9.04.2019
Salı. Lviv’de beşinci günümüz, yarın dönüyoruz. Bugün müze
gezme günü. Katedral gezmeyeceğiz. Zaten ilk gün sokakta gezerken
önümüze çıkan katedrallere girip çıkmıştık. Evet
katedraller muazzam ama ne yalan söyleyeyim, dini içerikli oldukları için bu binalar pek de ilgimi çekmiyor. Sanki hepsi aynıymış
gibi geliyor bana.
Rynok Meydanı’nda yan yana bir kaç tane müze var. Bir tanesine giriyoruz; yine tarihi bir bina. Kharkov’da olduğu gibi burada da müze görevlileri hep kadın. Yaşlı kadınlar, yaşlı müzelere bekçilik yapıyor. Hayat kendi dengesini bulmuş gibi.
İç İçe geçen müze odaları |
Üst kata çıkıyoruz. İç içe geçmiş pek çok oda var. Odadan odaya, odadan odaya tarihte bir yolculuk bu. On yedinci, on sekizinci yüzyıllardan kalma ahşap mobilyalar, duvarlarda devasa yağlı boya tablolar. Polonya’dan, Almanya’dan izler. Eski eşyaların buğusu sanki havaya da sinmiş. Ruh halim, yaşlı ve yalnız bir kadının evini gezer gibi, sessiz ve saygılıyım.
Müzede mobilyalar |
İtalian Courtyard (İtalyan Avlusu)
İtalyan Avlusu |
Lviv Tarih Müzesi |
Nasıl da Halit Ergenç! |
Lviv'in zarif sobaları |
Giysi
Müzesi
Yan yana bu müzeler, hepsi Rynok Meydanı’nda. Girişte Ukrayna’nın geleneksel köy kıyafetlerini sergilemişler. Bizim köy kıyafetlerine nasıl da benziyor! Bele sarılan kuşaklar, kanaviçe işlemeli bluzlar, kadınların taktıkları önlükler.
Lviv Köylü Giysileri |
“Halk
eğitim merkezi sergisi gibi bir yer, herkesin emeğne sağlık”
Gülümsüyorum bu nota. Dün kahvecide gördüğüm orta yaşlı Türk kadınlar vardı, kesin onlardan biridir bunu yazan. Gerçekten de insanlarımız bazen çok sevimli olabiliyor.
Bu şehirde her şeyin müzesi var. Eczacılık Müzesi var, gezmiyorum. Silah müzesi var, gezmiyorum. Yeter bu kadar şehir merkezinde kalmak. Biraz da şehrin periferisini görmek lazım.
Tramvaydan Tramvaya Şehir Turu
Atlıyoruz
2 Numaralı tramvaya. Son durağa kadar gidiyoruz. Tramvaylar her ne
kadar eski olsa da internetleri gayet hızlı. Yol boyunca video
çekip İnstagram’a yüklüyorum. (Buradan bakabilirsiniz) Gittikçe turistik bölgeden
uzaklaşsak da evler hala tarihi. Sonra 6 numaralı tramvaya
biniyoruz, sonra 9 numaralıya. Gerçekten çok keyifli geçiyor
vakit. Bence yabancı bir şehri tanımak için bundan güzel bir
yöntem olamaz. Bilet 1 TL ve tramvayın içinden alınıyor. Her
şey çok kolay. Çok geniş bir tramvay ağı kurmuşlar buraya.
Şehir küçük olduğu için metroya gerek duymamışlar sanırım.
Stryisky
Park
Son bindiğimiz tramvaydan inince Google Map sayesinde nefis bir parkla karşılaşıyoruz. Parkın etrafında çok bakımlı, çok lüks olduğu dışarıdan da belli olan evler var. Şehir gerçekten de sürprizlerle dolu. Heyecan ve merakla giriyoruz parka. Asırlık ağaçlar, nefis yürüme yolları, heykeller, kuş sesleri. Biraz ileride bir gölet var. Hayatımda ilk kez siyah kuğu görüyorum, Nefis, gerçekten çok nefis.
Lviv'de Park |
Huzur |
Ağaç ve Heykel |
Uzaktan izlediğim ülkemde aradan neredeyse on gün geçmesine rağmen seçim sonuçları hala açıklan(a)mamış, insanlar mutsuz, geleceklerinden umutsuz!Millet Bahçeleri diye inşa edilecek alanlarda mangal yapılsın mı yapılmasın mı diye referandum yapılacağı konuşuluyor sosyal medyada! Falan filan... ( Bu yazıyı temize çekerken seçimler iptal edilmişti artık ve yeniden seçim olacak 23 Haziran’da; hem de doğum günümde!)
