31 Mart 2014 Pazartesi

Oh be rahatladım!

Son dönemlerde biraz fazla kaptırmıştım kendimi politik sorunlara, aldım ağzımın payını pıstım oturuyorum gördüğünüz üzere. Boş yere gerdim kendimi def gibi, oysa bahar gelmişti, çiçekleri koklayıp doğa yürüyüşlerine çıksaydım ya!

Televizyonda boş boş politik tartışmalar dinleyip vakit geçirdim akşamları, dizi film izleyip kafamı boşaltsaydım ya, Kurt Seyit ve Şura'dan mı başlasam ne yapsam, çok geç kalmamışımdır umarım.. Mahallemizin bakkalı Ali Abi'yle boşu boşuna siyaset tartıştım belki gerçekleri görür diye. Ne gerek varmış, "hayırlı işler" deyip geçip gitseymişim keşke.. Bütün bunlarla zaman kaybederken zamanı ıskalamışım boşu boşuna..

Fazla zorlamamak gerekiyormuş oysa hayatı, bazen de akışına bırakmak lazımmış. Bugün zorlandığımız, yaşamak istemediğimiz durumlar; yaşamımızın bir sonraki mutluluk sahnesinin zeminini oluşturuyormuş; öyle olmasa da ben öyledir diye düşünmek istiyorum artık.

oportunist olmaliyim


Nereden çıktı şimdi bu hafif pesimistik ve de mistik düşünceler, Evdeyazar iyice kafayı kırdı demeyin. Bundan sonra böyleyim artık, yoruldum çünkü.. Öyle “bu daha başlangıç, mücadeleye devam” sloganlarına prim verecek gücüm de yok açıkçası. Ömür dediğimiz şey, toplumsal dönüşümlerin gerçekleşme hızına kıyasla çok çabuk geçiyor, e ben de 0-5 yaş grubunda değilim ki, daha ne kadar sabredeyim? Herkes de tarihe adını yazdırmak zorunda değil, ben kenarda kalanlardan olmak istiyorum ayıp mı?

Kendimi bildim bileli haksızlıklara karşı çıktım, adaletin olmadığı ortamlarda bir şeyleri değiştiremiyorsam o ortamdan uzaklaştım, kavga dilini hep itici buldum. Beni, kişiliğimi, kararlarımı ezmeye çalışanlara hiçbir zaman prim vermedim. Aileyse aileyle mücadele ettim, işse patronlarla verdim savaşımı. Son zamanlarda kişiliğime en yoğun saldırılar, yaşadığım ülkenin resmi kurumları tarafından, iktidar tarafından  geliyordu, onlarlaydı kavgam..

Ne istiyordum biliyor musunuz, bir parça saygı ve biraz da huzur..

Ben bunları istedikçe daha çok saldırganlaştılar, ben bunları istedikçe daha çok aşağılamaya başladılar..

Buyurun, pes ediyorum artık. Kendinizle gurur duyabilirsiniz sayın otorite!

Bu saatten sonra sadece kendimi düşüneceğim, orada haksızlık varmış, şurada adaletsizlik varmış bana ne ya, dünyaya bir kere geliyorum ve yaşama zevkimi elimden almalarına asla izin vermeyeceğim. Bunu istiyorlardı zaten demeyin, nedeni neyse ne, son tahlilde gelinen nokta budur benim açımdan..

insan nedir?


Evet bu saatten sonra bencilin, oportunistin önde gidenlerine ses çıkarmadığım gibi “Amaca ulaşmak için her türlü araca başvurmanın uygun olduğunu düşünen” makyavelistleri gördüğümde “E bu da onların tercihi, helal olsun beceriyorlar” diyeceğim.

Madem düşünce boyutunda bile karşı çıkamıyorum bir şeylere, pısar otururum kardeşim ne olacak yani..

He” der geçerim; gelen ağam, geçen paşam olur; herkese mavi boncuk dağıtırım, sen sağ ben selamet..

Yapmıyorlar mı, her devrin adamları yok mu, bir elleri yağda bir elleri balda değil mi? E ben yapmadım da ne oldu yani, başım göğe mi erdi!

Bir de işin diğer boyutu var. Bu kadar başarısızlık bana ağır geliyor arkadaş!

Son çalıştığım iş yerinin 3 kere batışına tanık oldum mesela, her seferinde “olsun, bir sonraki seferde düzeleceğiz, azıcık sabır, iyi günlerinde yanındaydım, şimdi işten ayrılırsam ayıp olur” dedim. Dedim dedim de ne oldu, mesleğimden soğudum! Oysa oportunist desinler ne olacak deyip, fırsatları değerlendirseydim hayatım daha kolay olurdu belki..

Hadi bu sefer değişecek bir şeyler umuduyla son on yıldır düzenli oy veriyorum, her seferinde hezimet her seferinde “yan yattı çamura battı” hikayeleri, şiştim yahu! Bu saatten sonra dünyanın en iyi partisini kurduk diye gelseler bile oy moy vermeyeceğim.

Hayal kurmazsam hayal kırıklığına da uğramam, bu kadar basit aslında..

Ülke gerçekliği belli, yazılan senaryo belli, karakterler ortada.. Bu tabloda sürreal kalıyorsam niye mücadele edeyim ki artık, başaran varsa buyursun sahne burada, bana ne yahu, bana ne!!

Aslında değer yargısı falan olmayacak, hang parti kazanıyorsa ona destek olacaksın, ne başarısızlık psikozuna girersin, ne de işsiz kalırsın.. E yapmıyorlar mı koca koca patronlar, ben yapsam ne olacak ki bu saatten sonra.. Haklının değil de başarılının yanında olmak, mutluluk hormonlarını harekete geçiren, süper motive edici bir unsur. İnsan ben mazoşist miyim diyor  öbür türlü, bir yere kadar dayanma gücünün sınırı!

Demem o ki benden bu kadar arkadaş.. 
Bu saatten sonra keyfime bakarım, koltuk kavgası yüzünden dökülen kanları da duymazdan, görmezden gelirim. Altta kalanın canı çıksın, azıcık aşım ağrısız başım..

Oh be rahatladım biraz..



Devamını Oku

28 Mart 2014 Cuma

30 mart seçim günü ne yapacağım?

Ne yaparsan yap, bize ne?” diyebilirsiniz. Ama ben yine de anlatmak istiyorum.
Sabah erkenden kalkacağım her zaman olduğu gibi, muhtemelen kalkar kalkmaz gözlerimi ovuşturarak sosyal ağlara şöyle bir göz atacağım. Sosyal ağ kalmışsa tabii ki o güne kadar!

internet ozgur kalsin
Bendeki de ne şans ama, tam da “Şu sosyal medya işlerinde epey aşama kaydettim, bloğumun Facebook hesabı, Twitter hesabı, Google Plus hesabı bir yerlere geldi, bir de Instagrama eğilsem iyi olacak” diye düşünürken Twitter gitti, Facebook sallantıda, Google Plus da sıradadır kesin...
Ya bir de sosyal medya uzmanı olarak geçimimi sağlasaydım ne yapardım? Sahi son zamanlarda sayısı giderek çoğalan sosyal medya uzmanı arkadaşlar nasıl da strestedirler şimdi? Umarım olmaz ama bir sabah yöneticilerinden “sosyal medya sektörü devlet tarafından yok edildiği için sizi işten çıkarıyoruz” talimatı alıp işsiz kalabilirler. Olur mu böyle bir şey, belki bir ay öncesinde "yok artık, daha neler!" derdim  ama artık “olur, her şey olabilir” diye düşünüyorum.
Tam da mesleğimi unutup “gelecek internette” diyerek son bir buçuk yıldır kendimi sanal ortamlarda geliştirmiştim, tam da yeni projeler için anlaşmalar yapmak üzereydim. Ne yapsam, tekstil mühendisi özgeçmişimi güncelleyip iş başvuruları mı yapsam yeniden?

