Dört günlük bir geziyi on bölümlük dizi halinde anlatmak da olsa olsa bizim gibilere yakışır. “İnsanlar uzun yazıları okumuyor” söylemine aldırmadan sayfalarca yazılar yazan, okuyan bütün blog dostlarıma selam olsun...
“ Dinozor muyuz arkadaşlar?”
“Ooo yee…”
O halde dönüşü de anlatayım, bu
uzun hikâye son bulsun. Alelacele final bile çekmeden yayından kaldırılan dizi
yapımcıları gibi asla olamam. Buraya kadar okuyan bir kişi bile olsa, finali
okumayı ve dolayısıyla saygıyı hak etmiştir.
Bu geziye final bölümü yazılacak
arkadaş! Hadi o halde gelsin son bölüm…
Havaalanına
Gidiş
Günlerden 14 Ekim Pazartesi. Bugün
Kşinev Bayramı’nın ikinci günü ve birçok yol kapalı. Çok sevdiğimiz 7/24 açık
olan Andy’s Restoranın oraya gideriz, internet orada çekiyor. Restoranın
önünden taksi çağırırız diyoruz. Hedef, sabah en geç 6:45’de evden çıkmak.
Çünkü havaalanında ne olacağını bilemeyiz, riske atmamak lazım.
Ev sahibimiz Radu’nun şirin
ziyaretçi defterine teşekkür notumu akşam bavul hazırlarken yazmıştım, böyle
şeyleri asla pas geçmem. Bana yazmak olsun…
Sabah son kahvaltıyı yapıyoruz.
Eve veda ederek çıkıyoruz. Hava henüz aydınlanmamış. Andy’s’e giderken eve çok
yakın barda daha önce internet şifresi kaydettiğimiz aklımıza geliyor. Eğer
çalışıyorsa internet, oradan taksi çağırabiliriz. Bu fikir şahane…
Sokakta iki köpek havlıyor, biraz
tırsıyorum. Şehirde sayısı son derece az olan sokak köpekleri bula bula bizi mi
buldu yani… Neyse dikkatli bir şekilde barın önüne geliyoruz. Eugen Doga
Sokağı’nın hemen girişindeyiz. Ve evet bingo, internet çekiyor.
Akşam LetzMoldova uygulamasını indirmiştik cep telefonuna. Eğer siz de buralara gelecekseniz, taksi ihtiyacınız için bu önerimi alın cebinize koyun efendim. Uygulama çok başarılı…
Taksi 4 dakikada geliyor. Çok mutlu oluyorum. Bir level daha atlamış gibi hafifliyorum resmen. Temiz bir araba. Hiç konuşmayan, kibar şoförümüzle yarım saatte varıyoruz havaalanına. 150 Lei tutuyor, zaten havaalanındaki tarifede de bu ücret yazıyor. Normal taksilerde bu fiyatların geçmediğini okumuştuk. Kim bilir nasıl kazıklanacaktık? İşte teknolojinin nimetleri bunlar. Siz siz olun; yurt dışında bir yere gidecekseniz, hangi taksi uygulamasının iyi çalıştığını önceden öğrenin derim. İnsan turist olunca gittiği yerin cahili oluyor çünkü. Bayramlar, kapanan yollar, değişen toplu taşıma kuralları gibi ekstra şeyler de hep turistlerin başına geliyor...
Chişinau
Havaalanı
Ülkeye girerken arkalarda bir
yerlerde sorgu odalarında takıldığımız için havaalanını tam gözlemleyememiştim.
Şimdi rahat rahat tanımaya çalışıyorum. Küçük bir yer burası. Böyle olunca da
karmaşa olmuyor. Ben çok seviyorum böyle nasıl desem “kompakt” şeyleri. Bünyem,
dünyanın enn büyük havalimanı, enn büyük köprüsü, enn büyük konser salonu gibi
“gösterişli” şeylere tercih ediyor bu "küçük ve kolay” olanları.
Tam zamanında gelmişiz, saat 8’e doğru check in açılıyor. Online ckeck in yapılmıyor dönüşte. Ülkenin kuralı olabilir, bilmiyorum gerekçesini. Hızlıca hallediyoruz bu aşamayı.
Ortada herkesin
görebileceği bir yerde bildiğiniz kocaman kantar var bavul tartmak için. Eski
sistem ama bana kalırsa çok işlevsel. Bavul kilomuzda sıkıntı yok. Hadi bakalım
geldik güvenliğe…
Güvenlikte
Yine Kaba Saba Kadın Görevliler, Tatlılarım Benim!
Tatilimiz boyunca ne bir güvenlik
görevlisi gördüm ne de polis. Dolayısıyla kötü muameleye maruz kalmadım;
suratsız genç kadın garsonları ve suratsız müze görevlisi yaşlı kadınları saymazsak… Bir
dakika ya, bu ülkenin çalışan kadınlarının tamamı mı suratsız yoksa? Öyle mi
ki?
Güvenlik görevlisi suratsız
kadın, cebimdeki su şişesine öyle bir kızıyor ki!
