19 Ocak 2016 Salı

İstanbul'dan İzmir'e uçma maceram!

Sabah 7:45'de uçak kalkacaktı. Alarmı beşe kurdum, buna hiç gerek yoktu aslında. Zira beynim alarm gibidir; ben kurarım 06.00'ya, uyanırım 05.58'de! Bilinçaltım değişik mi işliyor, yoksa çok mu abartıyorum sorumluluklarımı bilemiyorum. Bir randevuya geç kaldığım pek görülmemiştir. Tahmin edeceğiniz üzere bugüne kadar hiç bir uçağı ve otobüsü de kaçırmışlığım yoktur. Ama o sabah neredeyse kaçırıyordum. Neden mi, çünkü İstanbul'da yaşıyorum!

Sabah beşte kalktım, hemen hazırlanıp on beş dakikada Havataş durağına gittim. 05.45 servisine bindim. Trafik yok, etraf bomboş, hafif yağmur yağıyor ama yol şahane! 06.30'da havaalanındaydım. Ne diyor yetkililer, “iç hatlar için bir saat önce havaalanında olun! ” Tam zamanında oradaydım işte. Herşey normal seyrinde ilerliyordu. Maceram tam da bu noktada başladı; zira içeriye adımımı atar atmaz öylece kalakaldım. Abartmıyorum, o saatte mahşeri bir kalabalıkla karşılaştım.  İnsanlar stresliydi, uzun bir kuyruk oluşmuştu giriş kontrolünde. Ne olduğunu anlamadım önce, nasılsa vaktim çoktu. Sakin sakin kapıdan girdim, check in yaptırmak için Pegasus sırasına girmeye kalktığımda ise iyice afalladım. Kuyruk almış başını gidiyordu! Karşılıklı iki kontuarı var Pegasus'un, sıraya sığmayan bizleri karşı kontuara aldılar. Fazla telaşlı da değildim aslında, nasılsa vaktim vardı ya! Karşı kontuara gittiğimde gördüm ki, orada da durum farklı değil! Bir görevli “bagajı olmayanlar check in işlemlerini sarı makinelerden yapsın!” diye anons edince, yük taşımaktan hoşlanmayışıma bir kez daha memnun olarak sarı makinelere yöneldim. Sırt çantam vardı sadece, bir de büyükçe omuz çantam. Sırt çantam da olmasa iyiydi gerçi ama, İzmir'de bir gece kalacağım için ona mecburdum. Şemsiye, pijama, yedek gömlek, çorap ve çamaşır... İnsan sırt çantasında başka ne taşır ki! Bazıları bütün hayatını taşıyor gerçi, ben onlardan değilim; sırtımda yükler olsun istemiyorum!



Sarı makinelere uçuş bilgimi girmek için telefonumda Pegasus'dan gelen e-postayı buldum. Çok güzel bir program hazırlamışlar, adını soyadını rezervasyon kodunu yazıyorsun, hoop uçuş kartın çıkıyor saniyeler içinde. Teknolojinin nimetlerine teşekkür ederek, nasılsa vaktim var diye yavaş adımlarla kapılardan önceki ikinci kontrol noktasına doğru yürümeye başladım. İçimden de “bir dahaki sefere mutlaka online check in yaptırmalıyım” diye geçiriyordum. Teknoloji bize kolaylıklar sundukça iyice tembelleşiyoruz. İki dakikalık “check in” işlemini evde yapsaydım ne iyi olurdu oysa, çay içmeye vaktim kalırdı diye düşündüm. Ne kadar iyi niyetliymişim, çay içeceğimi hayal ediyormuşum!
Niye böyle anlatıyorum ki? “Check in” değil “giriş işlemleri” demeli aslında. Hiç yakışıyor mu bana böyle İngilizce sözcüklerle konuşmak! Global dünyanın sonuçları hep bunlar! Beynimizi ele geçiriyorlar günbegün! 

Etrafıma bakınarak yürürken, beyaz giysili insanların çokluğunu gördüm. "Demek ki havaalanı yoğunluğu umre nedeniyleymiş" dedim. Neyse canım, ne olacaktı ki, nasılsa uçuş kartımı da almıştım!