Amma da karamsarsın iç ses, bir sus da anlatmaya devam edeyim 30 martta ne yapacağımı!

Sahi ne diyordum, evet, o gün eğer kalmışsa sosyal ağlara bakıp, kapatılmamışlarsa internet gazetelerinden her gün okuduğum köşe yazarlarına  bir göz atıp bir iki lokma bir şey atıştırdıktan sonra oy vermek için evden çıkarım herhalde..

Bak şimdi yine içime kurt düştü. Ya birisi devletin bekasına yönelik iç ve dış mihrak odaklı bir yazıyı bloğunda yayınlarsa ve kırmızı güvenlik seviyesi nedeniyle Blogger'a da giriş engellenirse ne yaparım? Onca yazı yazdım, blog benim hayatım oldu, sanal dünyada takipçilerim oldu, takip ettiklerim oldu, ya bir daha görüşemezsek, eyvah eyvah yazılarımın yedeği de yok, Bloghocam'a acilen başvurmam lazım!

Sus be iç ses! (Yemek programlarındaki dış ses hiç olmazsa espri yapmaya çalışıyor, sen nasıl bir iç sessin böyle felaket tellalı gibi)

freedom


Son günlerde internetim niye yavaşladı, ne oluyor böyle diye Google'da gezinirken bir yazı ile karşılaştım. Güvenlik gerekçesiyle -tape denilen videolar izlenemesin için- internetin bant genişliği bayağı bir daraltılmış. Bir tek benim değil, herkesin interneti yavaşmış bu aralar. Yani şimdi bu internet bilinçli olarak yavaşlatılabiliyorsa pat diye neye kapatılmasın ki?

Ya uyandığımda interneti yerinde bulamazsam?

Canım ne olacak, dünyanın sonu değil ya, eskiden internet mi vardı diyebilirsiniz. Ben diyemiyorum ama, çünkü artık internet var. Revolution dizisinde nasıl aniden elektrik kesiliyor ve dünya kaosa sürükleniyorsa benzer bir şey olmaz mı? Düşünsenize artık hayatımızı internet olmadan zor idame ettiriyoruz. O kadar adapte olduk ki, sanal banka hesaplarımız var, e-devlet işlerimiz var, faturalar internete geliyor, müşterilere faks çekme dönemi bitti, internette çalışıyor, internette eğleniyor, internetten iletişim kuruyoruz. İşin ekonomik yanını düşünmek bile istemiyorum; dev e-ticaret şirketleri ve oralardan ekmek parası kazanan milyonlarca çalışan?

Yeter iç ses yahu, 30 mart sabahı ne yapacağımı ağız tadıyla bir anlattırmadın bana! Ne diyordum, kahvaltımı yaparım 30 mart sabahı, oy vermeye gitmeden önce belki televizyon açarım bir süre.

Ya televizyonu açtığımda 12 Eylül dönemindeki gibi tek tip yayınla karşılaşırsam? Hadi canım olmaz deme, niye olmasın ki! Söz konusu olan devletin güvenliği ve bekası ise zararlı yayınlardan beni korumak ister tabii ki RTÜK, zaten korumuyor mu, zaten süzgeçten geçirmiyor mu yayınları, biraz daha sıkı çalışacak hepsi bu.. Olur mu olur..


election

Tamam iç ses, anlaşıldı sen bana 30 Mart'ta ne yapacağımı anlattırmayacaksın ağız tadıyla.. O zaman kısa kesiyorum, gidip vicdanımın sesini dinleyerek oy verme işlemini yapacağım,  yani çok ama çok önemli  olan vatandaşlık görevimi yerine getireceğim.
 Karar verirken gelecek nesillere olan sorumluluk bilincim bana kılavuz olacak.

Peki ya sizler, sizler ne yapacaksınız 30 martta?


Devamını Oku

26 Mart 2014 Çarşamba

Evdeyazar mimlendi, ortaya karışık röportaj çıktı..

Gündem malum, benim de nedense elim gitmiyordu yazmaya birkaç gündür. Geçen hafta sevgili eqzdemirblog mimlemişti, kenarda bekletiyordum soruları. Sevgili Belgin-ce mimlemişti aynı günler, O'na da “bir ortalık durulsun, motive olunca yanıtlarım” demiştim. Bugün de sevgili Şimdiduydum mimleyince artık kolları sıvayayım, biraz da keyifli bir yazı çıksın ortaya dedim. Kendilerine beni akıllarına getirip mimledikleri için çok teşekkür ediyorum, bütün soruları birleştirip tek yazıda toparladım, sanki kendimle röportaj yapmışım gibi oldu. Aslında kendimden söz etmeyi pek de sevmem, laf aramızda azıcık kaçamak yanıtlar verdim bazı sorulara. Sonuçta ben eğlendim, bakalım siz de sevecek misiniz, keyifli okumalar efenim..
mimlendim

1- Neden blog adın?
İşten ayrıldıktan sonra evde makale yazıp para kazanmaya başlamıştım. "Ev yazarı oldum, ev yazarı oldum" diye seviniyordum kendi kendime. Sonra birden şimşek çaktı, niye blog açmıyorum ki, adı da “ev yazarı” olur dedim. Sonra da içinde Türkçe karakter olmasın, kolay yazılsın diye düşündüm. Öyle böyle derken oldu sonunda Evdeyazar.. “Madem gazetede köşem yok, ben de evde yazarım o zaman!” hayaliyle çıktı anlayacağınız bu isim..

2- Hayat felsefeni belirleyen söz nedir?
Hayallerinin peşinden koş, bir gün mutlaka gerçekleşirler..”
Buna yürekten inanıyorum, çünkü  o kadar çok hayalim gerçekleşti ki, anlatsam roman olur!

3- Kendinle ilgili 3 doğru 1 yanlış şey nedir?
Yani şimdi ne desem bilemedim. İnce ince düşünürüm mesela, satır aralarına takıldığım çok olur. Bu doğru mudur, yanlış mıdır? Ya da çok arkadaşım yoktur, doğru mudur yanlış mıdır? Kendimden söz etmeyi pek sevmem, doğru mudur, yanlış mıdır? Bir şeyi ya da bir insanı ya severim ya sevmem, ortası yoktur; bu doğru mudur, yanlış mıdır?  Buradan doğru nedir, yanlış nedir konularına gireriz, bu yazı da sabaha kadar bitmez. Hele ki kendi doğrularımız başkalarının yanlışlarıyla kesişirse vay halimize..

4- İlk anılarınız nelerdir, hangi yaşa kadar inebiliyorsunuz?
Anlatıldığı için mi anımsıyorum, anımsadığım için mi anlatıldı bilemem ama sanırım dört beş yaş civarıydı. Bana üzerinde mevsimlerin de olduğu, dönmeli, kalın, renkli kartondan oyuncak gibi bir çarpım tablosu hediye edilmişti, nasıl da mutlu olmuştum.

5-En sevdiğin şarkı?
İyi müzikleri severim, sevdiğim şarkı da çok elbette. Birkaç kez canlı dinleme şansını da
 elde ettiğim sevgili Gülcan Altan mesela, dinleyin bakalım bu müthiş sesten Hasta Siempre'yi, sevecek misiniz?


6-En sevdiğin roman?
Jose Saramago- Körlük diyorum, yazarın anısına saygıyla eğiliyorum..

7-En sevdiğin çizgi film karakteri?
Daha önce buradaki yazımda da bahsetmiştim, Heidi'yi tek geçerim..



heidi


8-Çocukluğunda en sevdiğin oyuncağın?
Memur babanın dört çocuğunun sonuncusu olunca “en sevdiğin oyuncak?” sorusu biraz abes kaçıyor.. Bizde aynı okul çantaları gibi oyuncaklar da abladan kardeşe miras kalırdı, dolayısıyla seçme şansı yoktu. Ben de en çok evimizin bahçesinde çamurla, yapraklarla oynardım. Aslında ne kadar şanslıymışım..

