Bugün ilginizi çekeceğini düşündüğüm bir konuyla konuk yazar ağırlıyorum yine. Kayb-ı Kelam, mesleğini belli ki çok seven, çiçeği burnunda bir tıp öğrencisinin blogu. Çok güzel yazıyor, kendisini konuk etmekten son derece memnunum ve bu güzel bilgilendirici yazı için kendisine teşekkür ediyorum.
Hep söylerim, bu hayatta kutsal iki meslek vardır ve bu iki meslek sevilmeden yapılmaz: Birincisi hayat kurtaran doktorluk, ikincisi de hayat şekillendiren öğretmenlik... Sözü fazla uzatmadan geleceğin başarılı doktoruna bırakmak istiyorum, bakın neler anlatmış mesleği hakkında:
----------------------
Son birkaç gündür ne yazsam diye düşünürken, aklıma kendi branşımla ilgili bir şeyler yazmak geldi. Yani tıpla, doktorluk mesleğiyle ilgili. Buyurun bir doktor nasıl yetişiyor ülkemizde, yani tıp fakültesi serüveni nasılmış aslında :
Hep söylerim, bu hayatta kutsal iki meslek vardır ve bu iki meslek sevilmeden yapılmaz: Birincisi hayat kurtaran doktorluk, ikincisi de hayat şekillendiren öğretmenlik... Sözü fazla uzatmadan geleceğin başarılı doktoruna bırakmak istiyorum, bakın neler anlatmış mesleği hakkında:
----------------------
Son birkaç gündür ne yazsam diye düşünürken, aklıma kendi branşımla ilgili bir şeyler yazmak geldi. Yani tıpla, doktorluk mesleğiyle ilgili. Buyurun bir doktor nasıl yetişiyor ülkemizde, yani tıp fakültesi serüveni nasılmış aslında :
Lise
yıllarının son senesi özellikle de tıp isteyen öğrenciler için
tam bir monotonluk senesidir. Sabahın erken saatlerinde hafif bir
kahvaltı ile başlayan bu yeni hayat, o gün boş derslerde,
teneffüs aralarında çalışılacak kaynakların özenle
hazırlanmasıyla da devam eder. Okulda geçen yoğun temponun
ardından kısa bir dinlenme bu süreçte o öğrenci için eşsiz
bir ödül olur. Ne yazık ki bu ödülün de tam zevkini çıkaramadan
çalan etüt ziliyle çalışma odalarına geçer ve uykunun
kendisini zorladığı son anlara kadar kendini bir çalışma
havasına sokar. Ve günler böyle devam eder, eder, eder; ta ki
sınava kadar... Dedim ya monotonluk diye, arada farklı aktiviteler
yapması belki de bünyesine iyi gelecek; ama sağ olsun dış
uyaranlar,
ki bu aile bireyleri, komşular, arkadaşları olabilir, bu
öğrenciyi farklı bir aktivitede gördüklerinde ''bak
hele, sınava kalmış kaç gün dışarılarda sürtüyor. Olacak
şey mi bu aa!'' söylemleriyle
bu monotonluğu sürdürmelerinde etkili rol oynar. Neyse efendiler,
sınav vakti geldiğinde ise koskocaman o çalışma zamanının
birkaç saat içinde meyvelerini beklemeye gelir sıra. Heyecanlanma,
omuzlarına yüklenen ağır sorumlulukların sınav anında akıldan
çıkaramama, saçma sorular macerasının yaşandığı o birkaç
saat... Nihayetinde kazasız belasız o sınavı da atlatan öğrenci
kendi isteğiyle(!) tıp fakültelerinden birine yerleşir. Ve
üniversite kapıları o öğrenci için sonuna dek açılır(!)
Üniversite
Yılları ;
Artık eskisi gibi stres yok, dert yok düşünceleriyle harmanlanmış öğrenci, komite sistemini duyduğunda daha bir sevinir. Çünkü senede ortalama 5-6 sınava girecek olması kulağa çok rahatlatıcı sözlermiş gibi gelir. Derslerine de girecek olan 50-60 hocayı da duyunca ve hele de aralarında profesörlerin olduğunu görünce de değmeyin keyfine. Ama işin içine girince öyle olmadığını anlaması birkaç ayını alacaktır. Çünkü farklı bir dille, tıp diliyle, tanışması birçok hocanın slaytlara bağlı kalması, gerekli gereksiz binlerce bilgiyle karşılaşması ve sınavlarda da çalıştığı onca şeyin arasında hiç tahmin edemediği yerlerden sorularla buluşması için gereken zaman işte bu kadar kısadır.
