Madem mizah bile yapacak hal kalmıyor,
e o halde son zamanlarda canımı sıkan şeyleri yazayım bari. İlk yazının konusu
da yurt dışında yaşayıp sosyal medyadan "Türkiye ne berbat bir ülke ama çok
seviyorum" diyenlere olsun… ( Yurt dışında yaşayıp şahane yazılar yazan sevdiğim
blogger arkadaşlarımın elbette konuyla alakası yok, sakın üzerlerine alınmasınlar.
Zaten o blogger arkadaşlarım benim ne demek istediğime gayet yakından şahit
oluyorlardır)
Epey zamandır gezi yazılarına,
gezi videolarına meraklıyım. Örneğin kahvaltı ederken Miami’yi gezen Arda Pazır’ın
eğlenceli videolarını izlemek bünyeme iyi geliyor. Artık televizyonun yerini
bende Youtube aldı diyebilirim.
Takip ettiğim birkaç gezi hesabı
var böyle. Gidip göremediğim yerleri birilerinin anlatması, göstermesi ilgimi
çekiyor. Japonya’nın robot otelleri, Finlandiyalıların saunadan çıkıp kendilerini
buz gibi denize atmaları falan … Birbirine benzeyen tv kanallarındaki abuk
subuk, hiçbir umut ışığı taşımayan, iç karartan, çoğunlukla da üçüncü sayfa
konuları ile dolu; sanattan, bilimden, efendime söyleyeyim güzelliklerden asla
söz etmeyen haberlerini dinlemektense; belgesel gibi değil de böyle hafif
magazin tadında gezi videolarını izlemek bana hoş geliyor… Ne bileyim, belki de
psikolojide bir adı vardır bu son yıllarda oluşan keyfimin. Belki “kaçış
psikolojisi” diyorlardır benim bu gezi videolarına olan düşkünlüğüme. “Yadsıma”
diyenler de olabilir. Bu açıdan bakarsak;
oldum olası kurgu uzay filmlerini seviyor oluşumun da mutlaka psikolojide bir
adı vardır. Belki bilinç altımın kuytu köşelerinde dünyadan kaçıp cennet gibi
başka bir galakside yaşama isteği barınıyordur; kim bilebilir…
Yani işte her neyse nedeni, son
zamanlarda sanal dünyada gezginlerle birlikte geziyorum, yeni şeyler keşfediyorum.
İçlerinden bazılarını takipten sıkılıyorum bazen, genelde neşeli ve abartısız
olanları tercih ediyorum. Özellikle Türkiye’nin kötülüklerini anlatmaya
başladıklarında takibi bırakıyorum. E ben zaten biliyorum ne yaşadığımı dostum
diyorum kendi kendime; bana bilmediklerimi göster; benim ufkumu aç…
Bu videolar kesmemiş olacak ki, sadece
gezenleri değil; yabancı ülkelerde yaşayan Türklerin çektiği videoları da
izlemeye başladım epeydir. Değişik şeyler anlatıyorlar, ilgimi çekiyor. Mesela
Norveç’te uzun karanlık günlerde hayat nasıl geçiyor öğreniyorum. Ya da Japonların
her şeyi otomatik hale getirmeleri bana çocuksu hayaller kurduruyor.
Bütün bunlar iyi güzel de bir şey
fark ettim son zamanlarda.
Yurt dışında yaşayan Türklerin çoğu ülkemizi sarsan bir haberi “Gurbette de olsak kalbimiz vatanımızda çarpıyor, çok üzüldük” gibi bir cümleyle paylaşıyorlar ya, işte bu paylaşımlar bana sahte gibi geliyor.
Bir tanesi geçenlerde “Irkımdan
nefret ettirdi bu haber” diye paylaşmış yine gündem sarsan bir haberi… Yaşadığı ülkeyi anlatırdı oysa, tatlı tatlı
izlerdim. Hop ne oluyoruz ya? “Irkımdan
nefret ettim” ne demek… Kötülüğün ırkı mı olur, bu nasıl bir cümle? Nasıl bir
kendini tatmin duygusu var altta yatan… E çık vatandaşlıktan o zaman, kim
tutuyor seni…
Bu tip mesajların çoğunda “Ya ne kadar iğrenç bir ülkede yaşıyorsunuz,
iyi ki kurtulmuşum” alt metnini okuyorum. Belki de memleket özlemlerini
bastırmak için böyle bir yöntem uyguluyor olabilirler bilemiyorum.
