Sabah yataktan kalkarken kafamda kurgulamıştım yazıyı. 2023’e şöyle işsiz başladım, şöyle deprem oldu, şöyle huzursuz zamanlar yaşadım, ondan sonra seçimlerde muhalefet nasıl çöktü, yaz geçti bitti gibi olumsuz şeylerden başlayacak, sonra şöyle devam edecektim:
“Eylül’de gittim tatile ekonomik olsun diye ama ne güzel bir oteldi, sonra Fethiye’de unutulmaz anılar, sonra Didim. Nasıl mideyi bozduğum, yanımdaki tek ayakkabımın nasıl ayağımı sıktığı. Bütün o çektiğim acıların aslında ayakkabının değil manikürcü Sibel’in yüzünden olduğunu anlayışım. Sonra tatil biter bitmez evde musluğun patlaması, tamirden sonra tekrar patlaması ama sonra kurultay ile on altı yıldır çoktan gitmesi gereken ama koltuğa yapışmış KK’dan kurtulma operasyonu ve azıcık da olsa beliren umut. Sonra “Enerciii” diyen sosyal medya ünlülerinin tırnak yaparak, krem satarak nasıl bir zenginlikte yaşadıklarının ortaya çıkması ile gündemin bir anda değişmesi. Onlar tırnak yaparak zengin olurken manikürcü Sibel’in gece on ikilere kadar çalışıp ayakta kalmaya uğraşması ve pedikür yaparken ayağımı incitmesi. Sonra “Tatile gideceksen pedikürünü son güne bırakmayacaksın, acıyacaksa da evde acısın birkaç gün” kararını alışım ve bu konuda derin aydınlanma yaşayışım… Sonra eski iç işleri bakanının birden sahnelerden geri çekilmesi, hatta yok olması. Ondan sonra martı çığlıkları. Martıları dinozorlara benzettiğini söyleyen bir ünlünün demecini okuyuşum, martı seslerini nasıl sevmeyişini anlatması; benim buna hayret edişim! Karga ve martı çığlıklarını dünyanın en güzel şarkısını dinliyor gibi dinlemekten bıkmayışım ve bir ritüel gibi onları pencere pervazında besleyişim… Balkonuma doğum günümde aldığım minnak limon ağacımın aralık ayında çiçeğe durması ve hatta o çiçeklerin dökülmesi ile limona benzeyen yeşil uzaylı gibi şeyleri görüp heyecanlanışım. Yıla damgayı vuran olayın ise yılbaşına iki gün kala futbolcularımıza Atatürk tişörtünü giydirmeyen Arabistan’a ülke olarak kafa tutuşumuz. Heyyt be diye sevinişimiz.”
Sonra oturdum klavye başına sabahın
8’inde ve bütün bunları yazmaktan vazgeçtim. Ne gerek var dedim kendi kendime,
niye derin derin bunları yazayım ki! E yazmamış mı oluyorum şimdi? Evet, aslında
yazmamış gibi oluyorum. Bu aynı şeye benziyor; hani sosyal medyada bir habere
yasak geldiğinde “Biliyor musunuz, Banker Bilo’nun paraları cukkalayıp kaçtığı
haberine sosyal medyada yasak gelmiş” diyerek yasağı delmeden, yani haberin
kendisini paylaşmadan olayı zekice yayma modası var ya. Hah işte aynı böyle
oldu benim yazdıklarım da! Geçen senenin muhasebesini yapmamış gibi yaz pampa
hesabı!
Eski yılbaşlarını özlüyor muyum? Hayır
özlemiyorum. Çünkü ben genel olarak eskiyi özlemeyen biriyim. Onlar ânlardı, anı
olup geçtiler. Mesela alın size spontane aklıma geliveren bir yılbaşı anısı.