9-Şimdiye kadar aldığın en sevdiğin hediye?
Bu sorunun yanıtını düşünürken bir kez daha fark ediyorum ki ben cidden hassas biriyim. Beni düşünüp de içtenlikle alındığını hissettiğim bütün hediyeleri sevmişimdir. İçtenliksiz olanı anlar mıyım? Anlarım elbette. Zevkinize göre olmayan; sıradan, görev geçiştirir gibi hediye almadınız mı hiç? İş yerinde yapılan zoraki yılbaşı çekilişleri mesela, ne saçma hediyeler gelirdi.. Ne zordur beğenmediğin hediyeyi gülümseyerek kabul etmek..

10-En sevdiğin yemek?
Yemek konusunda gelenekselin dışına çıkmayı pek sevmem. Değişik tatları denemem için görünüşleri ve kokularının beni ikna etmesi gerekir. Mesela antenli şeyleri tatmadım ve tatmayı da düşünmüyorum. Ege zeytinyağlıları ise favorilerim..

11-En sevdiğin hayvan?
Ya şimdi bana kızacaksınız çoğunuz ama bence hayvanlar uzaktan güzeller. Yani ben onlara yaklaşamam. En son bir evde başıma konan muhabbet kuşu yüzünden çığlık çığlığa kendimden geçmiştim. Bu durumda en sevdiğim hayvanlar, benden uzak olanlar, mesela belgesellerdekiler..

12-Odanda sana ait olan en sevdiğin nesne?
Odamın tamamını seviyorum, ayrım yapıp üzmeyeyim kendisini..

13- Ailen dışında onsuz yapamam dediğin en sevdiğin kişi?
Bu sorunun yanıtı zaten kendi içinde var, evet o kişi en sevdiğim kişi ☺


Terledim resmen, o halde âdet yerini bulsun için ben de topu sizlere atıyorum:
bahçeperim
kalemimdenyazılar ,
kayıpruh 
erayazıfikir,
omactivities


 Sevgiyle kalın.. 










Devamını Oku

25 Mart 2014 Salı

1 Dakikada Teklif, 3 Dakikada Poliçe!

Hızın her geçen gün daha da çok önem kazandığı günümüzde, sigorta sektörünün teknolojiyi yakından takip ettiğini görmek güzel. Ben de blogumda böyle firmaları yakından takip ediyorum.
Generali Sigorta, hızlı ve teknolojik hizmet konusunda öncülük yapmış diyebiliriz. Artık her an, her yerden Generali’nin 0850 555 55 55 numaralı telefonundan veya generali.com.tr web sitesinden ve acentelerdan kolayca ulaşarak 1 dakikada teklif alıp, 3 dakikada poliçe satın alabilecekmişiz. Üstelik Zorunlu Trafik Sigortası ve kasko poliçeleri hizmetlerinde %70’e varan indirimler var. Teklifler kişiye ve arabaya özel yapılıyormuş ve indirimler kişiden kişiye farklılık gösteriyormuş. Mesela online sigorta teklifi alırken yaşımız, arabamızın yakıt türü gibi etmenler de çok önemliymiş.



Generali Sigorta müşterisi olmasanız dahi bir kez teklif alan herkese, kişisel sigorta danışmanı da atanıyormuş. Böylece bilgi alan kişi her aradığında, karşısında aynı danışmanı buluyor ve sorunlarını her defasında baştan anlatmak zorunda kalmıyor. Bence mükemmel bir hizmet.
Bu arada Generali Sigorta 1831 yılında İtalya’da kurulmuş, 60’ı aşkın ülkede 80,000’i aşkın çalışanı ve tüm dünyada 65 milyondan fazla müşterisi varmış. 150 yılı aşkın süredir ise ülkemizde faaliyet gösteriyormuş. Son günlerde ise kolay sigorta teklifi almanın yanı sıra, indirimli trafik sigortası ve indirimli kasko hizmetleri ile adından çok söz ettiriyor.


Yakın zamanda Zorunlu Trafik Sigortası veya kasko yaptıracaklar 31 Mart’a kadar mutlaka teklif alsın derim. Anında sigorta teklifi, sadece 1 dakika sürüyor:)
1 Dakikada Teklif Almak için Tıklayın
Bir boomads advertorial içeriğidir.
Devamını Oku

21 Mart 2014 Cuma

Tişikkirler sayın mahkeme; iyi ki Twitter'ı yasakladınız!

Ülkemizde olup biten kötü olaylar her ne kadar canımızı yaksa da, arada iyi sonuçlara da vesile olmuyor değil, haklarını yememek lazım!

Misal, bölündük parçalandık; yardımseverlik, dayanışma, kardeşlik gibi duygularımız yok oldu diye hayıflanırken birdenbire kenetlenmiş bulduk kendimizi milletçe!
Dün Twitter'a erişim yasağı konuldu, bunun üzerine teknik bilgisi olanlar seferberlik ilan ettiler. “Şöyle yapın, böyle yapın” diye herkes bilgisini ortaya döktü, paylaştı ve teknolojiyle hiç ilgisi olmayanlar  bile bu yardımlaşma sayesinde Twitter'a yeniden girmeyi başardılar.

Hani her şey satılıktı?

Demek ki değilmiş, demek ki bilgi de paylaşılırmış içtenlikle ve karşılık beklemeksizin.
Twitter'a erişim yasağı koymasalardı, DNS ayarı, Hotspot Shield, Onavo Protect gibi daha önce hiç duymadığımız sözcüklerin ne demek olduğunu nasıl öğrenecektik?
Tişikkirler sayın mahkeme” diyesi geliyor insanın neredeyse..

twitter yasak


Sabahları erken saatlerdeki haber programlarını izlerim kahvaltı yaparken. Bugün sabah programları da sanki daha bir güzeldi. Korku duvarları aşılmış, sanki sözleşmiş gibi birçok kanal, "Twitter yasağını nasıl deleriz" konusunda bize yardımda bulunuyordu. Hem şaşırdım, hem de çok hoşlandım bu durumdan. Milletçe gözümüze sallanan parmakla “ hıı, öyle yaparsan görürsün, sus bakıyim” korkutmalarından bıkmıştık, rahatça karşı durasımız vardı bir şeylere, yoksa patlayacaktık. Bir tweet okudu mesela Kanal D'nin başarılı sabah habercisi İrfan Değirmenci, duygularıma tercüman olan bir tweet, yanılmıyorsam şöyle diyordu:

-Düğün dağılmış da biz bize kalmış gibiyiz!

Benim sabah yaşadığım duygu tam da böyleydi; biz bizeydik gerçi ama bayağı da yorgunduk. En sevdiğimiz kuzenimiz evlenip gitmiş gibi hüzünlüydük ama biz bize rahatça dedikodu yapabiliyorduk.. Kayınvalidenin DNS ayarları, görümcenin mobil ayarlamaları her şey ortadaydı sabah haberlerinde. Gerçi düğünün bitmesi aynı zamanda acı gerçeklere dönmek de demekti ama olsun, güzeldi o “bir olma” duygusu.. “Penguen” diye geçtiğimiz haziran ayında protesto ettiğimiz kanalın suratsız sabah sunucuları bile bugün sevimli geldiler gözüme.

Bir de sosyal medyanın nasıl bağımlılık yarattığına şahit olduk. Düşünsenize, yasağı çıkaran partinin kıdemli belediye başkanı tweet'siz yapamadı ve gecenin üçünde yasakları delerek “gülücük” attı Twitter'da! En "traji mi- komik mi" olduğunu bilemediğim durum ise internet yasakları yasasını bizzat onaylayan cumbaba bile dayanamayıp “umarım bu uygulama uzun sürmez” diye tweet atarak yasakları delmiş oldu.