 Defalarca geçtiği köşeyi dönünce, nasıl bir şeyle karşılaşacağından emin olamayan insanların yaşadığı yerdir İstanbul!

Bunu nasıl unutabilirim? Kapılardan önce ikinci kontrol noktası vardır ya hani Sabiha Gökçen'de; tek kişilik labirent gibi döne döne geçilen yoldan sonra arama yapılır ve uçağın kalktığı kapılara gidersiniz. Ben şimdiye kadar hiç o noktada kuyruk olduğunu görmemiştim. O dönen yere gelmek için tam 3 sıra kuyruk vardı o sabah! Ama nasıl üç sıra! Yüzlerce insan bekliyordu tespih boncukları gibi! Saat 6.45'di ve uçağa 7.15'de binmem gerekiyordu. Yarım saatte kontrol noktasına gelmem gerçekten imkansızdı! Çünkü sıra ilerlemiyor, dakikalar içinde kuyruk uzadıkça uzuyordu. İnsan çaresiz durumlarda kural tanımazmış, temel içgüdüleri devreye girermiş. Bunu yaşayarak doğrulamış oldum. Gözüm döndü resmen, yanyana üç sıra halinde uzanan kuyruğun aralarında bir yerde aniden 5 erkeğin olduğu bir noktada durdum ve dedim ki onlara:

Hayatımda hiç böyle bir şey yapmadım, üniversitedeyken yemek kuyruğunda kaynak bile yapmadım, çok utanıyorum ama araya girebilir miyim?”

İçlerinden biri “bizim için fark etmez, arkadakilere sormak lazım” dedi. Arkada yüzlerce insan! Hangi birine sorayım! Baktılar halim kötü, bir diğeri “tamam tamam hadi girin!” dedi. Böylece medeniyetsiz, bencil bir insana yakışan deneyime adımımı atmış oldum. Başkalarının hakkını alarak uçağa yetişmeye çalışan ben, bu yaşanan rezilliğin tam da içindeydim işte...

Öğrenci deyimiyle bana "kaynak yapanlar", anladığım kadarıyla beş arkadaşlardı ve bir başka şehre toplantıya gidiyorlardı, eğlenceli tiplerdi, kendi aralarında şakalaşıyorlardı.  Bir taraftan şakalarına kendi kendime gülümserken, diğer taraftan  strese girmeye başladım. Saat 7 oldu, onbeş dakika sonra uçağa binmem gerekiyordu ve o döne döne geçilen labirentimsi yere gelmiştim nihayet ama, kontrol noktasına ulaşabilmem için önümdeki onlarca insanın işinin bitmesi gerekiyordu. Yan tarafta bir  adam, ilk uçağını kaçırmış, ikincisini de kaçıracağını söylüyordu ve bana “sizin uçağınız kesin kaçar!” dedi. 

“Evrene negatif enerjiler göndermeyin, kaçmayacak benim uçağım!” dedim O'na. Meğer uçaklar tam zamanında kalkıyormuş, kimseyi beklemiyorlarmış.

Ben dahil hiçbirimiz o sıkışıklığı protesto etmedik. Bizi büyülemişler, bizi inandırmışlar, İstanbul'da yaşamanın böyle bir şey olduğunu bilinçaltımıza işlemişlerdi. Beğenmezsek kapı oradaydı! İstanbul demek trafik demekti, İstanbul demek sorunlar demekti, İstanbul'da yaşamak demek, hoyratça davranışlara alışmak demekti. Kelle koltukta var olmaya çalışan, kendi derdine düşmüş, bir yerlere yetişmeye çalışan telaşlı insanlar bütünüydük.

Derken bir mucize oldu, hiç tanımadığım bir adam o daracık labirent yolda kollarını iki yana açarak bana yol verdi ve seslendi diğerlerine :

Yol verin, uçağı kaçmak üzere olanlara yol verin!”

İnanamadım, gerçekten inanamadım, işte İstanbul'un sürprizlerinden biriyle karşı karşıyaydım, İlle de hep kötü şeyler olacak değildi ya! Bu sayede, bu adını bilmediğim iyilik meleği sayesinde, 7.05 gibi kapılardan önceki kontrol noktasına gelebildim. 