O yılbaşı
akşamını yurtta geçireceğiz. O zamanlar Bornova Öğrenci Yurdu’nda kalıyoruz, şimdilerde
sanırım orası sadece kız yurdu yapılmış. “Aynı bahçe kapısından girilen
kız-erkek karışık yurt olmaz kafası” diye bir şeyin bilinmediği zamanlardayız. İlk
beş blok kız yurdu, altıncı bloktan itibaren erkek yurdu. Her bloğun altında da
kantin var. Bizim kantini Bayram Abi işletiyor. Aramız iyi. Yalvarmalarımıza
dayanamıyor, kendini de riske atıp yılbaşı gecesi için votkaları alıyor bizim
için. Kupa bardağımızı uzatıyoruz Bayram Abi’ye, çaktırmıyoruz tabii ki öbür
kızlara. Dolduruyor fanta votkayı tezgâhın altında, uzatıyor “al gazozunu” diye!
İğrenç bir tadı var aslında, ama yine de mutluyuz. Nöbetçi yurt amiri de her
zamanki gibi yılbaşı gecesi yurda içki girmesin derdinde. Adını anımsamıyorum ama
biz ona adı ve abla olarak hitap ederdik. Hadi temsili olarak adı Hülya Abla
olsun. Geliyor kantine, biz yemekteyiz, önümüzde Bayram Abi’nin fantalı votkaları.
“Bu yılbaşı
sıkı denetimdeyiz, kim yurda içki sokarsa cezalandırılacak ona göre” diyor.
Bence O da biliyor bizim ne yaptığımızı da işte n’apsın görev icabı!
Fantalı votkalı
kupalarımızı kaldırıp Hülya Abla’ya şerefe yapıyoruz,
“Biz sadece gazoz içiyoruz, içki asla yok” diyoruz ve Hülya Abla bize inanıyor, bardaklarımıza bakmıyor ve gidiyor. Kahkahadan yerlere yatıyoruz. Bizim masa çok keyifli, gülüyor eğleniyoruz, duvardaki televizyonda yılbaşı eğlencesi, dansöz falan Bazı kızlar ise çiğdem çitleyip örgü örüyor. O zamanın “yılbaşı günah, kutlanmaz olayı” çekirdek çitleyip çay içmekle sınırlı. Öyle protesto falan yok. Öyle işte… Bu da bir yılbaşı anısı.
Bayram Abi de komik adamdı. Yemek menüsünü tebeşirle
yazardı kantinin girişine. Menüde mutlaka şöyle şeyler olurdu:
“Bayram Göbeği Tatlısı”
“Bayram Kebabı”
Çok gülerdik bu menülere. Eh be Bayram Abi, ne güzel adammışsın. Gençlerin
dilinden anlayan, esprili, ufak tefek kara bir abimizdin. Asla bir kötülüğünü,
yan bakışını görmedik, duymadık. Temizmiş o zamanlar. Devlet yurdu bize yemek
için fiş verirdi, bedavaydı ya da çok aşırı ucuzdu. Şimdiki öğrenciler gibi
çalışma zorunluluğu olmadan az parayla geçinebiliyorduk.
Yani işte demem o ki eski
yılbaşlarını hiç aramıyorum. Gece on ikide dansöz çıkardı televizyona ama
ertesi gün dansöz kapalı mıydı sansürlü müydü diye tartışmalar olurdu. Bak
şimdi ne güzel öyle dertlerimiz kalmadı. Dansöz hepten yasak, yani yasak değil
de işte görünmeyen mahalle baskısı diyelim.
2024 de, aynı eskileri gibi geçip
gidecek, ardında yarım sayfalık anılar bırakacak belki. Her zaman olduğu gibi
bu gece biz yine de hayatımıza reset çekip, önümüze temiz bir sayfa açacağız. Gözümüzün
önüne kazağında “eski yıl” yazan sakallı dede ve “yeni yıl” yazan küçük bebek
çizimleri gelecek. Ben ne masallardan vaz geçeceğim ne de mucizelere inanmaktan!
Çünkü görüyoruz işte; her şeye rağmen hayat mucizelerle
dolu! Valla öyle! Demeyin bana hayalperest falan diye. Seneye bugün
tekrar burada buluşup 2024’ü tartışalım isterseniz sizinle. Göreceksiniz 2024’de
nasıl güzel mucizeler yaşamışız! Benden bu kadar, paçanga böreği yapmam lazım
akşama…
MUTLU YILLARRR
Yeni yılınız kutlu olsunnn
Yapalım espriyi âdet yerini
bulsun;
Seneye görüşmek üzereeee