Geçen
sene yeni yıl için hiç özel bir şey yapmamıştım. Daha doğrusu
içimden gelmediği için bir şey yapmamıştım; bir şey
yapmadığım için de yılbaşı gecem hüzünlü geçmişti. Akşam
saatlerinde“Gidip kokina alayım bari, yılbaşı ruhu hissedeyim
biraz!” dediğimi hatırlıyorum. İnsanlar giyinmiş süslenmiş
bir yerlere yetişmeye çalışırken; bense yeni yıl coşkusunun es
geçmesi nedeniyle son derece durağan bir ruh halindeydim. Mutsuzluk
denemezdi bu duruma.
Nasıl desem; durgun bir su birikintisi gibi
şekilsiz ve dalgasız; gıpgri bir gökyüzü gibi müjdesiz ve
beklentisiz; uzun bir koridorda gibi kıvrımsız ve sürprizsiz.
Sanki kamera Nuri Bilge Ceylan'ın elindeymiş de hayat yavaş yavaş
önünde akıyormuş gibi... Ve ne yazık ki geç kalmıştım yeni
yıl ruhuna; çünkü çiçekçide kokina kalmamıştı! Oracıkta
hüngür hüngür ağladığımı anımsıyorum. Sanki bütün yıl
biriken hüzün, sırf kokina kalmadı diye omuzlarıma çökmüş
gibiydi. Yaşlı çiçekçi halime acımış, elinde şemsiyeyle bir
koşu gidip başka çiçekçiden bana kokina getirmişti. Simsiyah
gözlerindeki şefkatli bakışı hiç unutamıyorum... Bazen öyle
olur ya; hiç tanımadığınız ya da sadece yüzünü bildiğiniz
yabancı biri gelip bütün yaralarınızı sadece bir içten
bakışıyla sarar sarmalar. Aslında gerçek mucize budur. Şimdi
düşünüyorum da o ıslak ve hüzünlü gecede bana koşarak çiçek
getiren yaşlı çiçekçi belki de Noel Baba'nın ta kendisiydi...
İçimde hüzün ile mutluluk, karamsarlık ile umut karışmış,
çok yoğun duygular içinde kaybolmuştum.
Çok
hüzünlü bir andı o an. Ve hüzünlü bir seneydi geçmekte olan,
saatler sonra geçmişte kalacak olan yıl... Sakın ola ki
üzülmeyin böyle dedim diye; hüzün kötü bir şey değil ki!
Hüzün sonbahar demek, hüzün hazan demek, hüzün yağmur demek,
hüzün bazen de yalnızlık demek; kalabalıkta yalnız kalmak
demek. Saçımızda ayrıksı çıkan kıvırcık bir tel gibi,
pencerenin önüne koyduğumuz ekmek parçalarını kapmaya çalışan
martıların savaşı gibi, sokakta tek başına dolaşan yalnız
adam gibi... Hüzün gerçekten de kötü bir şey değil. Doğurgan,
içinden kendini çıkaran; kendini de içine hapsedebilen özel bir
kutu sanki...
Geçen
gün aynı çiçekçi ardımdan koştura koştura geldiğinde ve
“Kokinalar
bitmeden al diyecektim, sonra üzülürsün...”
dediğinde
önce anlamadım. “Tamam çok sağol, haftaya alırım” diyerek
eve yürümeye devam ettim. Sonra birden ayıldım! Tabii ya, geçen
sene yılbaşı gecesi kokinalar bittiği için ağladığımı
sanmış demek çiçekçi. Kokina bittiği için ağlayan başka
insan görmediği için belki; ya da sokakta kimse O'na gözyaşlarını
göstermediği için... Unutmamıştı benim o dokunaklı halimi.
Peki bu da bir mucize değil miydi... Adını bile bilmeyen çiçekçide
hıçkıra hıçkıra ağlamak, sonra bu görüntünle O'nun
yüreğinde yer etmek, unutulmamak, anımsanmak... Bütün bunlar
mucize değil miydi.. .
Diyeceksiniz
ki “Ne biçim yeni yıl yazısı bu!” Yazsaydın ya 'Geçen
senenin en'leri' başlıklı bir yazı. Ya da yazsaydın ya yeni
yıldan beklentilerini, isteklerini!
Mesela
şöyle bir başlık olabilirdi yazdığın:
“
Yeni
yılda verilecek on hediye fikri!” Oleeyy! Ya da “Yeni yılda ne
giymeli!”gibi, “Yeni yılda neden kırmızı giyilir “ gibi
çok “tık” alacak başlıklar atsaydın ya! Dolduramaz mıydın
içini? Doldurmasan da olmaz mıydı...
Her
yerde var böyle yazılardan, evet istesem ben de yazarım; ama
içinde mucize olmaz ki! Oysa bugün yılbaşı yazısı menümden
bu satırlar dökülüyoer.. Yani kimselerin böyle bir günde yüzüne
bile bakmayacağı cinsten bir şeyler. Alın size “Ekmek arası
patates kızartması!”
Sıcak
sıcak, hüzünlü hüzünlü, sade sade, yağlı yağlı...
Her
şeyin ama her şeyin içinin boşaltılarak popüler kültüre ve
kapitalizme malzeme yapılmasından kusacak gibi oluyorum artık.