Yerlerde galoşlar... Sıranın neden ilerlemediği ayan beyan ortadaydı. Çünkü ayakkabı kontrolü vardı. Kış günü herkesin ayağında bağcıklı botlar, uzun çizmeler, haliyle sıra ilerlemiyordu! Peki niye böyleydi? Çünkü bir gün önce, yani 12 Ocak 2016 günü Sultanahmet'te bir canlı bomba patlamıştı! 

Bu şehirde insanlar gülsün istemiyorlardı! İnsanlar korku içinde yaşasın, kimse kimseye güvenmesin istiyorlardı! İnsanlar sokağa çıkmasın, seyahat etmesin, şehre turist gelmesin, medeniyet  uzak bir ütopya olsun! Burası bir Avrupa şehri değil, ortadoğunun karanlık dehlizlerinden olsun istiyorlardı!

 Bu olayın üzerine bir de lodos gelmiş, dünkü iptal olan yüzlerce sefer bugüne sarkmıştı! Amma gün bulmuştum ben de seyahat etmek için! Ama olsun pes etmeyecek, moralimi bozmayacak, evrene negatif enerjiler göndermeyecektim. Öyle de yaptım, artık o saatte 
“Amaca ulaşmak için her araç yasal ve ahlakidir!” diyen Makyavelizm'in yılmaz bir neferiydim! Merak etmeyin; ruhumu şeytana satmadım, sadece kısa süreliğine anlaşma yaptık...  Çünkü İstanbul'da yaşayınca bazen böyle anlaşmalar yapmak gerekiyor, çünkü kuralsızların şehri burası. Çünkü kibar olmaya kalktığınızda üstünüzden birileri sizi ezip geçiyor. Tabii hep böyle değil, her yerinde böyle değil. Mesela Kadıköyümde böyle değil, ama İstanbul'un genelinde böyle! Burası, gittikçe medeniyetten uzaklaşan garip bir yer, ama umudum var. Düzelecek elbette, birbirlerine şapka çıkararak selam veren 40'lı yılların insanları elbette bir şekilde geri gelecek!

Ayakkabımı çıkartmamak için uygun bir bahane bularak kontrol noktasından geçtiğimde, uçağa binmeme sadece 5 dakika vardı. Allahtan yakın bir kapıya gitmem gerekiyordu. Kan ter içinde kapıya gittim, tam 7.15'di saat. Yani biniş saatim gelmişti. Bindim, yerim ortadaydı, olsun dedim, yetiştim ya! Bir fotoğraf çektim bulutların arasından!



İndiğimde, kontrol sırasında bana "kaynak" yapan, teşekkürü borç bildiğim 5 arkadaşın üçünü önümde konuşurken gördüm. Demek onlarla aynı uçaktaymışız. Kulak misafiri oldum:

Abicim o son kontroldeki labirent sırada soldan dönmeyeceklerdi, bak kaçırdılar işte!”

Kendi kendime gülümsedim, sola dönünce kaçan uçak, sağa dönünce yakalanabiliyordu, demek kader böyle bir şeydi.  Maceralı bir yolculuktan sonra İzmir'e kavuşmuştum sonunda. Bu gelişimde İzmir ile İstanbul arasındaki medeniyet farkını o kadar iliklerime kadar hissettim ki! Bu yazıya sığmayacak kadar çok gözlemim oldu İzmir hakkında. Kendimi başka bir ülkedeymiş gibi hissettirdi bana İzmir. Ve dedim ki :

İstanbul'da bize layık görülen bu hoyrat muameleyi gerçekten de hak etmiyoruz! İstanbul gibi güzel bir şehir nasıl da acınası hallerde!”

Bir sonraki yazımda İzmir'de yaşadıklarımı anlatacağım. Sevgi dolu ve medeni bir dünya dileğiyle bugünlük benden bu kadar.

Kar yağsın lacivert düşlerimize...