“Ay siz bu
pahalılıkla nasıl baş ediyorsunuz, Euro harcayan bana bile pahalı geldi” diyen acımalı ve yine üstten bakış…
“Herkes çok modern burada” demesine
elbette bir şey demiyorum ama; “ Türkiye Orta Doğu ülkesidir” demeye kadar
götürdüklerinde çok kızıyorum. Çünkü çözümsüz kalan milyonlarca insana
psikolojik işkence yaptığının farkında değil…
“Bak
ben kurtuldum, sen cehennemde yanıyorsun” der mi hiç cennette olan bir kişi?
Derse de o cenneti hak eder mi? Bu kadar acımasız olunur mu? Cehennemini cennete
çevirmene yardım edeyim demez mi, bunu demese de susmaz mı?
İşte böyle şeyler fazlasıyla canımı acıtıyor.
Fırsatı olan kaçsın kurtulsun bakış açısı yüreğimi yakıyor…
Atatürk’ün yurt dışına eğitim için
gönderdiği insanların gelip ülkemizde canla başla hizmet etmeleri geliyor
aklıma…
Bu kadar aşağılık kompleksi
olmamalıydı bizde, buralara gelmemeliydik. Hele ki “Türkiye Orta Doğu’nun bir
parçasıdır” söyleminin yaygınlaşarak kabul görmesi, sıradanlaşması…
“Bu ülke bitmiş, canını seven
kaçsın kurtulsun” anlayışı…
Tamam çaren yoktu gittin diyelim,
kalanları neden bu kadar aşağılıyorsun ve bu kadar küçümsüyorsun be güzel arkadaşım…
Son zamanlarda ünlüler arasında da
yayıldı bu furya…
Kendine Londra’dan şahane bir ev
tutuyor mesela oyuncu abimiz ablamız; parklardan bahçelerden yayınlar yapıyor
sosyal medyasında… Aman da ne şahane bir ülke, her mahallesinde park var, her
yer yemyeşil… Tamam iyi güzel de neden gelip Türkiye’de reklam çekiyorsun o zaman?
Orada çalışsana!
Bu ülkeden para kazanabiliyor
çünkü. İngiliz yapımcılar elbette bu arkadaşların yüzüne bakmıyor.
Beğenmedikleri, bizim de
beğenmediğimiz halktaki yozlaşmayı normal hale getiren mayfalı, kötücül, iğrenç
dizilerde oynayarak haftalık üç dört milyon para alıyor bu adamlar ve bu
kadınlar…
Ay ay ay…
Neymiş, İngiltere’de her mahallede
park varmış…
Buradaki cahil insanların izlemesi
sayesinde kazandıkları uçuk paraları “cehaletten kaçtıkları” Londra’da harcamayı
tercih ediyorlar… Oynamasanıza bu ilkesiz
dizilerde… Yo, olur mu hiç… Cehalet biterse
o dizileri kim izleyecek sonra? Cep meselesi yani… Sadece duygusal…
Eee, bu cehaletin, bu yerlere çöp atanların,
bu saygısızlığın, bu kabalığın, bu karaktersizliğin bu kadar yaygınlaşmasına çok
fazla katkıda bulunmuyor musunuz siz bu dizilerde oynayarak… Yok, o öyle değil,
iş başka, yaşam başka…
Hadi ordan demek istiyorum…
Evet, hayal dünyasında değilim.
Evet ülke olarak nereden nereye geldiğimiz ortada… Evet yok sayamayız kabul. Ama
bu gerçekler, başka ülkelerde yaşayıp hâlâ Türkçe konuşarak, çaresiz insanları
daha da dibe çekecek şeyler söyleyenleri aklamaz. Bir hastaya “sen hastasın,
hatta ölüyorsun, çok şükür ben aşı oldum kurtuldum” demek gibi bir şey bu…
Umut lazım, “Elimden gelen bir şey var mı” diye sormak lazım, elinden bir şey geliyorsa o hasta için, yapmak lazım. Ya da susup oturmak lazım. "Senin için çok üzülüyorum" dediğiniz hasta iyileşme umudunu kaybeder farkında değil misiniz?
İşte böyle, kafanızı şişirdiysem
affola, azıcık iç dökmelere ihtiyacım var… Daha da bitmedi, devamı gelecek bu
sıkıcı yazıların,
Sevgiyle efenim, umutla, ne demiş Nazım;
En güzel günlerimiz, henüz yaşamadıklarımız….