Özellikle de 3.sınıfa gelindiğinde ise sayısız hastalığın nedenlerini, sıklıklarını, nasıl olduklarını sadece teorik yönden öğrenip hasta üzerinde görememesi en büyük dezavantajlardan biridir. Ayrıca derslerde hocaların azarlarına maruz kalınması, bunu nasıl bilemezsiniz cümlesinin oldukça sık duyulması psikolojik, günlük 6-8 saat ders işlenmesinin ardından öğrencinin ders çalışmaya ne zaman, ne de güç bulamamasına bağlı fizyolojik açıdan çökmesi de bu dönemde gayet mümkündür. Özellikle diğer fakültelerde okuyan arkadaşlarının aksine vaktinin çoğunu çalışmaya çalışmak için ayırması sonucu tıp öğrencisinin asosyal bir birey olması da cabası.
Artık eskisi gibi stres yok, dert yok düşünceleriyle harmanlanmış öğrenci, komite sistemini duyduğunda daha bir sevinir. Çünkü senede ortalama 5-6 sınava girecek olması kulağa çok rahatlatıcı sözlermiş gibi gelir. Derslerine de girecek olan 50-60 hocayı da duyunca ve hele de aralarında profesörlerin olduğunu görünce de değmeyin keyfine. Ama işin içine girince öyle olmadığını anlaması birkaç ayını alacaktır. Çünkü farklı bir dille, tıp diliyle, tanışması birçok hocanın slaytlara bağlı kalması, gerekli gereksiz binlerce bilgiyle karşılaşması ve sınavlarda da çalıştığı onca şeyin arasında hiç tahmin edemediği yerlerden sorularla buluşması için gereken zaman işte bu kadar kısadır.
Tıp okumanın dayanılmaz hafifliği! |
Özellikle de 3.sınıfa gelindiğinde ise sayısız hastalığın nedenlerini, sıklıklarını, nasıl olduklarını sadece teorik yönden öğrenip hasta üzerinde görememesi en büyük dezavantajlardan biridir. Ayrıca derslerde hocaların azarlarına maruz kalınması, bunu nasıl bilemezsiniz cümlesinin oldukça sık duyulması psikolojik, günlük 6-8 saat ders işlenmesinin ardından öğrencinin ders çalışmaya ne zaman, ne de güç bulamamasına bağlı fizyolojik açıdan çökmesi de bu dönemde gayet mümkündür. Özellikle diğer fakültelerde okuyan arkadaşlarının aksine vaktinin çoğunu çalışmaya çalışmak için ayırması sonucu tıp öğrencisinin asosyal bir birey olması da cabası.
Nihayet stajların başlamasıyla birlikte hastalıkları
hasta üzerinde görmeye başlayan öğrenciler farklı şeylerle de
karşılaşmaya başlarlar. İlk olarak yakın akrabalar
''ne
kadar maaş alıyorsun 4.sınıfta ? Gerçi siz doktorlar iki tıkla
70 lirayı götürüyorsunuz zaten; ama hiç doymuyorsunuz'' tarzında
sözleri sıralamaya başlar. "Ne
uzmanı doktor olacan bakim sen" diyenler,"bu
doktorlar var ya bu doktorlar para için imanını
satarlar" diyenler,"şu
doktor hiçbir şey bilmiyor, bir ilaç bile yazamadı/sadece bir
Parol yazmış baksana" diyenler, "doktorları
dövenler" vs..
onlarca tabloyla yüz yüze olmaya başlarsınız. Halbuki biraz
empati yapabilseler...
