Karanlıkta kuyruğu beklerken, sahnenin camı... |
Bugünün kahramanı ise benim gözümde Şenay Hanım.
Şenay Teyze mi desem yoksa Şenay Hanım mı desem bilemedim şimdi. Çünkü öyle
kolay kolay abla, abi, teyze diyebilen biri değilim. Ama yakın da hissettim
O’na kendimi, teyze desem sanki daha güzel olacak gibi.
Yetmişin biraz üstünde yaşı. Ben
sormadım, kendisi söyledi. Zayıf, çok zayıf. Boyu da mini minnacık. Saçları
boyalı, galiba koyu kestane.
Bu kuyruğa ne zaman girsem, içimde
hem buruk bir hüzün olur, hem de tiyatro meraklısı insanlarla bir arada olmanın
coşkusunu yaşarım. Kendimi bugünle dün
arasında bir yerlerde hissederim çokça. Günlük hayatın hayhuyundan uzakta başka
bir evrende yaşamak gibidir bu özel zamanlar. Tek dert, istenen oyuna istenen
koltuktan (genelde 2.-3. sıra ortalar) yer kapmaktır. Hafif stresli ama çokça
huzurlu bir bekleyiştir bu. Hani insan bütün zorluklarına ve harcadığı ekstra
zamanlara rağmen bazı ritüellerin hayatında hep olmasını ister ya, son yıllarda
aylık bilet almak için sabahın köründe girdiğim bu Şehir Tiyatroları bilet
kuyruğu da benim için öyle. Nasıl da özlemişim bu havayı!
O kadar güzel insanlarla tanıştım
ki bu kuyrukta. Senede en az üç yüz oyun izleyen profesyonel izleyiciden tutun
da Vasfi Rıza Zobu’ları sahnede izleme şansını yakalayan yaşlı sanat dostlarına
kadar kimler kimler… Aslında bu bilet
bekleyişi bir tür arınma benim için.
İşte bu nedenle işten izin alıp geldim bu sabah. İyi ki de gelmişim.
Tiyatronun kantininde oturuyorum
bir masaya. Bilet alma listesinde adımı on ikinci sıradan yazdırıyorum. Saat
yedide geldim ve on ikinci sıradayım. Düşünün artık gerisini. “Neden
internetten almıyorsun da bu kuyruğa giriyorsun?” diyenleriniz var biliyorum.
Hem bu havayı koklamak başka güzel, hem de internette arkalar kalıyor, arkadan
da oyun izlemek zevk vermiyor. Oyuncunun mimiklerini görmeden olmuyor yani!
Şenay Teyze geliyor oturuyor bir
süre sonra bizim masaya. Demlenen taze çaydan nefis bir koku yayılıyor bu
arada. Kantini işleten kibar beyefendi, eşinin elleriyle yaptığı çeşit çeşit
kekleri diziyor tezgaha. Oysa yeni
yapılan ve birbirine benzeyen, dışı camlı, içi ruhsuz Müsahipzade gibi binalarda böyle mi! Otomatlar
koymuşlar, parayı atıyorsun, paketlenmiş bir şey düşüyor aşağıya onu yiyorsun. Fuaye desen sanki hastahane koridoru gibi! Çay tabii ki yok! Ritüelleri öldürüyorlar kopyala
yapıştır binalar dikerek! Neyse ki henüz
Kadıköy Haldun Taner Sahnesi’ni yenilemediler. Fuaye de var burada, çay da var! Ve
bilet kuyruğunun müdavimlerinin bildiği ev yapımı kekler de var.
“Bir dilim limonlu ıslak kek
alabilir miyim lütfen!”
“Bana da çikolata parçacıklı
cevizli havuçlu kekten bir dilim verir misiniz?”
Şenay Teyze limonlu kek alıyor,
bize de ikram ediyor. Teşekkür ediyoruz. Hem kekini yiyor, hem de oyun
programını soruyor, cep telefonumdan bakarak yardımcı oluyorum. Çok seviniyor ve hemen notlar almaya
başlıyor. Kendinden beklenmeyecek hızda ve çok güzel bir el yazısıyla not
alışına hayranlıkla bakıyorum. Ne elleri titriyor, ne de yazacağını şaşırıyor. "Mutlaka yazmakla çizmekle ilgili özel bir mesleği olmalı" diye düşünüyorum.
Soruyorum dayanamayıp:
“Ne kadar güzel ve akıcı yazınız
var, bir sakıncası yoksa mesleğinizi öğrenebilir miyim?"
