Grand
tuvalet giyinmeyi çok severdi. Hafta içi rengarenk kravatlar takar,
üzerine mükemmel oturan, hiç bir potluk ya da darlık yapmayan,
özel terzisi Yorgo'nun diktiği takım elbiseleri giyerdi. "Yorgo da çok yaşlandı, O'na bir şey olursa ne yaparım!" diye düşünüp telaşlandı bir an için. Ailesinden böyle görmüştü, “İnsanın kendisine özen
göstermesi, çevresine duyduğu saygıyı yansıtır” derdi
babası. İşi olsun ya da olmasın her sabah erkenden kalkar, özenle
duşunu alıp traşını olur, dikkatlice giyinirdi.
Hafta
sonları ise özlediği keyif zamanlarıydı. Boynuna fularını
takar, üzerine spor bir kazak geçirir, piposunu
da yakıp, en sevdiği aromalı kahvelerden yudumlayarak kitaplarını
okurdu.
Hayatı
seviyordu, artık seviyordu diyelim. Kırklı yaşlarına geldiği bu
zamanlarda anlayabilmişti değerini ama olsundu, en azından
anlamıştı ya, bu da bir şeydi.. Eskiden televizyonun karşısına
geçip politikacıların saçma sapan, vizyonsuz, cahil
cahil konuşmalarına sinir olarak vakit geçirdiğine şimdilerde
kendisi de inanamıyordu. Ne politikanın entrikaları biterdi, ne
de bu cahil adamların hırsı tükenirdi!
Mahur
Bey bir sabah kalktı ve o kararı aldı:
“Bu
ülkenin çivisi çıkmış düzenini protesto ediyorum artık!”
dedi kendi kendine.
Zaten ömrü boyunca protesto etmemiş miydi? Yok yok bu sefer başkaydı, bu sefer aldığı karar çok radikaldi, artık televizyon izlemeyecek, gazetelerde gördüğü o paçavra yüzlü insanların ruhunu kirletmesine izin vermeyecek, internette “son dakika!” diye yanıp sönen spotlarla verilen “Başbakan şunu dedi, cumhurbaşkanı bunu yedi..” gibi içi son derece boş, ruhunu kirleten hiçbir saçmalığa bundan sonra hayatında asla izin vermeyecekti. “Oh be!” dedi kendi kendine, “Ruhumu arındırmalıyım artık!”
Zaten ömrü boyunca protesto etmemiş miydi? Yok yok bu sefer başkaydı, bu sefer aldığı karar çok radikaldi, artık televizyon izlemeyecek, gazetelerde gördüğü o paçavra yüzlü insanların ruhunu kirletmesine izin vermeyecek, internette “son dakika!” diye yanıp sönen spotlarla verilen “Başbakan şunu dedi, cumhurbaşkanı bunu yedi..” gibi içi son derece boş, ruhunu kirleten hiçbir saçmalığa bundan sonra hayatında asla izin vermeyecekti. “Oh be!” dedi kendi kendine, “Ruhumu arındırmalıyım artık!”
Aldığı
bu karara çok sevindi Mahur Bey, kim ne diyebilirdi ki hem! Bencil
mi diyeceklerdi, duyarsız mı diyeceklerdi, 'zevklerine düştü
Mahur Bey bu yaştan sonra, nerede kaldı vatan sevgisi, nerede kaldı soldan bakış
açısı!' da diyen olurdu mutlaka. Gülümsedi hafifçe;
gülümseyişinde “böyle söyleyecek olanlara da artık hayatımda
yer yok!” mânâsı vardı sanki, istemsizce baba yâdigâri gramofona
doğru yöneldi.
Kimselerin
el sürmesine izin vermediği, gözü gibi baktığı gramofonunu
zaman zaman Kapalıçarşı'daki Mehmet Usta'ya götürüp bakımını
yaptırırdı. Çevresinde Gramofon Baba diye bilinen Mehmet Usta'nın
1900'leri andıran küçücük sevimli dükkanına ne zaman gitse, içine buruk bir huzur çöker, boğazı düğümlenirdi..
“Nereden
de geliyor aklıma bu karışık hikayeler, az önce aldığım karar
etkisini göstermeye başladı bile “ dedi kendi kendine, uzandı
eli taş plak koleksiyonuna.
Tabi ya, Seyyan Hanım'dan o tangoyu dinlemek yakışırdı böyle bir âna..
Tabi ya, Seyyan Hanım'dan o tangoyu dinlemek yakışırdı böyle bir âna..