Tıp fakültesi minimum 6 senelik bir fakülte. Minimum diyorum; çünkü alttan ders almak gibi bir ihtimal olmadığı için böyle bir durum söz konusu olursa sınıf tekrarına kalıyorsunuz.[bizim fakülteye 120 kişiyle başlayıp 6.sınıfta sadece 54 kişi kaldığını duydum]Bu süreçten sonra karşınıza dünyanın zorluk olarak en zor ilk beş ve ayrıca Türkiye'nin en zor sınavı olan TUS (Tıpta Uzmanlaşma Sınavı) illeti çıkar. Şayet bu sınavda yeterli bir puan aldıktan sonra da 4-5 sene daha uzmanlık okursunuz. Yani sizi hastanede muayene eden doktor en azından 10 yıllık bir tıp eğitimi almış doktordur. [Bazı istisnalar hariç]Ve maaş noktasına gelince de normal eğitim süresince öğrenci olduğunuzdan maaş alamıyorsunuz ta ki mezun oluncaya dek. Uzmanlık sınavını geçtikten sonra asistanlık maaşı almaya başlıyorsunuz ve onun ne kadar yüksek (!) bir miktar olduğunu her sene açıklanan kim ne kadar maaş alacak? tablosundan bulabilirsiniz.
iki tık değil, perküsyon! |
İki tıkla 70 lira meselesine gelince o iki tık denen muayenenin adı PERKÜSYON ve vücudun farklı yerlerinde çıkan sesle rahatsızlık olup olmadığını anlamada kulağı iyi olan doktorlar için etkili bir yöntem. Bizim insanlarımız genellikle neden film çekmiyor diye yakınırlar, halbuki ne kadar yüksek dozda radyasyon yediğinin farkında değiller. Mesela tipik normal bir hastalığı olan kişi eğer BTdenen tomografi çekiyorsa normal röntgen filmlerinde maruz kaldığı radyasyonun 422 katı daha fazla radyasyona maruz kalıyor. Bu da ileride birçok kanser için bulunmaz fırsat adeta. O yüzden gereksiz tetkikler hastalığı daha da kötüleştirebilir. Kaş yaparken göz çıkarmak misali...
İlaç yazmadı sözü... Ülkemizin antibiyotik kullanımında 1.sırada olduğunu biliyor musunuz ? Halbuki en basitinden serum bile insan için zararlı olabiliyor. Ama illaki ilaç kullanmamız gerekiyor ya gerekli gereksiz, tüm bünyemizi mahvetmeye başlıyoruz. Hani sürekli derler ya eskiler hiç hastalanmazdı diye. Neden hastalansın ki. Doğal beslenme ve gereksiz ilaç kullanımın olmadığı o dönemlerde hastalık nasıl olsun ki ? Her ilaç bir zehirdir diye öğretirler bize. Gerçekten de bir ilacın etkinliği olduğu kadar yan etkileri de oldukça fazla. Hele de antibiyotikler... Bakteriler, sürekli bir direnç kazanmaya başlıyor o ilaçlara karşı. Ve günden güne de ilaçların dozları artırılıyor. Ne kadar yüksek doz, o kadar yan etki ve bir o kadar da bozulan bağışıklık sistemi.
Hayat kurtaranlar |
Mesela grip için birkaç ilaç kullanan çok sayıda kişi var. Ama gribin %80-85 nedeni virüsler.Yani kullanılan hiçbir ilaç virüslere etki etmez. Antibiyotikler sadece bakterilere etki eder. O yüzden kullanılan ilaçların birçoğu gereksiz olur. Onun yerine bağışıklık sisteminizi güçlendiren C vitamininin olduğu gıdalarla beslenmek, dinlenmek o ilaçların neredeyse hepsinden daha yüksek bir etkiye sahiptir. Kısacası ilaç yazmayan ya da bildiğiniz ilacı yazan doktor her zaman hiçbir şey bilmeyen doktor değildir. Çoğu zaman sizi sizden daha fazla düşünen doktordur düşüncesini unutmayın.
Bir de doktorları dövenler var, onlar hak ediyor diyenler... Hangi hastanın daha acil bir vaka olduğunu sizden daha iyi bilir doktor değil mi? Çünkü her hasta yakını için hastası acildir diğerlerine göre. Ayrıca acilde çalışan bir doktor ortalama 100-150 hastaya bakıyor.Unutmayın o doktor da bir insan ve belki de 30 saatten fazla uyuyamayan biri. %100 performans beklemek ne kadar doğru olur ? Karar sizin...
