O
gün kasabanın ustaları gelince çok sevindim. Nasıl sevinmem ki,
üzerimde çöreklenmiş bunca senenin yorgunluğu son bulacaktı
yakında! Ustalar, içimdeki çürümeye yüz tutmuş tahtaları
söktüler önce, sanki ciğerlerimden katran söker gibi. Biraz acı
çektim tabii ki. Kolay mı, canından can gidiyor. Sonra o
sökülenlerin boşluğundan hava girmeye başladı yüreğime. Temiz
havaydı, ilk gençliğimdeki kadar güzel, ilk günüm kadar taze.
Nefes alan hücrelerim canlandı, bir silkeleneyim derken, baktım
güzel renkli yeni döşemelerle kaplıyorlar bedenimi. Hiç zorluk
çıkarmadım, ne yapıyorlarsa ses etmedim, öyle mutluydum ki. Taze
kesilmiş meşe kokusuyla sarhoş gibiydim. “Bu tamirattan sonra
yüzyıl daha yaşarım” diye çocuklar gibi sevindim. Sonra gök
mavisi boya ile renklendi iç duvarlarım. İhsan Efendi'nin en
sevdiğinden hem de. Nasıl da güzel seçmiş sarı çocuk, nasıl
da bilirdi babasının zevkini. Konuşabilseydim, teşekkür
edebilseydim keşke kendisine; yüreğime dert oldu, hakkı kaldı
üzerimde. Bir tek dışımdaki tuğlaların elden geçmesi kalmıştı.
Bir aya kalmaz o da bitecek, yeni gelin gibi süslenmiş halimle
anahtarımı hediye edecekti İhsan Efendi'ye sarı çocuk, diyecekti
ki:
“ Babacığım,
bunca yıl sen beni okutmak için çalıştın didindin. Benden
saklasan da ben bilmiyor muyum bu evi benim için elden çıkarmak
zorunda kaldığını. Çok şükür sayende elim ekmek tutuyor
artık, bu ev bundan böyle senindir, annemle güle güle oturun.”
Ama
diyemedi, cansız bedenler konuşamazlar çünkü!
Son
geldiğinde komşuya bırakmıştı anahtarımı, göz kulak oluyordu
Kürt Necati ve karısı bana, üzerimde çalışan ustalara çay
bile demliyorlardı. Komşuluk güzel bir şey. Dün akşam
üzeriydi, önce benim kapım hızlı hızlı çalındı, açan
olmayınca, Necati'lerin kapısını çaldılar. Gelenler
belediyenin görevlileriymiş, sarı çocuğun şehit olduğu
haberini almışlar. Necati'den anahtarı alıp al bayrağı astılar
penceremden. İşte o an, yüreğim öyle bir burkuldu ki, sözler
yetmez anlatmaya! Olayı öğrenince İhsan Efendi'nin hali kimbilir
nice olurdu? Keşke gözlerim görmez olaydı, kulaklarım
işitmeseydi; keşke hiç anlamasaydım bu olan biteni... Ama olan
olmuştu işte, ateş gelmiş bize düşmüştü. Bu saatten sonra
ciğerime o temiz havayı çeksem, iskeletim sapasağlam olsa ne
olurdu ki, giden gitmişti bir kere. Artık yapacak bir şey yok, dua
ederim ruhuna; tıpkı dedesine ettiğim gibi, tıpkı babaannesine
ettiğim gibi. Zamansız gitti yavrucak, sıralı ölüm olmadı
O'nunkisi. Daha yeni nişanlanmıştı; evlenecek, kendi çocuğu da
avlumda büyüyecekti. Ah be sarı çocuk, otuzunda gencecik
delikanlıydın sen, nasıl kıydılar o körpe bedenine...
Yıllara
meydan okuyan yaşlı iskeletim beni iyi taşıdı, bu ağırlaşmış
gözler nelere şahit olmadı ki! Şimdi o bayrağa sarılmış tahta
tabutun içinde yatan sarı çocuğun doğduğu günü biliyorum ben.
Bir bahar vaktiydi, erikler yeni çiçeklenmişti. Babası İhsan
Efendi nasıl da heyecanlıydı, belli etmek de istemiyordu gerçi
ama, ben anlıyordum, içi içine sığmıyordu. Karısı Gülizar,
nur topu gibi o küçük bebeği kollarına uzatınca, gözünden
akan yaşlara hakim olamamış, salya sümük ağlarken, bir taraftan
da kahkahalarla gülmeye başlamıştı.. Koşup gitmiş iki tepsi
dolusu lahmacun yaptırmış, taze çalkalattığı yayık ayranıyla
hayırlı olsuna gelenleri doyurmuştu. Kendi olmasa da gönlü
zengin adamdır İhsan Efendi, eh oğlu da olunca açmıştı kesenin
ağzını. Ne bilecekti ki, 30 sene sonra, oğlunun ölüsüne
gelenlere yine lahmacun dağıtacağını...
Sarı
çocuk doğduğu zamanlarda Kürtlerle Türkler birbirlerini böyle
öldürmüyordu. Gül gibi geçinip gidiyorduk, tavuklarımız
birbirine karışıyordu. Bizi bize bu kadar düşürmemişlerdi
daha. İhsan Efendi Karadenizlidir, karısı Gülizar kadın hem
Alevi, hem de Kürt'tür. Bunun lafı bile geçmedi onca yıl.
Birbirlerini hiç incitmediler. Gülizar kadının akrabaları
geldiğinde kendi aralarında Kürtçe konuşmaya başlarlar, İhsan
Efendi de takılırdı:
“ Yine
benim dedikodumu mu yapıyorsunuz anlamıyorum diye...”