31 yorum :

  1. Gecen gün haberlerde de çıktı İstanbul yoğunlukta Frankfurt'tan sonra 2. Yoğun hava sahası. kabullenmek Lazım kalabalık sehır İstanbul ve kalabalık sehirleri cevreye doğru genişletmek ve birden ihtiyacı karşılayacak Sayıda hizmet Araçları koymak lazım. Eski İstanbul degıl artık orası herkes illa ki Şehirde yasıcam diye tutturursa sonuç böyle olur. Biz de frankfurttayız ve Burada sehır dışına doğru Yayılma var bu da sehır içini biraz rahatlatıyor. Bu sene bu Yüzden biz de Köye yerleştik.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Gitmedim gerçi ama oranın köylerinin harika yerler olduğunu gördüm birçok filmde. Ne kadar şanslısınız.. Maalesef İstanbul'daki yayılma kaba saba, plansız programsız. Doğa katlediliyor, yeşil kalmadı neredeyse, nasıl da canı yanıyor bu güzel şehrin... Yağmalanıyor para hırsı ile, bakalım nereye kadar sürecek...

      Sil
    2. Haklısınız bunun içşn de kaliteli sehır planlamacılar Lazım. Bizde insan Faktörü maalesef böyle kumaş iyi Olmalı önce. Tek tek insanlara, Insan faktörüne yatırım yapılmalı. Gecen okuduğum satırlar geldi aklıma: "Batı'nın kalkınması da ilk zamanlar hükümetlerinin değil, bizzat fertlerinin sayesinde olmuştur. Kaliteli insanlar kaliteli Hükümetleri teşkil etmişlerdir." Kürd Ali, Suriye, 1940

      Sil
    3. Ne kadar doğru bir saptama... Kalkınma gerçekten de insan kalitesi ile mümkün.
      İstanbul dünyanın en güzel şehri olabilirdi, eğer bilinçli ellerde olsaydı! İçinden deniz geçen bir şehir ancak bu kadar mahvedilebilir... Bazen düşünüyorum bunu, İstanbul Avrupa'da olsaydı nasıl da rüya şehir olurdu diye. Bizler maalesef cehaletin gittikçe palazlandığı bu coğrafyada, elimizdeki güzelliklerin ve zenginliklerin kıymetini bilemeden, daha doğrusu kıymetini bilmeyenlerin yok ettiği güzelliklere hayıflanarak yaşamaya çalışıyoruz maalesef. Ama umut hep var, birgün mutlaka bu gidiş duracak. Birgün mutlaka eğitimli insana gereken değer verilecek, birgün mutlaka cehalet bu topraklarda yüz bulamayacak...
      Sevgilerimle...

      Sil
  2. Ben hiç uçağa binmedim. Ama esime, çocuklarıma, çalışanlarımıza zaman zaman yurtici veya yurtdışı için biletler aldim internet üzerinden. Check in denen giriş islemlerini ya kendim yaptım yada bilet sahibine yaptırdım internetten. Son anda bu konuda sorun çıkmasın, zaman yetmez vs diye. Mutlaka sen de böyle yapıyordun bu sefer atladın. Eminim bundan sonra asla atlamazsın. Yaşadıklarını yorumlamana gelince 10 numara hemde yıldızlı. Malesef digma büyüme yarım asırlık bir Istabullu olarak bu tablo icimi içimi acıtıyor. Sevgiler iyi yolculuklar.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sevgili Minelse, dedim ya teknoloji insanı tembelleştiriyor. Online "check in" yapmıyorum nedense. Çünkü hiç sorun yaşamadım bugüne kadar; ne sıraya girdim ne kuyruk bekledim. Bu olaydan sonra ise elbette bu işlemi atlamayacağım:) Bir musibet, bin nasihat hikayesi benim yaşadığım.
      İstanbul her geçen gün bambaşka bir şehre doğru evriliyor, siz daha iyi görüyorsunuzdur, burada doğduğunuz için. Dediğim gibi bu şehirde itelenip kakılmayı hiçbirimiz hak etmiyoruz. Neden Ege'ye kaçma hayali var çoğumuzun kafasında? Neden burayı doya doya yaşamak varken her geçen gün daha da uzaklaşıyoruz? Söyleyecek çok şey var bu noktada, ama işte "söylesen bir türlü, susan olmuyor" hesabı...
      Sevgilerimle.