Ne oldu, sonuç ne şimdi derseniz söyleyeyim. Nev-i şahsına münhasır bir ülke olduğumuz bir kez daha tescillendi ve dünyaya yine rezil olduk.

Ama olsun, iyi ki Twitter yasaklandı diyorum yine ben. Niye mi, içimizdeki birlik-beraberlik duygusunu yitirmediğimizi öğrenmiş olduk. Saldırıya karşı kara-kaş, kara-göz ayrımı yapmadan  birbirimizi kolladığımızı görmek benim için çok özel bir duygu haliydi. Dedim ya , tekrar yineleyeyim: “tişikkirler mahkeme!”

Yarına ne olacağı belli değil, belki yine kendime hakim olamayıp güncel bir şeyler karalarım..

Sevgiyle ve her ne olursa olsun gülümseyerek yaşayalım diyorum..







Devamını Oku

19 Mart 2014 Çarşamba

19 mart sayıklamaları!!

19 mart

Anlatıyorum bakın; 19 mart bugün, hava güzel mi güzel.
Dağlarına bahar gelmiş memleketimin” şarkısını söylemek istiyorum.
Bahar bir adım geliyor, iki adım kaçıyor.
Ne yapsam, nasıl etsem?
Açayım diyorum meclis tv'yi, usul tartışması fasa da fiso!
Fasulyeden teyyare, selam söyle o yare.
Fasulye yeşil mi kuru mu bilmiyorum..
Belki çalı, belki yeşil, belki de şeker ayşe!
Zavallı fasulye, ne bilsin ona ne anlamlar yüklediğimi!
Fasulyeyi ararken,
Ben giderim Mersin'e, herkes gider tersine” diyesim geliyor, klişe deyip vaz geçiyorum.
Nesine yar nesine, ölürüm ben sesine, bir daha vursa idi nefesim nefesine
Diyor usta, beynimde
Bu kirli, bu yoz, bu şekilsiz ortam türkünün saflığında bile eriyip gidemiyor!
Huy kurusu, tahta kurusu, vişne kurusu...

Saçmalıyor!” diyorsunuz, “ne diyor böyle?” diye kızıyorsunuz.
****
Bugün 19 mart!
Tarihe not düşüyorum...






Devamını Oku

17 Mart 2014 Pazartesi

Kariyer dünyasında postmodern Güzin Abla: Insparkus


Lisedeki hallerimize dönelim mi bir süreliğine? Üniversite seçme dertlerine mesela.

İtiraf ediyorum, lise sona gelene dek hangi mesleği seçeceğimi bilmiyordum. Hayallerim kısa vadeliydi çünkü; önce derslerimde başarı, sonra lise birincisi olmak, nihayetinde iyi bir okulu kazanmak. Hepsini gerçekleştirdim ama ne kadar bilinçsiz bir romantizmmiş yaşadığım? Yıllar sonra tanıştığım Insparkus o zamanlar olsaymış kim bilir şimdi hangi işi yapıyor olacakmışım?

kariyer kocu

Üniversite sınavından iyi bir puan aldığımı öğrendiğimde şaşkın ördek gibi hangi mesleği seçeceğini bilemez hallerde dolanıyordum ortalarda. Annem, benden iyi bir matematik öğretmeni olacağını söylüyordu, babam eczacı olmamı çok istiyordu, bense matematiği çok seviyordum, edebiyatım da hiç fena değildi ve kararsızdım...

 Öyle kazımışlardı ki kafamıza, meslek seçimini derslerdeki başarımıza göre yapmamız gerekir, en kötü olasılıkla moda meslek neyse onu seçmemiz gerekir diye düşünürdük. Yetenekmiş, ilgiymiş kimin umurundaydı ki! Yazar olma düşüncesi belli belirsiz vardı kafamda, zira girdiğim her kompozisyon yarışmasından birincilik ödülü alıyordum. Ama asla bu düşüncemi gündeme getirmedim, zaten getiremezdim de.. Bizim zamanımızda lisede edebiyat bölümünü (şimdiki adı sözel) tembel öğrenciler seçtiği için çok sevsem de edebiyatı, matematikte okumak zorundaydım. Öyle ya, lise birincisi olan bir öğrenciye edebiyat o dönem yakıştırılmıyordu (!) Nitekim, sonuçta o dönemin parlayan yıldızı olan tekstil mühendisliğini tercih ettim arkadaşlarımın da tavsiyesiyle, bildiğiniz gibi son bir senedir de mesleğimi yapmıyorum.

Konu nereden nereye gitti?
Bumerang, Insparkus'un online kariyer koçluğu programını hediye edince, ben de kendime bir test yaptım ve gördüm ki eğer şu anda lisede olsaydım, meslek seçme aşamasında bu yardımı alsaydım ne çok işime yarardı.. İşte bu nedenle liseli bir tanıdığınız ya da çocuğunuz varsa mutlaka Insparkus'u tavsiye edin derim. Gerçi Insparkus sadece meslek seçiminde değil, benim gibi mesleğine ara verip kendisine B planı arayan profesyonellere de hizmet sunuyor. 

kariyer yonlendirme

Insparkus ne fayda sağlıyor?

Vizyon, konum ve plan adındaki üç paketiyle arayış içinde olanlara rehberlik ediyor. Bu aşamalarda özenle hazırlanmış sorulara süre kısıtlaması olmadan yanıtlar veriyorsunuz ve kariyer koçunuz bu yanıtlara göre size bir rapor hazırlıyor.

Boş yere zaman kaybetmeyeyim, biraz daha ayrıntılı anlat diyenleriniz için isterseniz yaşadığım deneyimi biraz daha detaylandırayım:

Insparkus'un vizyon, konum ve plan adı altında üç tane paketi var, ben vizyon paketini tamamladım. Birinci bölüm, “yola hazırlık” kısmıydı, hadi bakalım girdik bir yola dedim kendi kendime ve soruları merak etmeye başladım iyice.

Kariyerini tasarlamaya hazır mısın?” dediler ve beni aldılar sanal yolculuğa. İlk soruları “bu kariyer yolculuğundan beklentin nedir?” konusuydu. Sonrasında kariyer çizgisinde nerede olduğumu sordular, ardından varmak istediğim noktayı hayal ettirdiler bana. Sonrasında “geleceğini ısmarla” adımına geçtim. Ses kaydı dinlettiler, hayal gücümü de kullanarak tasarladığım geleceği önüme serdiler. Aslında bütün soruları burada yazmak da istemiyorum, çünkü içinizde bu deneyimi yaşamak isteyenler varsa sürpriz olsun karşılaşacaklarınız diyorum.

 Sonraki adımda vizyon kolajı yaptırdılar. Sonrasında nasıl bir çalışma ortamında motive olacağımı irdeledik beraber. En son aşama ise kariyer alternatifleriydi. Aslında burada ne anlatsam boş, dedim ya kendiniz deneyimlemelisiniz. Bir uzmanla karşılıklı konuşuyor gibi sıkı bir çalışmaydı desem en güzel özeti yapmış olurum sanırım.

Sonuçta “Bugünkü iş hayatında iş ve hayat iç içe geçmiş durumda” cümlesi ile başlayan, ne istediğim konusundaki kafa karışıklığımı sergileyen ve bir takım yönlendirmeler içeren detaylı bir rapor sundular. Bazen bir bilene danışmak gerekir ya, Insparkus da kariyer adımlarında bir bilen olarak, hem de online olmasına rağmen gayet de iyi hizmet veren bir oluşum diyebilirim.

Bu standart paketlerin haricinde bir de ek koçluk hizmetleri var. Kariyer hedefleriniz konusunda ailenizi nasıl ikna edeceğiniz konusundan tutun da kariyer hedefinizi yöneticinize nasıl anlatacağınız konusuna kadar iş hayatında takıldığınız bir çok noktada uzman kariyer koçları yardımınıza koşuyor.

