olmuştu işte… Başkası olsa veryansın eder; yerler pis, üzerine bir de su basıyor odayı... 




Hiç yere hapishaneye gönderilen bir gazetecinin isyanını değil, kendi hayatına bir dış göz ile bakabilen ve bir dış ses olarak gördüklerini anlatabilen şahane bir yazarın hikayesini okutuyor bizlere… Her anlattığı gözümde canlanıyor; “oh be” diyorum, “bugün televizyon ve buzdolabı da gelmiş.” Anlatımı sayesinde neredeyse gördüğüm hücreye yerleştiriyorum buzdolabı ve televizyonu. Ben de en az O’nun kadar seviniyorum. Çünkü bazen küçücük şeyler öyle mutlu eder ki insanı...

Kahramanımız bildiğim kadarıyla atadan babadan zengin. Tahminimce hayatı boyunca hiç yokluk görmemiştir. Fakat adaptasyon gücüne bakar mısınız? Hücre değil suit; su bastı kızgınlığı değil, oda kendiliğinden temizlendi mutluluğu… Ve bugünkü üçüncü yazısında “burasının da kendine göre konforu var” diyor, “hayatımda ilk defa bir yerlere geç kalma derdim yok ve sürekli çalan telefonlara bakma zorunluluğum yok, tek derdim sevdiklerimden uzak olmak…” Oysa bildiğiniz tecritte... Bütün alışkanlıkları ve insanla bağlantıları koparılmış... Adi suçlulara tanınan, "havalandırmada voleybol oynama, laflama ayrıcalığı" bile yok! 

  "Yalnızlık" diyor "zor geliyor"... Öte yandan, içeriye giren serçe kuşu ile bağlantı kurmayı da ihmal etmiyor…

” Belki yine gelir bugün…” beklentisiyle avunabiliyor...

Ve annesine teşekkür ediyor; “Bütün bu işleri zamanında kadınların değerini anlamam için bana öğretmiştin; sayende hiç zorluk çekmiyorum” diyor…

Buradan alınacak çok ders var...

Görüşlerini seversiniz sevmezsiniz, ki çoğunlukla kızmışımdır bazılarına... Ama son zamanlarda en keyif alarak dinlediğim, aslında tek gazetecidir... 

Yorumlarını bir kenara bırakalım, anlattığı günlüklerden alınacak çok ders var gerçekten de…

Olanı olduğu gibi kabullenip adapte olmak teslimiyet değildir; o insanın yaşama  direncini, ayakta kalma gücünü gösterir bu birrr!

“Her şey insanlar içindir diyor Altaylı, bu ikiii!

“Bu da geçer ya hu!” diyor; bu da üççç!

Ve ben, en çok da olayları hikâyeleştirmesini benzetiyorum kendime… Zor durumlara düştüğümde, birileri beni üzdüğünde; evet ilk anda çok acı çekerim ama sonradan o olayları hafifletecek nedenler bulurum kendi kendime… Var olana adapte olur, şükür edecek şeyler icat ederim… Daha doğrusu hayat, böyle yapmayı, böyle bakmayı kafama vura vura öğretti şükür... Ya öğrenemeseydim...

Altaylı’yı izledikçe, kendimdeki gücü de gördüm sanki, bu da döörtttt!

********************************************

NOT: 

Evet, artık gerçeğe ve buralara dönme zamanı… Yazmadan olmaz!  Altaylı’nın yazdıkları ruhuma nasıl da iyi geldi; belki benim yazdıklarım da birilerine iyi gelir; belli mi olur…

Evet, bunlar da geçer ya hu! 

Devamını Oku

23 Haziran 2025 Pazartesi

Bugün benim doğum günüm

Epeydir gelemiyorum buralara, içimden gelmiyor diyelim…Ama doğum günlerimde yazmak gibi bir ritüelim vardı; o yüzden dedim zorla kendini, yeni yaşının ilk gününden düş tarihe notunu…

Eskiden olsa doğum günlerimde heyecanlanırdım, kimler arayacak acaba diye meraklanırdım. Hani istemem yan cebime koy sözü vardır ya, tam da o sözdeki gibi çaktırmadan çiçek ve hediye beklerdim… En sevdiğim arkadaşım beni yemeğe çıkarırdı, ne bileyim iş yerindekiler çiçek getirirlerdi, pasta kesilirdi. Sonra en sevdiğim yakınlarımdan biri bana zeytin fidanı göndermişti mesela, hâlâ balkonumda büyüyor…

Hepsi siyah beyaz filmler gibi geride kaldı bugün… Hayat böyle bir şey; yaşananlar geride kalıyor, sonra dönüp bakıyorsun ki o geride kalan şeyler için ne büyük mücadeleler vermişsin, ne büyük üzüntüler yemiş bitirmiş içini... Ne büyük laflar edilmiş; ne büyük sevgi sözleri, ne kadar büyük büyük kucaklaşmalar, hediyeler, pırıltılar, düşler ve gün güne büyüyen çocuk ruhlar…

Çocukken büyümek zorunda olanların öyle balonlu, konfetili, alkışlamalı, dönme dolaplı, mumlu pastalı anıları olmaz pek… Büyüdükçe  çocuk olursun; o yaşayamadığın coşkular, o yanarlı dönerli rengarenk süslü kağıtlar; sen büyüdükçe cezbeder çocuklaşan ruhunu. Belki de o coşkunun yitirilişinin derin derin üzmeleri bundan sebeptir.

Ee ne oluyor şimdilerde?  Artık böyle beklentilerim de kalmadı… Doğum günümü kutlayacak insanlar birer birer dağılıp kendi hayatlarına giderken; develer tellal iken, pireler berber iken, ben annemin beşiğini tıngır mıngır sallar iken… “O iyi insanlar, o güzel atlara binip gittiler” demiş ya Yaşar Kemal… Büyük Usta, çook büyük usta hem de… Şu cümlenin derinliğine bak hele… O iyi insanlar, o güzel atlara… Saygı ile eğiliyorum, saygıların en büyüğü ile hem de…

Dur hele, bu ne biçim doğum günüm yazısı oldu böyle… Ağlamalı, duygulu falan… Ama geriye dönüp okumadan, bir kelimesini bile düzeltmeden, öyle içimden kopup gelen bu cümleleri olduğu gibi yayınlayacağım burada. Tarihe not düşmek için…

Belki seneye doğum günümü bahçeli evimin verandasında; pastadan mum üfleyerek, şapkadan çıkan tavşanlara gülümseyerek karşılarım; kim bilebilir…

Hem belki seneye doğum günümde her şey çok güzel olmuş olur… Bak “olmuş olur” diyorum, gelecek zamanın rivayeti mi bu şimdi… Yani gelecekte tamamlanacak bir olasılık diyor sözlükler… Öyle güzel şeyler olmuş olacak ki gelecek doğum günümde, her  güzel şey  olmuş ama bitmemiş, sürüyor olacak hem de…

Öyle de olsun bakalım…

İyi ki doğdun diye içtenlikle kutlayanlarınız eksilmesin gönlünüzden... O atlar var ya o atlar; geri dönüp yelelerini rüzgâra vererek, dört nala geledursunlar üzerlerinde iyi insanlarla ve sadece sevgiyle...

 

Devamını Oku