      Sil
  3. Ah istanbul istanbul olali hic gormedi boyle keder..
    Serzenisinize ortagim maalesef.
    Insanlari degistirmeye calismayin onlari oldugu gibi kabul edin derler ama nezaket bir karakter ozelligi degil ogrenilmis bir davranistir ve herkes birilerinden bunu ogrenebilir ne aci ki insanlar boyle iyi seyleri ogrenmeyi degilde adina rahatlik dedikleri hoyrat ve itinasiz tavirlari takinmayi tercih ediyorlar.siz nezaketli oldugunuzda da uzayliymissiniz gibi davraniyorlar.insanlarin nefeslerinin opustugu kadar dar asansorlerde bile aman allahim ya merhaba demek zorunda kalirsam ic sesi ile karsisindakiyle gozgoze gelmeye korkan bir toplum olmusken guzel umudunuz icin ah keske diyesim geliyor gonulden.. magrifet sapka da mi yoksa insanlarin genetiginde mi? Insallah sapkadadir da etrafimdaki herkese birer tane dagitirim sirf sicak bir selam icin.. sevgiler.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok güzel söylemişsiniz; evet nezaket sonradan öğrenilir, ve umarım marifet şapkadadır, ve umarım sizin dağıttıklarınız birgün işe yarar...

      Sevgilerimle...

      Sil
  4. Biz 3 hafta önce oğlumu karşılamak üzere İstanbul daydık. Trafik bize öyle bir sürpriz yaptı ki. Çocuk inmiş, bavullarını almış biz daha yeni varıyoruz hava alanına. Hiç beklemeden aldığımız gibi yavrumuzu dönüş yoluna çıktık. O kadar da trafik olur erken çıkalım yola, duyarlılığımıza rağmen bunu yaşadık. İstanbul çok güzel bir şehir ama bu trafik derdi olmasa daha güzel olacak.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bir güzel düşünün, bakmaya kıyamayacağınız kadar güzel hem de! Ama kapris onda, şımarıklık onda, olumsuzluk onda, hep asık suratlı... Üstelik çirkin yaşlanıyor, yaşlandıkça huyları bile değişiyor... Gerçi onun bir suçu yok, başkaları yüzünden bu halde, gülümsemesini bile çalmış aç gözlüler!
      Şimdi düşünün; böyle güzel olsa ne oluurr, olmasa ne olur! Zaten güzelliğin de "gü" sü kalmış...

      Sil
  5. İç uçuşları hatırlamıyorum ama dış uçuşlarda botlar her zaman çıkarttırılıyor malesef ve neredeyse tüm ülkelerde böyle :( Hatta amerika iç uçuşlarda çorapları bile çıkarttırıyor bazen. Bir de geç kalma durumunda en sağda yer alan priority pass'den geçebilirsin. Neyse ki yetişmişsin ;)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. O en sağdaki yeri de kullandım bütün yaratıcılığımla, yoksa yetişmem mümkün değildi:) Mesele rutinin dışına çıkılması ve kontrolsüz olması. Çorap çıkartılan ülkelerde mutlaka sistematik bir yaklaşım vardır, sanmıyorum bizdeki gibi kaos olsun..O gün orası karmaşa ve çöplük gibiydi. Yerlere atılan galoşlar, o yerlerdeki galoşlara takılıp kayanlar, ilerlemeyen sıra...
      "Kafa nereye biz oraya" şarkısı var ya, o hesap :))

      Sil
  6. Doğru, İstanbul gibi güzel bir şehir acınası bir halde. Yazılarınız çok akıcı bir dile sahip, tebrik ederim...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bu şehre, bu şehrin ruhuna sahip çıkmamız lazım, kayıp gidiyor ellerimizden...
      Güzel yorumunuz için teşekkür ederim bu arada.

      Sil
    2. Ben teşekkür ederim :)

      Sil
  7. Malesef bu işlemler hiçbir ülkede sistematik olarak çalışmıyor. New york'a giriş yaparken 2,5 saat sırada beklediğimi bilirim. Kaostan ötesiydi, insanlar itişip kakışmaya kontrolden geçmeden ülkeye girmeye falan kalktılar. Keza dün Hollanda'dan dönüş yaparken de buna benzer bir şey oldu. Millet çıkarttırılan ayakkabıların tekini bile bulamadı vs. Savunuyor gibi görünmek istemiyorum ki bu ülkenin hiçbir şeyini savunacak gücüm kalmadığını sen biliyorsun zaten ama :) malesef tüm dünyada havaalanları böyle :(

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bunları söylediğin iyi oldu, en azından bir konuda dünya standartlarını (!) yakalamış olduğumuzu fark ettim :)

      Sil
  8. Nedense olumsuz şeyler daha hızlı kabulleniliyor İstanbul'da. Olur da kazara bunalıp eleştirel bir şey söylesen seni kınıyorlar mesela. Metrobüslerde, otobüslerde falan üst üste gitmekten şikayet etme hakkımız olmuyor.