Sözün özü şudur: Kariyer konusunda uzman, size bilimsel anlamda yönlendirme yapacak postmodern bir Güzin Abla'dan tavsiye almak isterseniz, bence değerlendirin bu fırsatı !

Buradan Insparkus'a ücretsiz üye olarak bu güzel hizmetleri yakından tanıyarak başlayabilirsiniz mesela, mutlaka size ya da yakınlarınıza faydası olacaktır.



Başarıyla kalın..


Devamını Oku

14 Mart 2014 Cuma

İş görüşmesine çağırdılar güya!

Nedir bu iş görüşmelerinden çektiğim; ya ben kılı kırk yarıyorum, ya işverenlerin seviyesi iyice düşmüş, ya da işsizlik o kadar üst boyutta ki işverenler görüşmeye çağırdıkları kişilerin birer insan olduğunu umursamıyorlar bile..
Kusura bakmasınlar ama bu sefer afişe edeceğim yaptıkları kabalığı. Afişe edeceğim ki dönüp kendilerine bir çeki düzen versinler! İşe almak için görüşecekleri insana asgari nezaketi göstermeleri gerektiğini öğrensinler. Afişe edeceğim ki en azından beni okuyanlar, iş ilanı verdikleri için burunları havada olan işverenleri iyice tanısın!

Nereden çıktı bu iş görüşmesi demeyin, meraklanmayın; yazmayı bırakıp tekstile dönmek gibi bir karar da almadım. Sadece üzerinde son bir yıldır çalıştığım, epeyce de deneyim kazandığım ve son zamanlarda kariyer sitelerinde sıkça karşılaştığım “içerik yöneticisi” pozisyonu için piyasa ne alemde öğrenmek istedim.

Hata bende, nasıl bir ânıma denk geldiyse, ilanı üstün körü okumuşum sonradan fark ediyorum. Normalde böyle bir ilana asla başvurmazdım.

Her neyse, ilanı Kariyernet'ten aynen kopyalıyorum.


İçerik Yöneticisi (Ref:TK-1121933)1Personel sayısı: 25
BAYAN PERSONELLER ARIYORUZ.Metin yazarlığı konusundan deneyimli,Yaratıcı içerik yazabilecek ve fikir geliştirebilecek,Tasarım değerlendirme ve yönlendirme yeteneğine sahip.
BAŞVURULARReklam metinlerinin oluşturulması,İçeriklerinin kontrolü ve düzenlenmesiİletişim Direktörlüğünce hazırlanan tüm yazılı metinlerin redakte edilmesi, dil bütünlüğünün sağlanmasıKurum içi gelen metin, slogan, ürün ismi gibi taleplerin karşılanmasıYaratıcı içerik fikirleri üretilmesiŞirket içi iletişim sağlayan portal içeriğinin düzenlenmesi, koordinasyonu ve takibiSosyal medya platformlarına yönelik içerik üretilmesine destek verilmesiBasın ve PRa yönelik içerik fikri üretme ve içeriğin oluşturulması
Firmanın ilana eklediği diğer bilgiler:
Pozisyon Tipi: Sürekli / Tam zamanlıEğitim Seviyesi: Üniversite (Mezun), Yüksek Lisans (Mezun), Doktora (Mezun)


patrıonss
Neden böyle bir ilana başvurduğuma pişman oldum?

Her şeyden önce pozisyon için 25 personel alınacakmış, bu demektir ki pozisyon eften püften; muhtemelen de maaşı az olacak! Ben önemsememiştim bu detayı başvurmadan önce.  25 kişiye 2000'er TL maaş verseler (ki anlatılan iş için cidden çok az bir rakam) 50.000 TL eder, sanmam bu kadar vereceklerini.. İyi de nedir bu işlerin piyasası nasıl öğrenebilirim ki görüşmeye gitmeden? Komik bir rakam vereceklerse niye gideyim boşu boşuna görüşmeye! 
 En azından sosyal haklardan bahsetselerdi de bir fikir oluşabilseydi. İstediklerinizi madde madde yazıyorsunuz iyi güzel de vereceklerinizi neden belirtmiyorsunuz sayın işveren?
En azından haftanın kaç günü çalışılacağını, İstanbul gibi ulaşım sorunu olan bir şehirde servis olanağınız olup olmadığını, sigorta yapıp yapmadığınızı, yemek verip vermediğinizi, vereceğiniz ücretin ortalama miktarını belirtseydiniz de beni ve benim gibi birçok kişiyi yormasaydınız olmaz mıydı?
Yok olmazdı elbette, sanki bu bilgiler devlet sırrı! Hadi diyelim şirket sırrı diye düşündünüz, o halde öz geçmişini beğendiğiniz adaylara en azından maille bildirseniz ya, ya da telefonda ön görüşme yapsanız ya! Nedir bu kara düzen, ille de yüzyüze görüşme mantığı! Hayır neyle karşılaşacaklarını bilmeyen adayların hepsini ayağınıza çağırarak elinize ne geçiyor? Bu nasıl bir ego tatminidir?
Bir de şu, ilandaki “bayan personeller” kelimesi.. Şimdi kendi kendime daha çok kızıyorum işte, bu kelimeyi kullanan bir iş yerine hangi gaflet anında başvurmuşum! “Elemanlar aranıyor, erkek olanları tercih etmiyoruz” deyin. “Kadın eleman arayışındayız” deyin. Neden “bayan personeller” diyerek çoğul ve kişiliksiz bir kimlik yaratıyorsunuz? "Kadın" kimliğinden neden bu kadar korkuyorsunuz?

Başvurduktan sonra ne oldu?

Neyse işte ben başvurdum ve geçen hafta perşembe günü cep telefonuma bir mesaj geldi:
Kariyernet'ten gelen başvurunuz için cuma günü 13:00 ile 18:00 arası görüşmeye bekliyoruz. Adres şudur, telefon budur...”

Siz olsaydınız bu mesajı alınca ne düşünürdünüz?

Ben önce sevindim, demek ki eğitimini almadığım bu sektörde, yeterince etkileyici bir cv oluşturmuşum ki beni görüşmeye çağırdılar diye düşündüm. Bu düşüncem sadece birkaç dakika sürdü. Çünkü hayatım boyunca onlarca iş görüşmesine gittiğimi ve hiç birine telefon mesajı ile çağrılmadığımı ayrımsadım. Bu ne demekti, nezaket icabı telefonla ya da maille haber verilmesi gerekmiyor muydu? Kaldı ki bilinmeyen numaradan gelen mesaj silinip giderdi, yani demek ki ben mesajı görmesem umurlarında olmayacaktı; onlar zaten bayan eleman arıyorlardı, beni aramıyorlardı ki!

Gitmedim görüşmeye..

Pazar günü aynı mesaj tekrar geldi cep telefonuma, yine arayan soran yok.


ise girmek icin nelere katlanmak gerekir?

Pazartesi günü öğlene doğru aradım verdikleri numarayı. Dedim görüşmeye çağırıyorsunuz, yeriniz de bana oldukça uzak. Telefonda bir ön görüşme yapamaz mıyız? Dedi olmaz. En azından servisiniz var mı onu söyleyin, yoksa boşu boşuna gelmiş olmayayım dedim. Şirketin sahibiymiş gibi kibirle cevap veren sekreter ( ki şirketin sahibi de iş başvurusu yapan kişiye böyle kibirle davranamaz!) telefonda bilgi veremeyeceklerini söyledi. Sadece servis var mı diye sordum oysa ki, şirket sırlarını anlatsın istemedim! Dedim ki size gayet insani bir soru soruyorum, dedi ki “siz bilirsiniz!