“Mimarım ben” diyor. Bu kadar
güzel ve akıcı yazının sahibinin özel bir mesleği olmalı konusunda yanılmadığımı
kendime kanıtlıyorum.
“Hangi oyunları tavsiye edersiniz?
“ diyor. Ocak -Şubat programında Kadıköy’de oynayacak oyunlara bakıyoruz.
“Hayal-i Temsil” çok güzel, ben iki kez izledim.” diyorum. “Afife Jale ve
Bedia Muvahhit aynı hayali sahnede buluşuyorlar, nefis bir metin. Dekor, ışık
ve oyunculuklar da çok güzel” diyorum. Hemen not alıyor. Sonra aynı masada
oturduğumuz edebiyat öğretmeni genç kadın “Ay Carmela da çok güzel” diyor. Şenay Teyze
hemen notlarını alıyor. Konuşması da aynı yazısı gibi oldukça net ve berrak.
Diksiyonu müthiş, sanırsınız eski TRT spikeri kendisi.
O güzel yazısı ile hızlı hızlı
notlarını alırken bir şeyleri karıştırdığı hissine kapılıyorum. Tarihler
karışıyor sanki, ya da notlar karışıyor gibi. Kibarca “İsterseniz ben notlarınızı temize çekeyim”
diyorum. Çok seviniyor, sonra birilerini arayıp oyunlar hakkında bilgi veriyor,
onlara da bilet alacak.
“Hayal-i Temsil çok güzel oyunmuş.
Alayım mı sana da, ister misin?” Olumlu yanıt alamıyor sanki karşı taraftan,
sonra bir diğerini arıyor aynı coşkuyla:
“Ay Carmela! Çok güzel oyun
diyorlar, alayım mı sana da…”
Masada dört kişiyiz. Şenay Teyze,
dersi öğleden sonra olan sarışın edebiyat öğretmeni, çocukları olduktan sonra
on yedi yıldır çalışmadığını söyleyen diğer kadın ve ben.
Şenay Teyze anlatıyor hüzünlü
hikayesini TRT diksiyonuyla;
“Abim mükemmel bir insandı. O
kadar anlayışlıydı, o kadar yakışıklıydı ki! Ah abim! Akademi’den mezundu, çok
iyi bir mimardı.”
Gözleri parlıyor abisinden
bahsederken ve devam ediyor:
“Tam aşık olunacak adamdı, öyle
beyefendiydi ki size anlatamam. Peşinde çok kadın vardı, ama O yanlış bir
evlilik yaptı ve mutsuz oldu.
Çok zengindi karısının ailesi.
İstanbul’un pek çok iyi semtinde pek çok mülkleri vardı. İki de çocuğu oldu o
kadından. Ama mutlu olamadı. İkinci çocuk doğduğunda terk etti karısı abimi.
Ardına bakmadan çekip gitti.“
Hepimiz bu özverili kadını pür
dikkat dinliyoruz. Hikaye sanki eski melodramlar gibi. Devam ediyor Şenay Teyze:
“Ben abimi yalnız bırakmadım,
bırakamazdım. O yüzden hiç evlenmedim. Çocuklarını büyüttüm ellerimle. Geceleri
sabaha kadar başlarında bekledim. Biri
Fransa’da okudu, öbürü iyi bir üniversitede master yaptı. Ama şimdi hiç
aramazlar beni!”
İçimiz burkuluyor, Şenay Teyze’nin
gözleri de uzaklara dalıp gidiyor.
“Abimi 140 gün önce kaybettim,
kanserden. Karısı terk ettikten sonra yüzü gülmedi hiç abimin. Mutsuzluktan
kanser oldu!”
Siyah beyaz bir fotoğraf çıkarıyor
cüzdanından. “Ölmeden önceki son fotoğrafıydı bu, ne kadar yakışıklıydı abim!”
“Malının mülkünün tamamını hiç
söylemedi çocuklarına. “Yırtık ayakkabıyla akademiye gittiğim günleri
unutmadım” derdi hep. Çocuklar bilmesin bu kadar malı mülkü, emeğin değerini
bilsinler, mirasyedi olmasınlar!” derdi. Her şeyleriyle ilgilendim bu çocukların. Hastalıklarında başlarında
bekledim. Ama şimdi en çok ne zoruma
gidiyor biliyor musunuz? Ölsem de malım mülküm onlara kalsa diye gözlerimin
içine bakıyorlar. Bir kere bile çiçek almadılar bana…”
Masaya oturduğumuzdan bu yana
Şenay Teyze’nin “Mutlaka evlenin ve çocuk yapın” ısrarının nedeni yavaş yavaş gün
yüzüne çıkıyor. O kadar üzgün ki, o “kadir kıymet bilmeyen” yeğenlerine mirasını
bırakacak olmak belli ki zoruna gidiyor.