    O kalabalığı düzene sokmak mesela, ya da uçuşuna son dakikalar kalmış insanlar için bir hızlı geçiş bölümü açıp başına da 1 dakikada biletlerin saatini kontrol edecek birini koymak kimsenin işine gelmiyor nedense. Ama bunu orada dile getirmeye kalksan dikkate alacak bir kişi bulamazsın.

    Ben de hiç uçak kaçırmadım ama bu yoğunluk yüzünden birkaç defa son dakikada yetiştim. Sen de şanslıymışsın. Bir de Almancıların dönüş dönemleri ve okulların açılış dönemleri çok etkiliyor yoğunluğu. Dikkat etmek lazım. Gerçi ne kadar dikkat edersem edeyim benim şimdiye kadar hiç kontrolden 30 dakikadan kısa sürede geçtiğim olmadı :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok güzel söylemişsiniz, eleştiren insanlar zaten vatan haini ilan ediliyor biliyorsunuz, ya da haklarında hemen dava açılıyor. Susturuluyoruz, sindiriliyoruz her geçen gün. Birileri kafalarına göre birşeyler yapıyor, seyrediyoruz; seyretmeyenler, mesela masumca ağaçları koruyanlar gaz yiyor...
      Gerçi Esra yukarıda "dünyadaki çoğu havaalanı böyle" dediği için azıcık içim rahatladı ama, yine de zor bu ülkede, özellikle de İstanbul'da yaşamak.
      Bu arada belirtmeden geçmeyeyim, ben gerçekten şanslıymışım;en fazla 15 dakikada halletmiştim hep iç hatlardaki geçişleri :) Demek sakin zamanlara denk gelmişim, kimselerin bir yerlere uçmadığı zamanlara. Mesela bayramların 2. günü giderim, genel tatillerde pek yola çıkmam :)

      Sil
  9. Eskiden Sabiha Gökçen bildiğiniz ıssızdı. Kimse tercih etmezdi, uzak gelirdi. özellikle de Avrupa yakasındakiler. Ata'nın kalabalık olmasına alıştık ama artık Sabiha Gökçen'de gerçekten yetmiyor. 3. havalimanı umarım sorunu hafifletir. Aynı durumları birkaç kez yaşamışlığım var, nasıl bir duygu çok iyi biliyorum :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bence üçüncü havalimanı da çözmeyecek bu sorunu. Hatta beş tane yapsalar yine çözülmeyecek. Sorun zihniyet sorunu, şehrin kalabalığı, kontrölden çıkacak kadar büyümesi..
      Aslında çare bu şehirden kaçmak galiba :)

      Sil
  10. Gerçi benim eleştiriden kastım daha basit eleştiriydi. Mesela geçen gün metrobüse binmek istemedim kalabalıkta, zamanım da vardı bekledim. Neden binmediğimi soranlara da "insani koşullarda yolculuk etmek istiyorum" dedim, demez olaydım. İnsanlar ne kadar meraklıymış üst üste gitmeye, beğenmiyorum diye bana demediklerini bırakmadılar.

    Yani demek istediğim, yıllardır bir zihniyetin herkesi sindirmeye çalıştırmasını geçtim, birlikte yaşadığımız insanlar bile artık kendilerine yapılmamış olsa bile her türlü eleştiriye alınıp savunmaya geçmeye başladılar. Halbuki hem bir yerden biryere gidip hem de nefes alabilmek en doğal hakkımızdı.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet haklısınız, eleştiri yapmaya korkar olduk. Ben de kaç kere tanık oldum, bir şeyi eleştirdiğimde çevredeki insanların kötü kötü baktığına... Aslında sanırım vatandaş olma bilincimiz gelişmemiz. Vergilerimizin nereye gittiğini sorgulayamıyoruz, aldığımız hizmetlerin kalitesini sorgulayamıyoruz. Metrobüse neden mahkum edildiğimizi sorgulayamıyoruz. "Eskiden o da yoktu" diye birileri hemen savunmaya geçiyor..
      Upuzun bir yazı olacak kadar derin bir konu bu