Lviv Tren İstasyonu - Woksal
Tramvaylara binip son duraklarında inerken karşımıza tren garı çıkıyor. Haydarpaşa Tren Garı’mızın mahzun sessizliği yanında burası cıvıl cıvıl. Çok geniş bir demiryolu ağı var ülkede belli ki, ışıklı tabelada uçak seferleri gibi tren seferleri yazıyor ard arda. Eğer dünya vatandaşı olabilseydik, vize uygulanmasaydı biz Türklere, bu gardan bir trene atlayıp Polonya’ya ya da Macaristan’a ya da ne bileyim başka ülkelere gidebilirdik belki. Ama bize vizeler var, sorgular var, neden geldin’ler var, ne kadar kalacaksın’lar var…
Lviv Tren Garı |
Son akşam yağmuru
Saat
beşe geliyor neredeyse, hava bulutlanmakta. 8 numaralı tramvaya
atlayarak Opera’nın oradaki, önceden anlattığım AVM’nin
arkasında iniyoruz. Marketten ufak tefek bir şeyler alıyoruz. Tam
çıkacakken o da nesi, dışarıda bardaktan boşanırcasına yağmur
başlamış! Sevgili güzel Lviv bize beş gün boyunca nefis bir
bahar havası yaşattı, ve son akşamımızda bu güzel geziyi
yağmurla taçlandırıyor.
Belki alışveriş merkezinin içinde restoran vardır diye asansörle yedinci kata çıkıyoruz. Burası boş. Altıncı kata iniyoruz, burada da ofisler var, kapıları kapalı. Bu duruma seviniyorum. Çünkü İstanbul’da hatta küçük şehirlerimizde bile insanların yeme içme, eğlenme gibi bütün sosyal aktivitelerinin avemelere hapsedilmesi durumu henüz buraya gelmemiş demek ki. İnsanlar yemek için restorana, tiyatro ve sinema için salonlara, kahve içmek için kafe’lere gidiyor hala bu şehirde. Böyle olmasına rağmen içim yine de burkuluyor. Çünkü görünen o ki, kapitalizm tohumları çoktan yeşermeye başlamış bile bu şehirde de ! Ruhunu kaybedecek bu güzellikler bir süre sonra! Her şey daha çok satılık olacak! Daha sentetik olacak. Yerel halk şehir merkezinden gittikçe uzaklaşacak. Zaten öyle de olmaya başlamış. Bizim kaldığımız tarihi ev mesela! Bir kat üçe bölünmüş ve apartlar yapılmış. Kapitalizm silip sürüyor önüne çıkan yerelleri, ruhsuz standartlara hapsediyor kalan gölgeleri.
Dışarıya çıkıyoruz, yağmur hafiflemiş. Günlerdir svetlerle dolaşıyorduk, eve gidip montları almak lazım. Serinlemiş biraz hava. Kafamı kaldırıp baktığımda fark ediyorum, yağmur nasıl da yakışıyor bu şehre. Zaten tertemiz olan parke taşları daha da parlamış. O kadar şiddetli yağışa rağmen etrafta hiç su birikintisi yok! Binalarda genelde hakim olan romantik sarı daha bir koyulaşmış sanki. Şehre İnstagram’daki Lo-Fi filtresinden bakıyor gibiyim. O kadar koyu, o kadar derin ve bir o kadar da berrak.
Acıktığımı hissediyorum bir anda. Normalde hiç aramadığım pirinç pilavını çekiyor canım. Türkçe konuştuğumuzu görünce elime restoran kartı tutuşturan kadın geliyor aklıma. Türk ve Akdeniz mutfağı yazıyordu! Gitsek mi derken vazgeçiyoruz. Ver elini Churrasco grill & beer. İlk akşam gittiğimiz, 42 dakikada pişen bifteğini çok sevdiğimiz restoran bu. Şehirdeki son akşam yemeğimizi de şölen haline getirelim diyoruz.
Yan masaya 3 kadın 4 erkek yine Türk grup geliyor. Hepsi genç, ben diyeyim yirmili yaşların sonundalar, siz deyin otuzların başında. Kadınların hepsi son derece makyajlı. Sosyal medyada makyaj videoları çıktı çıkalı zaten kadınların çoğu aynı stil makyaj yapar oldu. Hepsinin elmacık kemiklerinde metalik, heykelsi bir bronzluk, kirpikler son derece koyu boyanmış, allık son derece belirgin. Hani estetik ameliyat yaptıran kadınlar nasıl birbirlerine benziyorsa bu tarz makyaj yapan kadınlar da hep aynı görünüyor benim gözüme.