Evet," işine gelirse" dedi yani kısacası sekreter bana.. Belki ben acayip sloganlar bulup acayip reklam metinlerine imza atacaktım, belki harika yazılar yazıp şirketlerini Google'a sevdirecektim. Bu kaba saba davranışları ile beni kaybetmiş oldular, sahi bu firmalar kendilerini ne zannediyorlar?

Mesela bu yazıyı eskaza bu şirketin yöneticisi okusa; ilanı verene, ters konuşan sekretere ne tepki verir?

Bu yaklaşımdaki bir firma, insan kaynağına önem vermeyerek ne kadar başarılı olabilir?

Firmanın kim olduğunu mu merak ediyorsunuz, ben yine de kibar davranıp adlarını yazmadım; ama merak ediyorsanız, yazıdaki ipucundan kim olduklarını kolayca bulabilirsiniz.

Siz siz olun, size saygı duymayan hiçbir işverenle çalışmayın diyorum ve bu günlük ayrılıyorum..


















Devamını Oku

13 Mart 2014 Perşembe

Dizilerde bile kandırılıyoruz; örnek mi, Merhamet dizi finali!

Toz duman ülke gündeminin içinde son günlerde o kadar dağıldım ki, bu psikolojiden kurtulmam lazım bir an önce.. Halim hal değil, depresyonun eşiğindeyim zira.. Tapeler, yolsuzluklar, ölümler, seçim mitinglerinde gözümün içine baka baka söylenen yalanlar! Dayanma sınırlarım zorlandıkça zorlanıyor.. Bir yandan da hayat rutinimi sürdürmek zorundayım.

İşte bunun farkında olarak, baştan beri takip ettiğim Merhamet dizisinin finalini kayıttan izleyip, biraz gündemin ağırlığından uzaklaşayım; bari biraz kendime geleyim dedim bu sabah. Hata etmişim, keşke izlemeseydim! Bana göre oturaklı, roman uyarlaması olduğu için kurgusunu beğendiğim Merhamet dizisi bile çığırından çıkmış meğer! Gerçi en azından izleyiciye saygı duyup final çekmişler ama bu kadar da sallapati bir final olmaz ki be kardeşim! Hani final bu, mutlu son olur, büyük bir masada mutlu mutlu toplanıp karakterler eğlenirler, ben de biraz pozitif enerji yüklenirim demiştim. Zira her ne kadar dramatik sahneleri olsa da komedi unsurlarını bolca barındıran bir diziydi Merhamet.
Nerdeee, böyle düşünerek hata etmişim; dedim ya keşke izlemeseydim de kendim hayal etseydim dizinin finalini..

merhamet
Resim yazısı ekle


Diziyi izleyenleriniz bilirler; Sermet, mafyatik ilişkilerin içinde bir adamdı. Başlarda kendisine sinir oluyorduk ama Deniz'e aşık olduktan sonra sevmeye başlamıştık kendisini. Çünkü aşk sayesinde yufka yürekli bir adam olup çıkmıştı.. Her neyse, hep birilerini döverken, birilerini öldürürken gördük Sermet'i dizinin başından bu yana, hiç kimse O'na saldırmamıştı. Ne olduysa oldu; dizinin finalinde birden kötülük yapıp Amerika'da yaşamak zorunda bıraktığı eski ortağı Erol Bey, komandolar tuttu ve patada kütede silahlı saldırıda bulundu Sermet'in orman içindeki evine..

Hadi silahlı saldırı oldu diyelim de mantık hatasını ne yapacağız? Bugüne kadar Cnbc-e'de izlediğim bütün ajan dizilerinde gördüğüm kadarıyla, koruma ekibi birbiriyle sürekli iletişim halinde olur. Şimdi bu Sermet'in korumaları dizilmişler evin yakınlarına, birinci ölüyor, diğerinin haberi olmuyor. İkinci ölüyor, üçüncünün yine haberi olmuyor. İyi de pardon, güvenlik ekibi bunlar, telsizle “nokta-1 burada her şey yolunda, tamam”, “nokta-2 her şey yolunda tamam” gibi aralarında konuşmaları gerekmiyor mu? Zenginlik içinde yüzen Sermet, kendisine en az 20 kişilik güvenlik ordusu tutuyor, adamlar Erol'un saldıracağını bildiği için üst düzey alarmdalar ve birbirlerinden haberleri yok! İzleyici olarak bizler de yiyoruz bu durumu, yersek daha doğrusu, ya da işimize gelirse.. Beğenmezseniz izlemeyin, biz zaten bugüne kadar olan reytinglerden kazanacağımızı kazandık, bu finali çektiğimize dua edin hesabı..
Bu ülkede bize reva görülen de bu değil mi zaten günlük hayatımızdaki birçok konuda; yersen durumu yani, dizide yapmışlar çok mu?

Hadi diyelim Sermet'i yaraladınız, bari yeni evlendiği karısı Deniz'le, Deniz'in en samimi arkadaşı olan ve yeni anne olmuş Narin'i niye trafik kazasında öldürüyorsunuz? Senarist sanırım bu bölümü sarhoş kafayla yazmış! Eh be demiş, bıktım bu fıkır fıkır sürekli gülüp duran karakterlerden, tam da hayatlarında bir şeyler düzgün gitmeye başladı; otuzlu yaşlarında öldüreyim ikisini de görsünler günlerini demiş..

Harbiden çok ama çok saçma! Çok sevdiği 5 aylık kocası vurulup  yaralanarak Deniz'in üstüne yığılıyor, bu arada başka bir saldırgan geliyor ve kocasını korumak için Deniz, elindeki tabancayla O'nu vuruyor, Sermet hala Deniz'in üzerine yığılmış durumda. Deniz, şuursuzca Sermet'e hiç bakmadan fırlayıp koşar adım arabaya atlıyor, yanına Narin de geliyor. O panikle arabanın anahtarlarını nasıl buluyorlar orası da ayrı mevzu.. İnsan bilincini yitirse bile sevdiği adamı yaralı halde bırakır mı? Hadi diyelim Deniz delirdi, vurulup baygın halde yatan Sermet, nasıl oluyor da Deniz'in ardından birden ayaklanıyor? Baştan beri Küçük Emrah'ın “acıların çocuğu” film versiyonlarından birini izliyordum da ben mi farkında değildim yoksa iki sezondur?
Biraz daha ölü olsun, biraz daha kan olsun  diye sanırım,  her beladan bugüne kadar kurtulmayı başaran  Ali'yi de öldürüyor senarist. Kim kaldı geriye sağ olarak, bari Fırat'ı da öldürseydi de tam olsaydı! 

Hele son sahneler yok mu, akıllara zarar.. Güya Deniz'le Narin ölmüşler, kumsalda beyaz uçuşan elbiseleri içinde ruh olmuşlar ve  ölümden konuşup bir taraftan da dans ediyorlar; sanırsın Arabesk filminin final sahnesi!
Pes ki ne pes!

Sonuç şudur ki, dizi filmlerde de  izleyiciye saygı diye bir şey kalmadı. Çoğu, final bölümü çekmeye gerek bile duymazken, çekenleri de görüyoruz işte..

Ben şahsen, amacı reklamlardan para kazanmak olan, gerisinde hiçbir şeyin önemsenmediği bu dizileri izler miyim artık bilemiyorum.

Zira kandırılmaya dizilerde bile tahammülüm yok artık!

Uyanık kalmak ümidi ile diyorum, kaçıyorum kendi alemime..