      Sil
  11. Ne anlatirsaniz güzel anlatiyorsunuz, akıcı anlatiyorsunuz. Zevkle okunuyor yazilariniz. Kaleminize sağlık. Biz de millet olarak bir organizasyon eksiği var. Bir de vurdumduymazlik. Baştan savma iş yapma. Bunun dışında sorgulayici bireyler olarak yetismiyoruz. Eğitim sistemimiz de o tarz değil zaten. He bu işler nasil düzelir, duzelirse nasil düzelir hic bilmiyorum. Anlattiklarin için tek diyeceğim burasi Türkiye.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Öncelikle teşekkür ederim, yazmaya teşvik eden güzel sözleriniz için. Bir blog yazarı daha ne ister, lütfen hep yorum yapın olur mu:)
      Konuya gelirsek, bu işlerin nasıl düzeleceğini ben de bilmiyorum; bildiğim tek şey var; nadir beyinlerden Cem Yılmaz alıntısı: "Eğitim şart!"
      Sevgi ve selamlar:)

      Sil
  12. Konuları ele alış tarzınız, ifade şeklinizin yanı sıra düşünceleriniz de bana aykırı gelmiyor. Farklı düşündüğümüz bir konu olursa onu da yazmak isterim. Emekli edebiyat öğretmeni olan eşime yazılarınızı gösterdim. O da sizi başarılı buldu. Yazı yazma konusunda belli bir çizgi tutturmuşunuz ama hani ara sıra fikren uyuşmadığımız konular olsa da yalakalıktan kurtulsam diyorum :) Bu arada eskiye her zaman özlem var. Bir İzmirli olarak şehrimizdeki izlenimlerinizi merakla bekliyorum. Ben de memleketimden çok uzun yıllar uzakta kaldım. İzmir de İzmirli olmayanlarla dolmuş. Aynı İstanbul'da olduğu gibi göçlerle sosyal dokusu değişiyor şehirlerimizin. Bu değişim maalesef kötüye doğru. Kalın sağlıcakla.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Hayata benzer açılardan baktığımız sizin gibi -her ne kadar şahsen tanımasam da farketmez- dostlarla buluşturduğu için blogumu çok seviyorum. Bu anlamda cesaret veren sözlerinize ayrıca teşekkür ederim, yeri gelmişken eşinize de sevgi ve saygılarımı iletiyorum. Bir edebiyat öğretmeninden böyle bir değerlendirme duymak benim için gerçekten çok değerli. Yorumunuzu okuduğumda nasıl mutlu oldum, yüzümde asılı kaldı kocaman bir gülümseme :)
      Fikren uyuşmadığımız konular aman diyeyim çıkmasın, morale motivasyona ihtiyacımız var, kendimiz gibi düşünen insanlara her zamankinden çok ihtiyacımız var.
      İzmir benim için hep başkaydı, Ege mezunuyum ben de. Ama bu sefer gittiğimde İstanbul'la arasındaki farkları çok net gördüm ve ileride İzmir'de yaşamam gerektiğini ciddi ciddi düşündüm. Yazı pek yakında yayında olacak, sevgi ve saygılarımla:)

      Sil
  13. Bizi hayata karşı ne kadar dirençli, zorluklara karşı ne kadar pratik yetiştiriyorlar Türkiye'de:)
    Ucagından 2 saat önce uyanıp, rahatça havaalanına ulaşıp, kahvesini yudumlayan naif yabancıların bizi anlaması ne mümkün:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet bir Türk her koşulda ayakta kalır, her zorlukta başının çaresine bakar:)
      Ama ne gerek var buna:)

      Sil
  14. Nasıl tatlı anlatmışsınız. Yüreğine sağlık. Havaalanındaki sevimli halini görür gibi olduk. :)
    Hımm demek kaynak ta yaparmışsın. :)
    Selamlar. .

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet kaynak yaptım ama gördüğünüz üzere itiraf ederek vicdanımı az da olsa rahatlattım:)

      Sil