NOT : Elbette her zaman doktor haklı değildir; ama ben sadece haklı olan doktorların düşüncesini buraya yazdım.
Yazar Hakkında :Tıptaki sanatı kelimelerde de gören ve vaktinin bir kısmını yazarak geçiren bir tıp öğrencisi. Yazılarını sadece kendi değil başkaları da okuyup değerlendirebilsin diye Kayb-ıKelâm blogunda da yazan kelimelerin bir hayranı. Buyurun gelin, hep beraber okuyalım...
NOT:
Bu tıp serüveninin 4.sınıfında olduğumdan daha ilerisini
anlatmam doğru olmaz. O yüzden serüvende geçen bu sorulara
cevaplar vererek yazıyı bitirmem daha uygun olur sanırım.
Kısaca
değinmek istediğim doktorluk mesleğini yazarken anladım ki kısaca
anlatmak oldukça zormuş. Peki sizler ne düşünüyorsunuz
doktorlar hakkında ?
Öncelikle bilgisayarımın tepesine tırmanıp benimle gözgöze gelmeye çalışan pisiciğimle birlikte size başarılı bir eğitim ve iş hayatı dilerim. Şunun şurasında kalmış 2 yıl diyemeyeceğim daha kat edeceğiniz çok yol var. Allah yardımcınız olsun. Ne de güzel anlatmışsınız zorlukları hele de haksız yargıları. İnsanın içini dökmesinin en güzel yolu olan yazı yazmanın ilaç gibi olduğunu kavramanız iyi olmuş. Sevgi, sabır ve kolaylık dilerim.
YanıtlaSilOkuyup yorum yaptığınız için ben teşekküt ederim. Dediğiniz gibi 2 yıl kalmış ifadesi pek de doğru değil. Çünkü tıp sürekli güncellenen bir branş :)
SilDoktorluk ve öğretmenlik benim gözümde de çok yüce meslekler.. ama sadece bu iki mesleği kutsal olarak değerlendirmek diğerlerine haksızlık gibi geliyor bana. :) mesleği ne olursa olsun, işini mesleğini iyi yapan her insan çok yücedir bana göre.
YanıtlaSilçok yakın arkadaşlarım olduğu için benzer değerlendirmeleri onlardan da çok duydum. ve yazılanlara büyük oranda hak veriyorum tabi ki. ama her meslekte olduğu gibi doktorların da içinde işini iyi yapmayan , özensiz, salt çıkar düşünen pek çok doktor var.
Dediğiniz gibi her mesleği kötüye kullanan var; ama bizlerin de genel olarak yanlış yaptığı nokta bu yanlışları tüm hepsine genellemek. Sadece tıp alanında değil elbette, her alanda bu böyle ne yazık ki...
SilNe kadar güzel anlatmışsınız. Bu heyacanı, bu iyi niyet ve sabrı, bu özveriyi hiç kaybetmemenizi dilerim. En zor meslekler insana hizmet eden mesleklerdir. Elinize, klavyenize sağlık. Başarılar diliyorum.
YanıtlaSilEvde yazar sana da teşekkürler bizde hem bloggerla tanıştık hem de bir mesleğin gayet samimi başlangıç inceliklerinde bilgi sahibi olduk. Sevgiler...
Ben de evde yazara teşekkür ediyorum. Böyle samimi okuyucuları ile beni buluşturduğu için. Ayrıca iyi dilekleriniz için de müteşekkirim :)
Sil10 yaşımda iken geçirdiğim bir kaza sonucu Çocuk yaşımda 8 içinde 13 defa ameliyat masasına yattım. İbni Sina Hastanesinde. Allah bin kere razı olsun. Ne güzel İnsanla yetiştirmiş anne babalar. O sıralar pratisyen olan Hakan Özden adlı genç Doktor. Çok emek verdi bana. Yıllar sonra ziyaretine gittiğimde gözlerine inanamadı beni ayakta görünce. Umarım sizde büyük sorumluluğun üstesinde geleceksiniz. Hayat Okul bitince başlayacak. Şimdiden başarılar.