“Para kolay kazanılmıyor! Yıllarca
çalışıp didinip yaptığım mal mülk şimdi ölmemi bekleyen yeğenlerime kalacak.
İnsanın malını mülkünü bırakacağı kendi kanından canından çocukları olmalı bu
dünyada” diyor. Ne derin bir yarası var Şenay Teyze’nin! Derdi asla para mal
mülk değil. Yeğenleri bir kere arayıp sorsaydı, hatır gönül bilselerdi, bir
kere çiçek alsalardı bu özverili kadına, böyle üzülür müydü Şenay Teyze? Hiç
sanmıyorum.
O’na anlatmaya çalışıyoruz.
“Bütün çocuklar anne babalarına
karşı iyi değiller ki Şenay Teyze. Kendi
çocuğunuz olsaydı, belki yeğenleriniz gibi onlar da size karşı ilgisiz
olabilirdi!”
Tatmin olmuyor bu
söylediklerimizden. Çok yaralı! O kadar yaralı ki! Evlenmeyip abisinin
çocuklarına annelik etmekten o kadar pişman ki! Ölümün yaklaştığını hissediyor
ve bu durumu aç gözlülükle bekleyen yeğenlerine mal mülk bırakacak olmaktan son
derece rahatsız. Fazla bir şey beklememiş ki! Bir çiçek alsalarmış, bir hatır
sorsalarmış yetecekmiş zaten Şenay Teyze’ye… Yanımda oturan kadın şöyle diyor:
“Bir komşum vardı. Çocukları ile
arası hiç değildi. Oturduğu evi Kızılay’a bağışladı. Hem de yaşarken. Geldiler
eve plaket taktılar. “Bu ev Kızılay’a aittir!” diye. Böyle yapabilirsiniz siz de…”
Şenay Teyze biraz ilgileniyor bu
alternatifle, ama çok kararsız ve bir o kadar da kaygılı olduğu o kadar belli oluyor ki yüzünden.
Bir çocuk dünyaya getirmenin,
mirasın heba olmaması anlamına da geldiğini Şenay Teyze’nin bu derinden yaralı
haliyle öğreniyorum. Olaya hiç bu açıdan bakmamıştım.
Üzülüyorum O’nun adına! Nasıl bir yalnızlık içinde Şenay Teyze! Nasıl yaralı! Çok çalışmış, dünyayı gezmiş, kenarda malı mülkü ve parası kalmış, ne gam! Abisi gidince ölüm ile arkadaş olmuş sanki! Yeğenleri hiç olmazsa bir demet çiçek alsalarmış…
Çok üzülüyorum ve kalkıyorum
masadan. Sanki birisi suratıma tokat atmış gibi hissediyorum! Saat on bire geliyor. Gişe önünde
kuyruğa giriyoruz. Önümde her zamanki gibi erkenden gelip sıraya adlarını önce yazdıran beyefendiler, arkamda ise sarışın
edebiyat öğretmeni:
“Şenay Teyze bana kartını verdi, O’nun
biletlerini de ben alacağım” diyor.
Çok seviniyorum, edebiyat öğretmeni
de çok seviniyor. En azından Şenay Teyze ayakta bekleyip yorulmayacak!Biletlerimi alıyorum, dışarı çıkıyorum. Öğlen saat on iki olmuş. İnsanlar sokakta çift sıra halinde bekliyor.
İki ay sonra tekrar
bilet kuyruğuna gidebilsem, Şenay Teyze’yi tekrar görebilsem...
Ben de hep oyundan önce gidip son dakika kalan biletleri alanlardanım. Ya merdivene otururum, ya birileri sandalye verir falan :) Şubat tatili programımıza yine bir tiyatro ekleyelim, son dakika biletlerinden kapalım yine.
YanıtlaSilAh Şenay Teyze, ne çocuklar var ana babalarına böyle davranan. İçinde ukde kalmış, belli ama kendi çocuklarımızın da ne yapacakları bilinmez. Yazık.