Devamını Oku

12 Mart 2014 Çarşamba

25’inci Mipim Fuarına 90 Ülkeden Katılım Var

Cannes’da Dev Buluşma
Gayrimenkul sektörünün uluslararası platformda kendini ve projelerini tanıttığı en önemli fuar olan MIPIM, Fransa’nın Cannes şehrinde kapılarını açtı. Türkiye fuara Brezilya ve Rusya ile birlikte “Onur Ülke” olarak katılıyor. 25’inci kez düzenlenen fuara 90 ülkeden 20 binden fazla kişi bekleniyor.
Alkaş’ın Türkiye temsilciliğini yaptığı dünyanın en büyük ve en önemli gayrimenkul ve ticaret fuarı olan MIPIM bu yıl da uluslararası yatırımcılar, şehir planlamacıları, alışveriş merkezleri, mimarlar, konut sektörü, belediyeler, otel zincirlerini bir araya getiriyor. Türk ekonomisinin artan gücü ve Türk şirketlerinin büyüme hızının artışı nedeniyle Türkiye fuarda Rusya ve Brezilya ile birlikte Onur Ülke olarak yer alıyor.
Bak Yapı Onur Çadırına Kurulacak, İstanbul ve Bursa’yı Anlatacak!
Bak Yapı, Türkiye’nin onur konuğu ilan edildiği MIPIM Gayrimenkul Fuarında stand açarak yabancı yatırımcılara İstanbul ve Bursa’daki yatırım fırsatlarını sunacak.  Fuardaki onur çadırında yabancı yatırımcılara İstanbul ve Bursa özelinde Türkiye’deki yatırım fırsatlarını sunmaya hazırlanan Bak Yapı tedirgin olan yabancı fonlara, Türkiye’de iyi seçilen projelere yapılan yatırımın hiçbir zaman kaybettirmediğini anlatacak.
Bay İnşaat: Sanat İçin 42 Maslak
Bu yıl Bay İnşaat’ın 41’inci yılını kutladıklarını anlatan Bay İnşaat Yönetim Kurulu Üyesi Erol Özmandıracı, “Bay İnşaat olarak bizi farklı kılan yaşama bakış açımız. Biz ‘çevre’ diyoruz; biz ‘sanat’ diyoruz, biz ‘yaşam stili’ diyoruz. Bunların bütünü bizim yaşam felsefemizi oluşturuyor. Baktığınız zaman 42 Maslak projesi olarak Türkiye’de sanat küratörü olan tek projeyiz. ‘Artful Living’ olarak adlandırdığımız; sanatla bir arada yaşam alanları sunuyoruz. Burası sadece lokasyon olarak Maslak’ın merkezi değil, İstanbul’un kalbi de olacak.” dedi.
Eyfel Yapı Tarafından Beykoz Riva’da Hayata Geçirilen Kidstown Riva, Çocuk Temasıyla Geliştiriliyor.
Eyfel Yapı tarafından inşa edilen Kidstown Riva, çocuklu aileleri hedefliyor. Denizin, derenin ve temiz orman havasının bir arada bulunduğu Riva’da, 40 bin 500 metrekarelik alan üzerinde inşa edilen Kidstown Riva, toplam 136 konuttan oluşuyor.
Kuzu Grup: Fırsatlar Konuşulacak
Kuzu Grup Yönetim Kurulu Üyesi Özen Kuzu, tüm uluslararası emlak sektörlerinden en etkili oyuncuları bir araya getirerek, dünya genelinde çok sayıda imar projesi ve sermaye kaynağına rakipsiz erişim imkanı sunan MIPIM’in, Türk gayrimenkul sektörü açısından büyük önem taşıdığını kaydetti.
Mesa: Çamlıca’ya 115 Konut
İstanbul’un en seçkin yaşam bölgesinde yer alan Çamlıca’da Mesa, 42 bin 500 metrekare büyüklüğündeki bir arazi üzerinde yükseliyor. Tarihi ve doğal atmosferi, panoramik İstanbul manzarası ile Çamlıca’da Mesa; Boğaziçi Köprüsü, Şile Yolu, Kadıköy ve Üsküdar’a birkaç kilometrelik mesafelerde yer alıyor.
Tema İstanbul, Tema World İle Yılda 3 Milyon Kişiyi Eğlendirecek
Halkalı Atakent’te 1.6 milyon metrekare arsa üzerinde hayata geçen Tema İstanbul projesinde konutun yanında ofis, alışveriş merkezi, otel, mağaza ve temalı eğlence parkı yer alacak. MESA, ARTAŞ, ÖZTAŞ, KANTUR-AKDAŞ Ortak Girişim Grubu tarafından hayata geçen projesindeki Tema World, 400 bin metrekarelik alana kurulacak.
Vadistanbul Dubai’den Sonra Şimdi Fransa’da
Artaş Grubu, Aydınlı Grup ve Keleşoğlu İnşaat’ın ortaklığıyla hayata geçirilen Vadistanbul, 11 – 14 Mart tarihlerinde Fransa’nın Cannes şehrinde düzenlenecek MIPIM Fuarı’nda yabancı yatırımcılarla buluşuyor. Geçtiğimiz günlerde Tükiye’de görücüye çıkan Vadistanbul’un “Bulvar” etabı da MIPIM’de sergilenecek. Ofis, otel ve mağazaların yer aldığı alana uluslararası alanda faaliyet gösteren birçok firmanın ve yatırımcının ilgi gösterdiği belirtiliyor.
MIPIM Yapı İnşaat Fuarı
Bir boomads advertorial içeriğidir.
Devamını Oku

11 Mart 2014 Salı

Berkin Elvan için üzül diyemem, utanırım...

Ben kimseye empati kurmayı öğretemem, zaten kimse kimseye bunu öğretemez. Karşısındakinin yerine kendini koyarak olaylara O'nun penceresinden bakmayı -en azından- denemek, insan olmanın bir gereğidir çünkü. Empati kurabilenler erdemli insan değildir bu yüzden; tıpkı sadece kendini düşünen bencil yaratıklara insan denilemeyeceği gibi!

berkin elvan

Bugün 15 yaşında bir çocuk, hayata gözlerini yumdu, adı Berkin'di. Bakkala ekmek almaya giderken hain bir gaz kapsülü  beynine isabet etmiş ve 269 gün komada yatmasına neden olmuştu.
 Sanki savaş  mı vardı, hayır yoktu!
Peki neden?
Cevap vermeye yüreğim dayanmaz!
Şimdi ben, kendinizi O'nun ailesinin yerine koyun demem, diyemem. 
Utanırım böyle bir şey söylemeye!

Zira ha insan mısın diye sormuşum, ha Berkin'in ailesinin yerine kendini koy demişim, aynı şey benim gözümde.
Karşımda fiziksel olarak insana benzeyen biri varsa, nasıl söylerim böyle?
 Utanırım...

Herkesle de empati kuramam elbette, bu işin de insani limitleri var. Birileri “şimdi sırası mıydı, seçim kampanyamıza gölge düşürecek bu ölüm!” diyorsa içinden, kusura bakmasınlar kendimi onların yerine koymak bir yana, onlar adına da çok ama çok utanırım...

Ateş düştüğü yeri yakar, doğrudur. Ben ne yapsam da ne etsem de 269 gündür umutla çocuklarının yaşama dönmesini bekleyen anne baba gibi hissedemem. Ama en azından bu zulme, bu insanlık dışı duruma, bir çocuğun yaşama hakkını koruyamayan, sağa sola şiddet saçan devlete tepkimi gösterebilirim. İşte bugün bu yazıyı yazarak, belki içinizden bir kişiye
 “Bu ülkede neler oluyor böyle, ben çok duyarsız davrandım, bunlara karşı durmam gerekir” dedirtebilirsem, vicdanım bir nebze de olsa rahatlar Berkin kardeşime karşı..

Bu hayatta herkesin bir görevi olduğunu düşünürüm, her şeyin de bir nedeni olduğuna inanırım. Berkin kardeşimin insanlara ışık olmak gibi bir görevi varmış diyorum, o kahraman olmak için gelmiş dünyaya.. 
Genç yaşında hepimizin yüreklerinde yerini aldı, karanlığın bitmesine katkı sundu 16 kiloya düşen cılız bedeniyle..

