Dün
bütün ön yargılarımdan sıyrılarak Necip Fazıl'ın kaleme
aldığı Reis Bey adlı oyuna gittim. Oyun üç perdeydi ve aralar
dahil tam 3 saat sürdü. Bugüne kadar izlediğim en uzun oyundu
sanırım.
Oyun
başladığında kendimizi Mesudiye Oteli'nin lobisinde bulduk. Otel
katibi, Anadolu'dan gelmiş bir köylü, otelde kalan iki genç
kadın, otele giren başka bir kadın, Reis Bey... İlk sahnede
şaşkına döndüm. İzlediğim sanki bir tiyatro oyunu değil de
bir müsamere gibi geldi bana. Oyuncular birbirlerine bakacaklarına
seyirciye bakarak konuşuyorlardı. Üstelik noktalara virgüllere
gereğinden fazla dikkat ederek; sanki konuşmuyor, şiir okuyor
gibiydiler. Nasıl desem, eski Yeşilçam filmlerinde gibi, değil
gibi... Bence oyunculuk gerçekçilikten uzak ve abartılıydı.
Dolayısıyla genel olarak yabancılaşarak izledim oyunu. Çok
sahneli oyunda içine girebildiğim tek yer sanırım idam sahnesiydi.
Oyunda en çok hapishane müdürü rolündeki Mazlum Kiper'i sevdim.
Kendisini zaten severim. Reis Bey rolündeki Selçuk Soğukçay da
rolünün hakkını verdi, uzun tiradlarda oldukça başarılıydı.
Fakat 26 kişilik kalabalık kadrolu oyunda iki oyuncu haricindeki reji genel
olarak bana hitap etmedi.
Oyunun
konusu
Metin,
yasalara bağlı ve acımasız bir yargıcın idam kararı verdiği
gencin sonradan suçsuz çıkması ve yargıcın iç hesaplaşmalarını
anlatıyor. Vicdan azabı duyan yargıç yani Reis Bey, olaydan sonra
hayata bakışını tamamen değiştirerek her şeye “merhamet”
ekseninden yaklaşmaya başlıyor. Aslında içsel yolculuk anlamında
güzel bir konu. Fakat metin doğal olarak yazarın hayata bakış açısına göre
şekillendiği için, bu hesaplaşmanın içinde kendimi bulamadım.
İzlediğim şey, konuşmalarıyla, bakış açısıyla, felsefesiyle
bambaşka bir dünyaya ait gibiydi. Adaletin yanlış karar
vermesinin karşılığı, bence adaletin doğru karar vermesidir.
Yani yazarın üstünde durduğu gibi adaletin karşısında
“merhamet” duygusunun yer alması, son derece sübjektif ve
yanlış sonuçlar doğurabilecek bir yaklaşım diye düşündüm.
Hele oyunun bir yerinde yazar, "toplumu acıyanlar ve acınanlar
olarak iki sınıfa ayırıp, sonra da bu sınıfları aynı terazide
değerlendirmek gerekir" gibi bir yaklaşım sergilediğinde, bu bakış
açısını kendiminkinden oldukça farklı buldum.
Oyunun
sonlarına doğru “İstanbul insanı kötü yapmak için
iyileştirir” “Anne olun, insana acımanın temeli
analıktır” , ”adaleti göklerde aramak” “birbirinizi
affedin” gibi mesajlar verilmesi de benim için havada kalan
söylemlerdi.
Oyunun
dili
“Bitirim
yeri” diye daha önce hiç duymadığım bir sözcük sıkça
kullanıldı oyunda. Sözlüğe baktım, “kumar oynatılan
kahvehane” demekmiş. Bu sözcüğü gerçekten de çok
beğendim. Fakat genel olarak oyunun dili çok ağır ve ağdalıydı.
Konuşmaları can kulağıyla dinlememe rağmen çoğu kez cümlenin başı ile sonunu bağdaştıramadım, yazarın ne
anlattığını anlayamadım. Aynı dönem şairlerinden Nazım
Hikmet'in dilinin bugüne göre bile ne kadar yalın olduğu
düşünülürse, bence bu dil farkı yazarın bakış açısından
kaynaklanıyor.
Metin
yazarının aynı zamanda şair oluşu repliklerde de hissediliyordu.
Özellikle de Reis Bey'in sanık olarak yer aldığı mahkeme
sahnesindeki tiratta bu çok hissedildi. Kulağa hoş gelen sözcük
uyumları ve ahenk, edebi zenginlik olarak zaman zaman bana da iyi
geldi. Fakat oyun esnasında yaşadığım hakim his yabancılaşma
olduğu için, anlık edebi keyif ötesinde bir coşku duyumsamadım.
Oyunun
dekoru ve görsel zenginlikleri
Ben
oyunda en çok görsel efektleri ve yaratılan illüzyonu beğendim.