Gülerdi Gülizar Kadın, “Yok
bey, hiç öyle şey olur mu, kaptırdık yine çocukluğumuzun
hatıralarına, çocukluğumuzun dilinde”
derdi. Bu sarı çocuk, annesinin söylediği Kürtçe ninnilerle
büyüyüp, babasının kemençe çalarak söylediği Lazca türküleri
ezberledi. Annesinin akrabalarıyla Kürtçe konuşur, babasının
akrabalarından dinlediği laz fıkralarına gülerdi. Yüreği sevgi
doluydu. Çok istediler ama kader işte ne yaparsın, olmadı İhsan
efendilerin ikinci çocuğu. İşte bu yüzden göz bebekleri gibi
baktılar oğullarına.
İhsan Efendi pazarcılık yapardı, o köy
senin bu köy benim dolaşır, taze meyve sebze toplayıp kasabanın
pazarında satardı. Tek derdi sarı çocuğu okutmak, vatana millete
hayırlı bir evlat yetiştirmekti. Başardı da, oğlu subay okulunu
kazandığında mutluluktan gizli gizli ağlamıştı, ben şahitim.
Dedim ya duygusal adamdır İhsan Efendi. Babası gibi hakikatli,
yufka yürekliydi sarı çocuk da, O'nun nelere katlandığını iyi
bilirdi. Okurken yaz tatillerinde gelir, pazarda babasına yardım
ederdi, subay çıktığında da hiç büyümedi burnu, öyle
mütevazı, öyle hatırşinas, öyle hisli... Okulunun son senesinde
bankadan aldığı krediyi ödeyemeyip evi satmak zorunda olan İhsan
Efendi'nin “biraz
da amcanlarla beraber yaşayalım”
demesine zaten hiç inanmamıştı... Diplomayı aldığı gün, o
evi babasına hediye etmeyi kafasına koymuştu bir kere.
Geçici
görevle gitmişti Şırnak'a, anasına babasına söylememişti
üzülmesinler diye. O gün çıkan çatışmada, on arkadaşıyla
birlikte vurulmadan bir saat önce aramış Kürt Necati'yi, beni
sormuş. Kimbilir nasıl hayaller kurarak... Gerisini anlatmaya gerek
yok, zaten anlatacak dermanım da yok... Ama şunu söylemeden
edemem, sarısı karası fark etmez, yeter artık, ölmesin
çocuklarımız...
Not:
Yaratıcı yazarlık ve senaryo atölyesi kapsamında yazdığım ilk
ödevdir, gerçek bir olayın internetten alınma fotoğrafı üzerine
tarafımdan kurgulanmıştır, daha eğitmenin kritiklerini
öğrenmedim, hatalarım varsa affola.../ EvdeYazar
Okudum...
YanıtlaSilSustum kaldım...
İçimi yakan, acıtan, ağlatan bir öykü olmuş gönlünüze, yüreğinize sağlık...
Yazarken ben de çok zorlandım...
SilEllerinize sağlık.Dursun bu KAN!...
YanıtlaSilEvet, tek dileğimiz...
SilÇok güzel kurgulamışsın. Anlatım dilinde çok iyi. Tebrikler. Dersler çok işe. yarıyor belli. Yolun acik olsun.
YanıtlaSilTeşekkürler. Daha bir ders aldık, bakalım neler olacak, ben de merakla bekliyorum.
SilTek kelimeyle, Süpersiniz. Tebrikler. Konu, anlatım, duygu hepsi güzel olunca böyle muhteşem öyküler çıkıyor ortaya.
YanıtlaSilFotoğraf eklenmesi yazıyı daha da etkileyici kılmış. Ellerinize sağlık.
Çok teşekkür ederim, yazmak için cesaret veriyor böyle yorumlar..
SilBen de yazar olmak istiyorum.Makale yazarı olmak nerden başlamalıyım.Böyle nasıl yazabiliriz.
YanıtlaSilBunun için "yazarak kazanmak" kategorisinde yazdığım yazılara bir göz atın isterseniz.
SilBir de yazmak dersi kimden alabiliriz ya da nerden kimlerden..Teşekkürler..
YanıtlaSilYazarların, akademisyenlerin düzenldiği kurslardan size en uygun olanını tercih edebilirsiniz.
SilHüzünle okudum. Çok güzel.
YanıtlaSilTeşekkür ederim.
SilÇok çok beğendim; elinize, kaleminize, dimağınıza sağlık... Çok güzel ve ince, bir o kadar da akıcı olmuş. İnanın ön yargılarla başladım öykünüze (günümüzde herkes taraf seçmek zorunda bırakıldı, bu hale geldik ne acı... Üzgünüm bunun için...) Ama bu kadar güzel yaklaşılamazdı konuya. Çok çok tebrik ederim.
YanıtlaSilÇok teşekkür ederim, açıkçası bir haftaya yakın bir zamanda bitirebildim. Çünkü zor bir konuydu. Hamaset yapmadan, konuya etraflıca yaklaşmak için hassas olmak gerekiyordu. Kendi mesajlarımı satır aralarında vermeye çalıştım. Yerlerine ulaştığını görmekse benim için çok önemli. Tekrar teşekkürler cesaret verici yorumunuz için.
Silçok güzel yazı
YanıtlaSilbenim blogumada beklerim teşekkürler : havantopu.blogspot.com :) davetlisiniz
Ellerinize sağlık, yazılarınızı çok beğeniyorum. Sizi örnek alarak ilerliyorum.
YanıtlaSilTeşekkür ederim, sevgiler.
SilMükemmel bir yazı
YanıtlaSilTeşekkürler
SilMerhabalar blogunuzu ve yazılarınızı çok beğendim, başarılar..
YanıtlaSilgöz atmak isterseniz -> ilsagundogdu.blogspot.com bloguma beklerim