Şimdi ben, böyle düşünmeyenlere bir şey anlatamam, utanırım...
 İnsanlığımdan utanırım, O'na laf söyleme pervasızlığını gösteren biriyle karşılaşırsam..

Rahat uyu Berkin kardeşim, sen artık milyonların gözünde kahramansın! Melek kanatlarını takarak gör seni sevenleri, gör ki nasıl bir mertebeye uğurladık seni ..

Işıklar içinde yat sevgili kardeşim Berkin ♥




Devamını Oku

9 Mart 2014 Pazar

Acelem var, kentim beni bekliyor!

Acelem var, birazdan mahallemize dikilecek ağaçların manolya mı yoksa akasya mı olacağına karar vermek için halk oylamasına katılacağım. Bizim mahallede alışkanlıktır bu, önce sorunları akşamları kurulan halk meclisinde konuşur, enine boyuna tartışırız. Sonrasında da oylama yaparız. Mesela geçen hafta her kapının önünde çiçekler olması gerektiği konusunu tartışmıştık, oy birliğiyle sonuca vardık. Mahalleyi görseniz cıvıl cıvıl bu aralar. Herkeste bir telaş, bir telaş! Güller, papatyalar, krizantemler havalarda uçuşuyor. Ee hafiften hava atma yarışı var elbette. Herkes kendi kapısının önü daha güzel olsun istiyor. Tatlı telaşlar bunlar canım bir şey olmaz..

mutlu sehir
görsel web'den alıntıdır.
Madem bu güne kadar koruyamamışız, bari asıllarına uygun taklitlerini yapalım projesi başladı biliyorsunuz. Bizim mahallede seksenlerden sonra yapılan o ucube apartman müsveddelerini birer birer elden geçiriyor belediye. Süslü cumbalar ekleniyor bazılarına, taştan dekorlarla, heykellerle bezeniyor o çirkin binalar. Gözümüz gönlümüz açıldı, ne güzel oldu!  Artık yeni yapılacak binalarda şehir estetiği ön plana çıkarılacakmış, belediyeden bedava mimar desteği olacakmış diye duydum. Bir de yeni yapılacak her binanın önünde küçük de olsa bahçe zorunluluğu geliyormuş. İçim kıpır kıpır, meyve ağaçlarımız da olacak artık desenize, çocuklar bahçeden erik koparma zevkini yaşayacaklar..

"Sen de kafayı estetiğe takmışsın, diğer sorunları ne yapacağız?" demeyin işte. Azıcık dinleyin; ne bu telaş, bu acelecilik, bu ön yargılı haller?  Sokak çocuğu diye bir kavram kalmadı artık biliyorsunuz. Belediyenin “şefkat evleri”nde hepsi cicili bicili odalarında gönüllü anneleriyle mutlu mesut yaşayıp okullarına gidiyorlar. Bu şefkat evlerinden her mahallede olduğu için bizler de sık sık ziyaretlerine gidip sosyalleşmelerine katkıda bulunuyoruz çocukların. Şefkat evlerinin yaşlılar için olanları da var elbette. Seksenlik janti delikanlılarla yetmişlik zarif hanımların bazen tiyatro, sanat müziği gibi etkinlikleri oluyor, mahallece gidiyoruz elbette. Hayat hiç de kötü değil dostlar, içim nasıl da kıpır kıpır bir görseniz!

İnsan yaşadığı yere benzer, o yerin suyuna, o yerin toprağına!” demiş ya Edip Cansever, bizler de yaşadığımız semtin güleç yansımalarını yaşıyoruz bu günlerde.. Yoo hayal falan gördüğüm yok, hem niye bana inanmıyorsunuz ki?

benim sehrim
görsel, web'den alıntıdır
Elektriğe, suya, ısınmaya elbette para vermiyoruz. Bu nasıl bir soru böyle? Belediyeler ne için var, bizlere hizmet etmek için değil mi? Nasıl çözdüler bu işi orasını bilemem, teknik adam değilim neticede. Ama her evin çatısına kocaman güneş panelleri kurdurduklarını biliyorum. Sıcak suyumuz çatıdan geliyor, evlerdeki kaloriferler de bu sıcak suyla çalışıyor. Kışın güneşsiz günlerde  çöplerden ürettikleri enerjiyi devreye sokuyorlarmış sanırım. Çevreye zarar veren nükleermiş hesmiş, adı bile geçmiyor tabii! Yahu o sizin dediğiniz bilinçsiz insanların nesli tükenmiş, telaşlanmayın bir daha geri gelemezler. Ne de çok korku salmışlar öyle içinize, vah vah size!


Kaldırım diye bir şey yok elbette. Bebekli anneleri, tekerlekli sandalyedekileri, yaşlıları düşünmeyecek de kendisini mi düşünecek belediye; ya siz de cidden ne acayip sorular soruyorsunuz böyle anlamadım gitti! Süslü ağaççıklarla ayrılmış yaya yolları ve araba yolları, elbette yayalar için bir kaç metrede bir oturma bankları var, bankların yanında küçük kitap kutuları da var tabii.. Dinlenirken gazetenizi, kitabınızı o kutulardan alıp okuyor, tekrar yerine koyuyorsunuz. Abartılacak bir şey değil bu niye şaşırıyorsunuz ki! Sosyal hakların olduğu bir ülkede yaşıyoruz, geçim derdi olan insan kalmadı, e hırsızlık da bitti gibi bir şey. Niye çalsınlar kitapları, gerçekten sizde gördüğüm bu paranoyak haller beni rahatsız etmeye başladı. Lütfen biraz sakin olur musunuz?

Toplu taşıma hem konforlu hem de bedava olunca sattılar tabii arabalarını, şehir merkezlerinde oturanlar. Çok akıllıca değil mi bu yaptıkları? Evden çıkıyorsunuz, bir kaç adım atıyorsunuz metro durağı, onun ilerisinde tramvay durağı, tekneler, vapurlar vızır vızır.. Beyefendi görünümlü şoförlerin- kaptanların kullandığı bu vasıtalarda mis gibi parfüm kokuyor, internet var, içecek otomatları var, oturacak yer zaten hep var.. Hem de  güneş enerjisiyle çalıştıkları için ne sesleri var ne de pislikleri. Eskiden şehir içinde milyon dolarlık arazi arabalarıyla gezen görgüsüz zenginler artık o devasa arabalarını kullanmaya utanır hale geldiler. Zaten sıkıysa toplu taşıma kullanmasınlar, bir referanduma bakar iş. Öyle parası olanın borusunun öttüğü günler geride kaldı çoktan.. Siz gerçi bana uzaylıymışım gibi bakıyorsunuz ama yalan söylemiyorum, bütün bunlar gerçek. Hal böyle olunca trafik sorunu kendiliğinden çözüldü tabii. Trafik sorununun öyle üçüncü köprü, beşinci köprü ile çözülmeyeceğini anladı akıllı belediyeler. Köprü yapmakla çözülmüyordu ki sorun, mesele kişisel araba sayısını azaltmaktı, evet ya bu kadar basitti işte..
Şimdi görseniz, şehrin bir ucundan öbür ucuna yarım saatte ulaşılabiliyor. Gürültü yok, pislik yok, ya var ya cidden sanki nüfusu azalmış bir Avrupa kentinde yaşıyor gibiyim..

iste benim kentim
görseli web'den alıntıdır.

Bana öyle kaçıkmışım gibi bakmayın. Gidiyorum ben, dedim ya mahallede manolya mı akasya mı  dikilsin referandumu var. Daha anlatacak çok şey vardı aslında ama siz bana inanmadınız ki!

30 martta ne mi yapacağım, ilahi sürahi! Bana bu saçma espriyi yaptırdınız ya çok yaşayın e mi, size de iyi pazarlar ☺ 
Devamını Oku