YanıtlaSilBirçok doktoru da belki de ahirette kurtaracak en büyük şey aldıkları bu dualardır. Anınız mı denir buna tam bilmiyorum ama paylaştığınız için teşekkür ediyorum :)
SilKesinlikle katılıyorum. Özellikle son yıllarda doktorluk mesleğini değersizleştirilmeye yönelik yoğun çaba var. Çok meşakkatli bir süreç aslında.
YanıtlaSilSavunanların varlığı da söz konusu olduğundan fazla etkilenmeme ihtimalimiz oluyor :)
SilFazla söylenecek söz yok aslında. Kızgınlığının bir ifadesi bu yazmış oldukları ve oldukça haklı tabii ki...
YanıtlaSilHani derler ya işin içine girmedikçe tam anlaşılmaz o mesele diye benim ki de biraz kızgınlıkla da olsa işin içinden alıntılarım sayılabilir bunlar :)
SilVay be! Harikasınız, iyi ki kaleme dökmüşsünüz tıp ve doktor olma mesleğini... Ayrıca şu ilaçlar hakkında yazdıklarınızı bütün dünya duysun isterdim. Kesinlikle o kadar Haklısınız ki
YanıtlaSilİşin içinde olduğumuzdan biraz daha yakından anlayabiliyoruz. Ama sizler sayesinde daha dogrusu sizin bu konuyla ilgili zihniyetiniz sayesinde insallah bircok kisi bu gerceklerin farkina varabilir :)
SilHayat nasıl bakıyorsak öyledir demiş bilenler. Aslında her şey küçücüktür ve biz onları büyüttükçe büyütürüz... Tıp okumak da küçücüktür ve onun büyük olması aileden ve toplumun büyük beklentilerinden ileri gelmektedir.
YanıtlaSilBir tıp doktorunun maaşı asgari ücrete indirgendiğinde; kaç kişi insanlara duyduğu karşılıksız sevginin doğurduğu yardım etme isteğinin estirdiği karşı konulmaz fırtınaya kapılıp kalın kitapları en az 6 yıl boyunca okuyabilir ve tıp okumanın ağır masraflarına katlanabilir?
Ben söyleyeyim; hiç kimse...
Tıp ne için okunmaktadır?
Para ve toplumun saygısını kazanmak için değil mi? eğer bunları ortadan kaldırırsanız latince kitapların ve parlak beyaz gömleklerin çekici cazibesi yok olmaz mı?
Sanıyorum bizler kısacık hayat yolunda ilerlerken kendimizin değil bizi yönlendirenlerin etkisi altında kaldıkça giriştiğimiz her türlü iş çekilmez, aşılmaz,can sıkıcı olmaya devam edecektir.
Bireysel ve toplumsal egonun yönlendirmeleri ile hayat daha da büyük ve çekilmez olmaya devam edecektir. Hiç kimse yapmak istediği ve hatta yaratılışında programlı olan işi yapamayacaktır ve insanlığa yardım edemeyecektir.
Oysa hayat bir maraton değildir asla... Maratonda mutlaka sadece 3 kişi sevinir. Birinci, ikinci ve üçüncü olanlar... Ya diğerlerine ne olmaktadır? Öz güven kaybı, psikolojik travma, eziklik duygusu vs...
Her insan bir özel yetenekle gelir bana göre... Toplumun ve ailenin karanlık ve kasvetli gölgesinin baskısına aldırmadan tüm evrenin iyiliği adına sahip olduğu yeteneği keşfetmek gibi bir sorumluluğa sahiptir. Bu keşfi tamamlamadan ve kendi cevherinin farkına varamadan göçüp giden milyonlarca insan sahip oldukları yeteneği kullanmadan heba olup gidiyor. Eğer bir insan kendi yeteneğinin farkına varabilirse, mutlak mutluluk için o ışığı takip etmeli ve tüm baskılara yüksek bir direnç göstererek yolundan şaşmadan ve kimseye aldırmadan azimle yürümeli... Bu yolda karşılaştığı her zorluk; kendisini bir üst zirveye taşıyacak birer basamak olarak görünecektir. Yaptığı her hata; onu doğruya götüren birer pusula olacaktır. Herkes sevdiği işi yaparsa mutlu insanlar dünyayı ışıl ışıl aydınlatacaktır.
Saygılarımla...
Bu güzel katkınız için teşekkürler.
SilSema hanımın yaptığı değerlendirme ye yürekten katılıyorum. . Harika tespitler yapmış.