Mesela pozitif düşünmek de bunlardan biri. Çocukluğumuzdaki
Pollyanna gitti, yerine “Evrene pozitif enerji göndermek
zorundasın!” diyen kapitalist canavarlar geldi sanki. Yani bu
akşam yılbaşı akşamı ya, sanki güzel dileklerde bulunmazsam,
ışıl ışıl pırıl pırıl bir yazı yazmazsam köşeden birisi
çıkıp “Ama ne bu böyle, negatif enerji yaymaaa!” diyecekmiş
gibi... Off dağılsınlar artık; bir rahat bıraksınlar
çocukluğumuzun güzel mesajları olan masallarını. Evet yeni
yıldan ilk isteğim bu olabilir:
“Lütfen
2018, sana yalvarıyorum, lütfen şu yapmacık yapmacık “Ama
pozitif düşünmem lazımm!”diyenler
bir gitsinler artık. Çıplak kalsın ruhlarındaki iki yüzlülük,
bir görelim; neymiş bütün o ışıltıların pırıltıların
ardında yatan şey... Sonra da içimizden geldiği gibi yeni yıl
dileklerimizi sıralayalım. Çam ağaçlı, kar manzaralı, Noel
Baba'lı filmler izleyerek hayaller kuralım. Ve öyle olması
gerektiği için değil, birileri dayattığı için hiç değil;
sadece içimizden geldiği için, ışıltılı, pırıltılı yeni
yıl mesajları yayalım etrafımıza... İçinde mucizeler olan
öyküler anlatalım. Mucizelere dokunalım, onları elle tutalım...
Hayallerimin rant malzemesi olduğunu görmeye tahammülüm kalmadı artık. Bundan yıllar yıllar önce “kahvaltının mutlulukla bir ilgisi olmalı” şiirini söyleyerek öğrenci evindeki arkadaşlarıma kahvaltı sofrası hazırlardım. Zeytin, peynir, sıcak ekmek ve yumurta olurdu o sofralarda. Yıl 2018'e evrilirken, “Kahvaltının mutlulukla bir ilgisi olmalı” şiirini sloganlaştıran kahvaltı salonlarında (!) “28 çeşit serpme kahvaltı sadece 48 buçuk tele!“ falan yazıyor! Ne acı, ne acı.. Şiirler kapitalizme malzeme, Polyanna kişisel gelişim sektörünün ucuz kitaplarına malzeme; eskiden beğenip de yüzüne bakılmayan köy tarhanası bile düzene malzeme... Sonra da bana diyorsunuz ki ;
“Çalsana
bir cıngıl bels cıngıl belsss cıngıl cıngıl bellss şarkısı!”
Ben çalarım çalmasına da ya oradan bir softa çıkıp “Ama
günahhh!” deyip beni susturmaya kalkarsa...
Yok
arkadaş elimde değil pırıltılı yeni yıl yazısı yazamıyorum
bu sene! Kocaman bir sahne var sanki önümde; dekoru acıklı,
müziği acıklı... Ve sanki acıklı bir oyun oynanacakmış
gibi. Ama izleyiciler gelmediği için oynanmıyormuş gibi. Ben de
kendimi o sahneden az sonra dışarıya atacakmışım gibi...
Daha
iki gün öncesine kadar yeni yıl yokmuş gibi davranıyordum bu
halet-i ruhiye içinde. Sonra kendi kendime kızdım. Hayır dedim,
olmaz böyle dedim, yeni yıl için yap bir şeyler dedim. “Hüzün
yok bu sene, kokinalar bitemeyecek” dedim. Perşembe akşamı
mumcuya gidip iş yerindeki herkese mum aldım. Mumların üzerlerine
küçük küçük dilekler yazdım. Bazı arkadaşlar hediyelerini
alınca sarılıp öptüler beni, çok memnun oldular. Bazıları
sanki bozuldu; “Ya ama ben bir şey almadım ki!” dediler, sanki
ben karşılık bekliyormuşum gibi. Klasik, “İyi de ben niye
düşünemedim, tüh ya!” tepkisi. Oysa bırak; birisi seni
düşünmüş, keyfini çıkar işte, ne diye stres yaratıyorsun
değil mi ama. Yaradılış işte, ne yapsan memnun olmayacak insan
tipleri. Hele bir tanesi küçücük paketi görünce şaşırdı.
Hediye dediğin markalı olur diye düşündü muhtemelen.. Açıkçası
ben çok eğlendim. Size bir sır vereyim mi; hiç beklemediği anda
hediye verip sonra da verdiği tepkiye göre insanların karakterleri
analiz edilebilir. Denemesi bedava, bakalım siz de benim gibi
düşünecek misiniz...
Neyse
işte. Bu sene yılbaşı ruhu bana bir gelip bir gidiyor. Mesela
akşam oturdum sarma yaptım. Benim için özel bir durum bu, çünkü
senede bir kez yaparım bu yorucu yemeği. Sonra sabah kalktım
paçanga böreği yaptım, hatta abartıp tencerede tandır bile
pişirmeyi düşünüyorum.
Hayat
hızla değişiyor. Evet teknoloji hayatımızı kolaylaştırıyor
ama hayatı zorlaştıran neydi ki zaten noktasında düğümlenip
kalıyorum...
Birazdan
çıkıp kokinalarımı alacağım, onların sihrine inanıyorum. Ve
çok değil saatler sonra yeni bir yıl başlayacak. Oysa bizler
yarın hayata yine kaldığımız yerden devam edeceğiz. İçimizde
yeni bir devir başlatabilecekse eğer; hoşgelsin 2018! Aynı tas
aynı hamamsal kaygılar sürüp gidecekse de bari yanında lavanta
kokulu sabunlar getirsin...
İşte
böyle, iyi bir sene olsun diyoruz; ama herkesin iyilik kriteri
farklı olduğu için de yeni yılın kafası karışıyor
muhtemelen. Yeni yıllar belki de bu yüzden bizi hayal kırıklığına
uğratıyor. O zaman ben bu sene olayı tamamen 2018'in inisiyatifine
bırakıyorum:
“Hey
ufaklık, sen en iyisini bilirsin. Kimseye kulak asma, bildiğini
oku, bizi de mutlu et... Hoş geleceksen gel, değilse de arın da
gel! “