Şehir tiyatroları ödenekli tiyatro olma avantajını bu noktada
çok iyi kullanıyor. İlk sahnede otelin camlı kapısının ardına
yansıtılan hareketli sokak görüntüsü, resmen sahneye derinlik
kazandırmıştı. Bu anlamda izleyiciye yaşatılan üçüncü boyut keyfi
bence çok başarılıydı. Diğer sahne geçişlerinde de fiziksel
dekorların değişmesi yanı sıra sahnenin üç duvarına
yansıtılan görüntüleri beğenerek izledim.
Sonuç
;
Bu
oyunu izlemek benim açımdan değişik bir deneyim oldu. Oyunu
tavsiye eder miyim, bilemiyorum. Farklı bakış açılarını görmek
ve tiyatroda 3 saat vakit geçirmek isteyenler için olabilir. Ama
bir daha aynı yazarın oyununa gider misin diye sorsalar, hayır
gitmem...
Yazan :
NECİP FAZIL KISAKÜREK
Yöneten :
ŞÜKRÜ TÜREN
Dramaturgi :
HİLMİ ZAFER ŞAHİN
Sahne
Tasarımı : EMRAH KÜREKÇİ
Kostüm
Tasarımı : SEBAHAT ÇOLAKOĞLU
Işık
Tasarımı : ŞÜKRÜ TÜREN
Müzik :
DENİZ NOYAN
Efekt :
KADİR ARLI
Yönetmen
Yardımcısı : MELİSA DEMİRHAN - HASİP TUZ - LALE KABUL - YARD.
YÖN. ÜMRAN İNCEOĞLU
Süre :
180 DAKİKA / 3 PERDE
OYUNCULAR
ABDULLAH
TOPAL, BERRİN KOPER, CANER BİLGİNER, CEYSU AYGEN, ÇAĞATAY
PALABIYIK, DOĞAN ALTINEL, FATMA İNAN, GÖKHAN EĞILMEZBAŞ, HAKAN
YAVAŞ, HASİP TUZ, İBRAHİM CAN, İBRAHİM ULUTAŞ, İSKENDER
BAĞCILAR, LALE KABUL, MAZLUM KİPER, MEHMET BULDUK, MELİSA
DEMİRHAN, MURAT DERYA KILIÇ, OKAN KARACA, OZAN AKİF SERMAN, ÖZGÜR
DERELİ, RIDVAN ÇELEBİ, SEFA TURAN, SELÇUK SOĞUKÇAY , TANJU
GİRİŞKEN, YELİZ ŞATIROĞLU
ay şehir tiyatrosu mu, hangi salondu yaa :) bi de iyi dayanmışsın vallaaa :)
YanıtlaSilHaldun Taner Sahnesi'ydi. İkinci ara olmasaydı sanırım dayanamazdım :)
SilMerak ediyordum. Yorum için teşekkür ederim, sayende detaylı fikre sahip olabildim.
YanıtlaSilTiyatroya gitmeyi çok özledim... Umarım tekrar başlayabilirim :)
Değişik bir deneyimdi benim için de, aslında yazacağım bir kaç oyun daha var :)
SilTiyatroya bir kere gidince arkası kendiliğinden geliyor merak etmeyin, sevgiler :)
Benimki üşengeçlikten değil, vakitsizlikten.. Oğlumu henüz tiyatro için bırakamıyorum :) Yoksa her tiyatroya gözüm kapalı giderim yeter ki tiyatro olsun ;)
SilYorumlarınızı bekliyorum, teşekkürler!
Anlıyorum, umarım fırsat bulabilrisiniz. Geç Kalanlar, Karıncalar-Bir Savaş Vardı ve Sirke Tadında Böğürtlen Reçeli, Bu Anlamlı Günde oyunlarını da izledim ama yazmaya fırsat bulamadım, en kısa zamanda yazacağım, sevgiler :)
SilYorumunuzu eşimle birlikte okuduk:) Necip Fazıl'dan başka ne beklenir ki. Eşim onun şairliğini edebi açıdan beğeniyor olsa da, dünya görüşlerimiz taban tabana zıt. Oyun yazarlığı şairliğinin yanında sönük kalmış. Ancak farklı görüşleri takip etmeyi seviyorum ben. Olması gereken de budur kanımca:)
YanıtlaSilHani gözünüze uymayan bir gözlük takınca kendinizi huzursuz hissedersiniz ya, oyunu izlerken benzer bir duygu yaşadım. Bu metni çok övenler de var, şaheser falan diyenler var. Ben elbette bir edebiyat ya da tiyatro eleştirmeni gibi değerlendiremem, belki gerçekten de benim göremediğim unsurlarla şahane bir metindir. Ama izleyici olarak bana iyi hissettirmedi :) Zaten sanat böyle bir şey değil mi; herkes kendine göre bir şeyler alır eserden.
SilFarklı görüşleri takip etmek bana göre değil, ağır ağdalı diller tuhaf kelimeler benim bünyede alerji yapıyor:)
Bu arada eşinize çok selam ve sevgiler :)
blogunuzu izlemeye aldım sizide bloguma beklerim :)
YanıtlaSil