Şu müzikteki zarafet, şu şarkı sözlerindeki derinlik.. Dışarıda bir yerlerde milyonlarca insan PSY denilen pop starın Gam Gam Style şarkısıyla coşup anlamsızca dans ederken, O daha kırklı yaşlarının başında olmasına rağmen taş plakların serinliğiyle ruhunu dinlendirebilecek bir derinliğe sahipti ya, gerisi hikayeydi. Varsın dışarıda birileri politikacılara, birileri pop starlara, kalanları da teknolojik ürünlere tapsınlardı, Mahur Bey'in yolu belliydi artık, “ne gam, ne de gam gam bu saatten sonra!" dedi kendi kendine.
Vücudu
iki binli yıllarda yaşasa da ruhu 1930'larda nefes alıyordu Mahur
Bey'in. Pera'da ellerinde yelpazeleri, tüllü şapkaları,
uzun eldivenleri ile akşam üzerlerinde gezintiye çıkan, köşedeki
pastahanede sakızlı muhallebi yiyerek sohbete dalan o zarif
kadınlara, başlarında şapkaları, şık takım elbiseleri, sinek
kaydı traşları ile eşlik eden beyefendilerin çağında
yaşamalıydı oysa!
İki binli
yıllar demek görgüsüzlük demekti, yüksek perdeden konuşmak
demekti, cehaletin pohpohlanması demekti... Daraldı yine bunları
düşününce. “Nerede o eski kadınların Fransız dantelleriyle
süslü zarif elbiseleri, nerede koltuk örtüsü giymiş gibi
etrafta salınan politikacı eşleri!” dedi, “Nerede piyano
çalmayı bilen, iki dili ana dili gibi konuşan eski ev kadınları,
nerede yüzlerine botoks yaptırmaktan başka bilgisi olmayan, sözüm
ona devlet büyüklerinin eşleri!” de diyordu ki, durdurdu
zihnindeki akışı.
“Hoop
dur bakalım, karar aldın, artık böyle şeylere takılıp
kalmayacaksın” dedi kendi kendine. Kalbi mi sıkışıyordu ne!
Gözlerini ovuşturarak şöyle bir etrafına baktı, burası
neresiydi, Mahur Bey de kimdi, neler oluyordu böyle... Doğruldu
yataktan, elini başına götürdü, terden saçları birbirine
karışmıştı. Yastık kılıfına dokundu sonra,
sırılsıklamdı o da.
Ne
Mahur Bey kalmıştı, ne taş plaklar, ne Seyyan Hanım, ne de
Pera'nın tüllü şapkalı hanımefendileri... Mahur Bey diye biri
yoktu ki, yoksa var mıydı? Kafası karman çorman olmuştu, kimdi
bu yataktan kalkan kişi, dışarıda olan biten neydi?
Elini
yerde duran pantolonuna uzattı, cebinden ehliyetini çıkardı
ve orada yazan isme baktı bir an...
Tabi ya, her şey yerli yerinde duruyordu, Mahur Bey diye biri yoktu, zaten
hiç olmamıştı ki!
Sokaktan
geçen simitçinin bet sesiyle kendine geldi:
“Taze
bunlaaarr, tazeeee, çıtııır çıtıııırrr!...”
.........................
Evet
sevgili dostlar, bu yazı, sevgili Minelse'nin beni mimlemesi
sonucunda yazıldı, umarım beğendiniz. Konu biraz zordu, ama çok
keyifli bir mimdi, kendisine teşekkür ediyorum.
İçinde (pipo, cahil, taş plak, PSY, yelpaze, sakızlı muhallebi, yastık kılıfı, ehliyet) sözcükleri geçen bir şey yazmam isteniyordu, hiç düşünmeden başladım yazmaya ve okuduğunuz şey çıktı. Adına öykü deyin, öykümsü deyin, doğaçlama deyin, karalama deyin, saçmalık deyin, yani ne derseniz deyin...
Bu yazıyı okuyup beğenen herkesi mimliyorum ben de, merakla bekliyor olacağım yazılarınızı..
İçinde (pipo, cahil, taş plak, PSY, yelpaze, sakızlı muhallebi, yastık kılıfı, ehliyet) sözcükleri geçen bir şey yazmam isteniyordu, hiç düşünmeden başladım yazmaya ve okuduğunuz şey çıktı. Adına öykü deyin, öykümsü deyin, doğaçlama deyin, karalama deyin, saçmalık deyin, yani ne derseniz deyin...
Bu yazıyı okuyup beğenen herkesi mimliyorum ben de, merakla bekliyor olacağım yazılarınızı..
Sevgiyle
ve sözcüklerin büyüsüyle kalın...