Evet son dakika gelenleri geri çevirmezler genelde, sandalye koyarlar yanlara, o da ayrı bir güzellik :) Hangi oyuna gideceksiniz :)
SilEvet Şenay Teyze beni de fazlasıyla etkiledi :(
O kadar uzun zamandır girmedim ki Haldun Taner'de oynayan herhangi bir tanesine gidebiliriz. Olmadı Üsküdar 'a bakarız.
SilKadıköy'de oynayan "Son" oyununu sizin gençler sever diye tahmin ediyorum. Distopik bilimkurgu :)
YanıtlaSilBakayım hemen. Sağol :)
SilKostümler ve dekor çok iyiydi. Benim gibi çok sayıda distopik film izleyenler için metin zayıf kalıyor yalan yok. Ama yine de değişik bir tür olduğu için izlenebilir diyorum.
SilŞimdi Kadıköy'e geldik, yer açılmış yedinci sıradan hem de, biletlerimizi aldık, az sonra Son'a gireceğiz :)
SilAa, en son izlediğimiz Karıncalar Bir Savaş Vardı hâlâ oynuyormuş. İzlemediysen biz çok beğenmiştik.
YanıtlaSilBen Kadıköy'e gelen oyunların hemen hemen tamamını izlemeye çalışıyorum:) Bu oyunu ben de çok beğenmiştim. Mert Turak çok iyiydi. Bir kaç sezondur oynuyor
SilBence Senay Teyze Darussafaka ya da Kizilay'a bagista bulunsa kendi evinde omur boyu oturmak kaydiyla.Nankorlere boyle surprizler iyi gelir.Bazi evlatlar da boyle maalesef.O yuzden miras otomatik olmamali.
YanıtlaSilNe üzücü konular...
SilElinize gönlünüze sağlık güzel bir yazı olmuş:)
YanıtlaSilÇok teşekkür ederim :)
SilEvet kalmıyor internette. Ayrıca sırf bu hikayeleri dinlemek yada o havayı teneffüs etmek için dahi gidilir alınır biletler. Çok üzüldüm Şenay Teyzeye, insanlar kadir kıymet bilmeli, hatır gönül almalı.
YanıtlaSilEvet haklısınız, ben de bu nedenle fırsat yaratıp bu bilet kuyruğuna girmeye çalışıyorum :)
SilŞenay Teyze'nin hikayesini yazmasam olmazdı...
Oyunu izlemeden önce bilet kuyruğunu yaşamak da izlenecek oyunun bir parçası aslında. Şenay teyzeye üzüldüm, ancak ilişkilerde bir de karşı tarafı dinlemek lazım. zira anlatanın bakış açısı farklı sonuçlara vardırabilir. Ancak bilinen bir toplum yarası, ne olursa olsun yaşarken üzmemeli büyükleri.
YanıtlaSilEvet, aslında biz nerede istersek orada başlıyor oyun.
SilEvet karşı tarafın bakış açısına göre mutlaka Şenay Teyze'nin hataları vardır. Benim burada anlatmaya çalıştığım şey ise sadece O'nun iç dünyasında yaşadıklarıydı.
Yaşlanmadan yalnız kalmış Şenay Teyze...
Merhaba, ne güzel tarif etmişsiniz Şenay teyzeyi görmeden gözümde canlandı. Ayrıca herkeslerin hüzünlü bir yönleri vardır. Hayatta herşey dört dörtlük değil galiba .
YanıtlaSilhttp://neseninkitaplari.blogspot.com/ bloğumu ziyaret edip belki takibe alırsınız ..
Yorumunuzu tam 1 sene sonra yayınladım, bu neden böyle oldu hiç anlamış değilim :(
SilKusura bakmayın.
Bir yorum yapacağım ama yanlış anlaşılmaktan korkuyorum.
YanıtlaSilKısa tanışmalarda kendi hayatını anlatan insanları tasvip etmiyorum. Otobüs yolculuklarında bu başıma çok geliyor. Ve ben hep dinleyen taraf oluyorum.
Neyse, belki de yanılıyorumdur.
Yo yanlış anlamadım, ben de aynı sizin gibi düşünüyorum. Kesinlikle kendimi anlatmam ben de. Otobüs yolculuğunda kendini anlatmak isteyenlere pek de fırsdat vermem, kitabımı açarım:)
SilŞenay Teyze tiyatro ortamında olduğu için farklıydı, hikayesini etkileyici bulduğum için dinledim ve yazdım.