YanıtlaSilBende birkac kelimeyle bu yazilanlara ortak olmak isterim ben su an tipta 3. Sunifta okuyan bir ogrencinin babasiyim .bir insan yetistirmek,bir genc yetistirmek,ve tip ogrencisi bir genc yetistirmek gercekten cok zor bir is. Ama idealler ve hedeflenen buyuk umutlar icin , insanliga yardım eli uzatacak bir doktor yetistirmek icin bu zorluklari göüslüyor insan tipki su an bizim yaptigimiz gibi.
YanıtlaSilÇok haklısınız. Ama doktorluk gibi kutsal bir meslek için tüm zorluklara değer mutlaka.
SilGenç arkadaşımıza başarılar dilerim.
Bazen ufacık bir iyilik yaptığımızda bile; birine adres tarif etmek, para bozmak gibi mesela (gerçekten de küçücük iyilikler yani :D ) kendimizi iyi hissederiz. Bunun bir üst kademesi; üzgün birini teselli etmek, işine yarayacak bir fikir vermek, engelli ya da yaşlı birine yardımcı olmak gibi şeyler daha da haz verir, rahatlatır bizleri vicdanen... Peki ya birinin hastalığına çare olmaya, hayatını kurtarmaya vesile olmak! Kim bilir nasıl güzel bir duygudur. Hele bir de farkında olup size minnet duyarsa hastanız veya yakını, mutlulukla mahçubiyet karışımı bir duygu yoğunluğu. Hani "empati yapın" demiş ya konuk yazar arkadaşımız... Bu sonuçlar karşısında hissedebilecekleri konusunda empati yaptım da... Sanırım bütün çabaya ve sıkıntılara değer birilerinin derdine derman olabilmek...
YanıtlaSilBen de aynen sizin gibi düşünüyorum, tıp çok özel bir meslek...
SilBende çok istiyordum tıp okumayı insanlara yardım etmeyi , para yüzünden insanların hayatını kaybetmemelerini sağlamayı onlara yardımcı olup yanlarında olmayı...Birde hep şey düşünürüm, ilerde annem babamda yaşlanacak hasta olucaklar onları hastalıklarından kurtarmayı onların hayatlarına bir umut olmayı. Eğer bir gün onlara birşey olacaksa yanlarında çaresiz kalmamayı isterim. Ama işte bu sene sınava girdim ve kazanabileceğimi bilemiyorum. Herşey nasip. Yazınız gerçekten çok güzel ellerinize yüreğinize sağlık. Rabbim mesleğini hakkıyla yapan bütün doktorların yardımcısı olsun...
YanıtlaSilŞuan neler yapıyorsunuz aradan 5 yıl geçmiş yazınızı okudum ve çok etkilendim konuyu çok güzel ve detaylı bir şekilde ele almışsınız ben de bu bölümü istiyorum 11. sınıfım inşallah kazanırsam ve mesleğimi elime alırsam sizin gibi insanları bilgilendirmek için yazılar yazmak isterim geri dönüş yaparsanız sevinirim.
YanıtlaSilEgitim ve sınavlarda gelinen nokta çok acı
YanıtlaSiltus forumlarında iddialar “...Bundan 7-8 kadar yıl önceydi. 5-6 defa girdiğim ÜDS lerden 50-60 arası alıp duruyordum. Meşhur bir TUS dersanesinin Meşhur bir sahibi -ki iyi İngilizce bilmesi ile de tanınır- yerime ÜDS ye girebileceğini söyledi. "Sen de sarışın gözlüklüsün ben de, kimse anlamaz bile, ben böyle çok kişiye ÜDS-KPDS kazandırttım" dedi. Tabi teklifini "bütün akademik hayatımı b.k çukurunun üzerine bina edemem" diyerek reddettim. 1-2 sınav daha sürünüp kendim 71'imi aldım. Eğer yakalanırsa "sevgili JOKER abimin" aleyhine tanıklık ederim. Allah islah etsin, bir adamın her işi mi YAMUK olur ya?”