Cep telefonlarını alıp menünün fotoğrafını çekiyorlar, hemen Google Translate devreye giriyor. Öyle yazmadan çizmeden çözüyorlar yabancı dil sorununu. Bizim de Türkçe konuştuğumuzu duyunca fotoğraf çektirmek için yardım istiyorlar. Tam ben düğmeye basacakken bir tanesi “Bir saniye” diyor. Önündeki birayı bizim masaya doğru iteliyor ve devam ediyor:
“Şimdi bizim müdür görür falan sorun olur!”
Böyle bir olaya tanık olmak! İnsanların iki yüzlü olmasına mı üzüleyim, kişiliklerini gizlemelerine mi, yalancı zavallılıklarına mı üzüleyim, yoksa özel hayatta içki içmenin iş yerinde sorun olmasına mı üzüleyim bilemiyorum. O çok makyajlı, sarı boyalı saçlı kadınların hepsi pepsi kolalarını gururla koyuyorlar kadraja. Gece kulübüne gideceklermiş, “Var mı bildiğiniz yer” diye soruyorlar, “Bilmiyoruz!” diyoruz.
Nefis yemeğimizi yedikten sonra çıkıyoruz dışarıya. Hava soğuk. Kahve Madeni’ne giderek seramik küçük fincanlarda sunulan “National Coffee”den içiyoruz. Saat akşam on civarı. Derken kulağıma şu cümle çalınıyor:
“Cafe mi yazılıyor yoksa kafe mi”
Oradan kalkıp vişne likörü içmeye gidiyoruz. “Globalleşen dünyada yok olan yerli değerler” cümlesi takılıyor aklıma. Ertesi gün öğlene doğru tatlı ev sahibemiz tam da söylediği gibi öğlen saat 13’de geliyor. Telefon numarasını istiyorum. Adım Natalie diyor, kaydediyorum. Sonradan ilave diyor; “Nataşa Değil!” Bıkmış demek ki kendisine Nataşa diye hitap edilmesinden. Belki de bizim iğrenç Türk erkeklerinden bıkmıştır.
Bu güzel gezi ve bu uzun yazı dizisi de böylece bitiyor. Hoşçakal Lviv, çok güzeldin. Ve sizler; bu yazı dizisini bıkıp sıkılmadan buraya kadar okuyan, yorum yapan herkes… Çok teşekkürler.
Güzel anılara ve güzel günlere doğru hayat maceramız devam ediyor.
Başka konularda görüşmek üzere, sevgiyle...
Çok güzel bir gezi olmuş. İyi ki gitmişsin.
YanıtlaSilEvet, yazarken tekrar yaşamış oldum, yine keyif aldım :)
SilTeşekkürler, çok güzel bir yazı dizisiydi
YanıtlaSilBeğenmenize sevindim :)
SilSıkılmak ne kelime çok şükür sonuna kadar okuyabildim kesintisiz. Harikaydı yeni gezi yazılarınızı bekleyeceğim efenim. Sanki bavulunuza gizlice yerleşmiş ve peşinizden gelip aynı yerleri ben de gezmişim gibi...
YanıtlaSil:)
Emeğinize sağlık, teşekkür ederim katılımınız için. İnşallah bol bol gezelim, bol bol yazalım hep birlikte.
SilNot: Bu arada bir de tatil yazısı yayınladım az önce, belki ilginizi çeker, sevgiler :)
Sonunda güzel bir final yapmışsınız. Zevkle bütün bölümleri okuduk, okurken adeta biz de yaşadıklarınızı yaşadık. Program dışı gezintiler bazen ilginç anılara vesile oluyor. Lviv'i artık tanıyoruz sayenizde:) Teşekkürler...
YanıtlaSilSonuna kadar okuma sabrı gösterdiğiniz için asıl ben teşekkür ederim :)
SilSizin Lviv hikayenizi de zevkle okumayı sabırsızlıkla bekliyoruz o halde.
Yazınız için teşekkürler. Lviv'e geçenlerde arkadaşlarımda gitti çok beğenmişler. Yıldızı yükselen bir şehir,gitmek lazım :)
YanıtlaSilBen de yorumunuz için teşekkür ederim :)
SilHoş ve yararlı bir blogunuz var,sizi yeni keşfettim ve takibe aldım. Sizi de beklerim,sağlıcakla kalın.https://dizifilmkitaptavsiye.blogspot.com/
YanıtlaSilTeşekkürler
Sil