Olay Amerika’da geçiyor. Adam bara
gitmiş, kapıda şöyle bir yazı var:
“Bugün bir
tane bira içene, yarın bir bira bedava!”
Adam birasını içmiş, ertesi gün tekrar
aynı bara gitmiş. Bedava birasını istemiş. Garson tekrar kapıdaki yazıyı
göstermiş:
“Bugün bir
tane bira içene, yarın bir bira bedava!”
Adam ertesi gün bir daha bara
gitmiş mi, onu bilemiyoruz. Garsonu dövmüş mü onu da bilemiyoruz. Bildiğimiz tek
şey, adama barda sahte umut sattıkları!
Çok hoş değil mi, tam da ülkemizin
içindeki durum bu. Ertelenen umutlar… “Bugün bedava birayı içemedin ama yarın
belki içebilirsin, hatta yarın kesin içersin. Hadi koçum, hadi canım benim, ha
gayret!” diye diye, bazen kandıran oluyoruz, bazen de kandırılan oluyoruz. Yuvarlanıp
gidiyoruz sonrasında.
Eylem planımız 2 buçuk aşamalı:
1- 1- Geçiştir ve
ânı kurtar
2- 2- Sonrasına
bakarız
3- 3- Nokta
İşyerlerinde de durum böyledir. Mesela
iş görüşmesinde patron, başvuran adaya işle ilgili sorumlulukları uzun uzun
anlatır. Sıra maaşa gelince, olabilen en düşük ücreti teklif edip şöyle der:
“-Sen
şimdilik alt limitten başla, sonrasında performansına göre bakarız.” Hâtta
“’SANA SÖZ’! İşler iyi giderse yıl sonunda
prim de alırsın!” diyerek olayı geçiştirmeye ve o ânda kendince kısa günün
kârını elde etmeye çalışır.
Eleman, oldu bittiye getirilen bu durumda
ne yapacağını şaşırır ve belki de çaresiz olduğunu düşünerek teklifi kabul
eder. Sonrasını tahmin edersiniz. O
performans hiç yükselmez, o prim hiç ödenmez! Patron ânı kurtarmış, elemanı
ucuza kapatmıştır. Bu örnekte kim kazanır? Egemen sınıf!
Anne çocuk ilişkileri de böyledir.
Çocuk mesela oyuncak ister. Anne “Önündeki yemeği bitirip uslu çocuk olursan
‘SANA SÖZ’ o oyuncağı alacağım! der. Çocuk yemeği bitirir ama uslu çocuk
olmayı bir türlü beceremez ve o oyuncak da gelmez. Çünkü anne çıtayı hep
yükseltir, hep yükseltir! Uslu çocuk
olmak, adeta gökyüzündeki tanımlanamaz cisimler kadar ulaşılmaz ve soyut bir
hedef haline gelmiştir artık. Dile de şöyle bir deyim girer:
“Beni çocuk gibi kandırma!”
Bu
deyime kimse de karşı çıkmaz. Çocuğun birey olduğu, kandırılmaması gerektiği kimsenin
aklıma gelmez. Peki bu durumda kim kazanır? Anne, yani yine egemen sınıf.
Sonra mesela bir ülkede seçim
olur. “SANA SÖZ” der partinin biri, “SANA
SÖZ, hayallerin gerçek olacak, sen yeter ki oy ver” der. Seçmen gider “tıpış
tıpış” oy verir. O verilen söz tabii ki tutulmaz. Bilin bakalım bu örnekte yine
kim kazanır?
Elbette egemen güç!
O hep kazanır. Peki bu durum değişmez mi? Değişir bence, değişim kişiden başlar.
Mesela çocuk,
“Anne beni hep
kandırıyorsun. Çocuğum diye beni oyalama, ver söz verdiğin oyuncağı” derse
ve diğer kardeşleri de O’nu desteklerse!
Mesela seçmen, “SANA SÖZ” dedin, “Sözünü
tutmadın, beni kandırdın, hesabını vermek zorundasın!” derse ve siyasinin
kafasındaki “tıpış tıpış oy verir nasılsa!” algısını değiştirirse…
Not: Sevgili blogdaşlarım; idare edin, modum
fabrika ayarlarına dönecek nasılsa, içim hâlâ soğumadı 😊
Sevgiyle kalın.
Alternatif olamayan bir muhalefetle yola çıkanlar kaybetmiştir. Kaybedeceği de ta başından belliydi. Mucize olur mu diye beklendi. Ama maalesef mucize de olmadı. Olamazdı zaten!..
YanıtlaSilAynı şeye izin verip farklı sonuç beklediğimiz için, yarattıkları illüzyona kapıldığımız için, çok yüksek umut beslediğimiz için hepimiz suçluyuz bence. İtiraz etmemek kolayımıza geldi.
SilAraba kullandığım çok ender bir seferde daracık bi yere park ettiydim, çıkamıyorum. Sürekli aynı manevra yapıyorum, haliyle çıkmıyor oradan. Bizim muhalefetin hali de aynı, sürekli aynı noktada ileri geri. Bana bi adamacağız gel gel dediydi de sonsuza kadar orada ileri geri dönmekten kurtulduydum, muhalefete de bi mantık sahibi el lâzım :/
YanıtlaSilÇok doğru bir örnek vermişsin:) Birisinin "gel gel" demesi lazım, sen ben el atsak çoktan toparlamıştık :))
Silbizim ülkemiz için herşey çok erken daha :) önce bir magna carta, fransız devrimi filan lazım, bikaç yüzyıl geçer belki :)
YanıtlaSilÇok doğru söylüyorsun, altın tepside sunulan demokrasinin değeri ancak bu kadar anlaşılıyor işte :)
SilKişisel hırsların, koltuk sevdasının sonucu bu bence. Demokrasinin değerini anlamak için illâ binlerce insan ölmesi mi gerekiyor. Onlar öldüğünde demokrasi mi gelecek. Kimlerin menfaat sağladığı aşikâr olan Kürt sorunu adı altında ve muhtelif terör faaliyetleri sonucunda yaşamını kaybedenler az mı geldi. Depremde bile bile ölüme yolcu edilenler yetmedi mi, onların yakınları bütün bunlardan sonuç çıkarabilmesi için daha kaç canlarının gitmesi gerekiyor?
YanıtlaSilEvet kişisel hırslar ve koltuk sevdası örümcek ağı gibi her yeri sarmış vaziyette. Politika rant, şöhret, popülarite, ego tatmini gibi kişisel fayda amaçlı yapıldığı sürece, ben artık demokrasinin düzeleceğinden hiç umutlu değilim. Atatürk öyle güzel bir miras bırakmıştı ki oysa...
Sil