http://www.stetuskop.com/showthread.php?t=4964&page=62
https://odatv.com/tus-sorularinin-calindigi-iddialarinin-merkezinde-bu-kez-hangi-cemaat-var-04031942_m.html
http://www.stetuskop.com/showthread.php?t=10037
http://www.stetuskop.com/showthread.php?t=4309
http://www.stetuskop.com/showthread.php?t=9306
Ateş olmayan yerden duman çıkar mı
tusdata ve veya uz.dr sami selçukbiricik in sponsoru olduğu drtus.com tus forumunda övünme ve güç gösterisi olarak anlatılan ösym den bilgi sızdırmalarını, ilişkilerini, bağlantılarını, görüşmelerini maddi güç ve fetö paralel yapı veya başka bir cemaat örgüt siyasi dava yapı bağlantısı olmadan nasıl yapılabileceği şayanı hayret bir konu olarak şüpheleri celbetmekte haklıdır tusdata ve özel asfa ferda koleji yönetim kurulu başkanı uz.dr. sami selçukbiricik iddia edildigi gibi feto paralel fethullah gülen mensubu mudur iskenderpaşa hakyol mensubu mudur bilinmez ve böyle olsa da olmasa da özkaya özel hayatı kendi tercihidir bu kısmına saygı duyulmalı ancak 15 Temmuz olayları davası gazileri ve şehitlerini yaşamış bu ülkede ilişkiler ağı Ağacın Kurdu kitabındaki gibi rahatsız edici giriftlikte.. Bu arada ösym nin sınava başkasının yerine girdiği tespit edilen tus Dersanesi sahibi ifadesiyle bu kişinin kamu oyunun anladığı kişinin büyük ihtimalle uz Dr Sami selçukbiricik olduğu kanaati oluşuyor. Ösym nin ve uzman doktor sami selçuk biricik in de açıklama ve videolarında net bir aksi beyanı yok ..soruşturmaların akamete uğraması bu ortamda bu bağlantılarla ve tusdata dusdata maddi sponsorluğunda yayın yapan Drtus.com tus/dus/eus forum sitesinde ösym ve yök te tanıdıkları olduğu ve maddi gücü fazla olduğu icin ösym de yök te sağlık bakanlığında muhatap kabul ediliyor itibar görüyor beyanları zaten malumun ilanı beklenen bir durum . Geçmiş yıllardaki Konya Beyaz Kalem olayındaki gibi bundan çıkan, anlatılan veya kanaatimize göre anlatılmayandan hissedilen anlam tusdata hazırlık dersanesinin paralel yapi feto Fethullah Gülen cemaatine genç klinisyenler yapılanması içinde herkesten farklı özel ve çok fazla kontenjan ayırdığı ve iyilik yapmak icin ücretsiz aldığı kişisel verileri yasadışı kaydettiği yani fişleme yaptığı belgeleri videoları rezaleti..
ÖSYM kampanyaları ile bir yandan tusdata bir yandan STV ve zaman gazetesi bir yandan taraf gazetesi ile ÖSYM'nin şifre ve hatalı soru ve sınavlarla gündeme gelirken kpss, ve polis hakim avukat savcı sınavları yolsuzluğunun unutturulduğu gündemin ösym ciddiyetsizliğiyle yaptığı hatalı sorular üzerinden hak arıyor tarzı kampanyalarla her sınav döneminde ösym yolsuzluğu gündeminin değiştirilip kpss sınavı ve diğer sınav soru çalmalarının ve zaman aşımı türü örtbaslarin siyasette milletvekili Prof.Dr. ÖSYM ve YÖK ' teki kirli bağlantıları, telefon mail iletişim ve irtibatlı kişileri Dolar Euro Dinar Dirhem Afyon Esrar ne kullanıyorlarsa Ali Veli Halil Bilal İsa Musa Sema Esma Ayşe Fatma Fatih Burhan Nurhan Orhan Muharrem Mükerrem Naim Saim Rabia Safiye Nazife Hafize Binnur Zin Nur Rahmi Rahim adları her kimse kimdir bunlar bulunmalı ve hala ayıklanmadığı gerçeğinin örtüldüğü sürece . .
seffaf olmasi gereken kurumların kanser gibi hasta hastalıklı enfekte bir ilişki zinciri değil mi?
Her sınavda sorular alındı mı çalındı mi sızdı mi sızdırıldı mi kaygısı yersiz Mi?