“Höyt zöyt, hebele hübele…” diyerek suyu oradaki kutuya atmamı söylüyor kendi dilinde. Pardon söylemiyor, dikte ediyor! Sabiha Gökçen'de suya bir şey demiyorlar artık. Burası daha o seviyeye gelememiş demek ki. İyi de bağırmadan söylesene bayan bariton!
“Güzel olduğunuz kadar
kibarsınız da!” klişe repliğiyle sizi bu öyküye dahil etmek isterdim ama üzgünüm;
“Yüzüne bakma gereği
duymayacak kadar kabasın canım! “ diyorum içimden.
Bir tarafta ülkedeki parklar, sanatçılar, heykeller, medeniyet, temiz yollar; diğer tarafta kaba davranan garsonlar, güvenlik görevlileri... Üstelik bu insanlar, en azından erkeklere nazaran asgari düzeyde de olsa zarafet beklediğimiz kadın cinsindeler… Bu ne lahana, bu ne bahama kuşkusu diyor insan!
Cebimdeki suyu çöpe attırıyor ama kol
çantama yedek olarak attığım suya öbür görevli bir şey demiyor…
N’oldu şekerim, bayan kaba ses? Akıl akıldan üstün mü yoksa, haa…
Sizin mantıksız olduğunuzu ülkeye girerken çözen aklım, suyu yedeklemeyi önceden düşünmüştü canlarım ciğerlerim… Nasıl da eğlendirdiniz beni ama, oldu mu size gol...
Ülke
Çıkışında Bilin Bakalım Kim ile Karşılaşıyoruz?
Erken geldiğimiz için işlemler
hızlı ilerliyor. Fazla beklemiyoruz. İlk güvenliği aştıktan sonra ülkeden son
çıkışta en soldaki gişede bilin bakalım kimi görüyoruz? Evet bildiniz! Ülkeye girişte
bizi sorguya çeken suratsız sarışın buz ablamızı tabii ki! Kendisini uzaktan
görünce “eyvah” diyorum, "yine buldu bizi…"
Ama bir görseniz, o buz abla
gitmiş, yerine sanki kırk yıllık dostumuz gelmiş! El kol işaretleriyle bizi
kendi gişesine çağırıyor ısrarla, hem de gülümseyerek! Şimdi gitmesen olmaz,
bir de öyle pozitif bir enerji yayıyor ki! Demek İngilizce de biliyormuş; “Sizi hatırladım,
siz de beni hatırladınız mı?” diyor. O kadar pozitif ki, enerjisi bize de
geçiyor. “Evet” diyorum, “Sizi hatırlıyorum” Gülümsüyoruz hep birlikte. Buz
abla gitmiş, yerine ikizi “eriyen buz abla” gelmiş adeta.
“Bak gördün mü kaçmadık. Hem de o
burun kıvırdığın paramızın yarısı da arttı!” demek istiyorum ama ne olur ne
olmaz susuyorum.
O kadar iyi davranıyor ki!
Muhtemelen pişman olmuş bize girişte yaşattıkları için; hatta azıcık da
utanmış gibi! Hızlıca yapıyor işlemlerimizi.
“Bay baaay” diyor arkamızdan
gülümseyerek. Neredeyse sarılıp öpecek…
Girişte bize çektirdiği eziyeti
aklamaz ama, yine de bu davranışı çok hoşuma gidiyor. Hani sonu tatlı biten filmler vardır ya, herkes gülümser; bir an öyle bir sahnenin içinde gibi hissediyorum kendimi. Bu gezi bir film
olsaydı, muhtemelen son sahnesi böyle olurdu. "Eriyen Buz Abla" gülümseyerek bizi
uğurlardı, ardından bulanık bir filtre ile uçağın kalkışını görürdü seyirci ve
jenerik akardı uzun uzun…
Havalimanında
Son Saatler…
Güvenlik level’ını da atlattıktan sonra ülkeye girişte görme şerefine nail olamadığımız âdeta minyatür freeshop’a giriyoruz. Bir rahatlama var tabii ki üzerimizde. Eriyen Buz Abla’nın güzel uğurlaması sayesinde âdeta hafifledik mi ne?
Free Shop’un girişinde tekstil
ürünleri görmek beni şaşırtıyor. Elimizde kalan Lei'leri harcayalım diyoruz.
Vişne likörlerine bakıyorum, istediğim marka yok. Bir tane Black Cherry ve
kalan bozukluklarla da magnet alarak bu işi de bitiriyoruz.
Free Shop’un hemen sonunda küçücük bir
bekleme salonu ve uçaklara gidilen, yan yana dizilmiş, sadece 7 kapı var. Bir de asma kat
var üstte. Üst kattaki kafede bir latte 60 Lei civarı, yani şehirdekinin sadece
2 katı. Bizdeki gibi “geçirmece” değil fiyatlar.
Bakıyorum tabelaya, bekleyen bir tane Londra uçağı var, sonra bir THY Antalya ve Pegasus İstanbul, sonra bir iki tane daha bir yerler… Türklere girişte kötü davranıyorlar ama, biz olmasak doğru dürüst turist de gelmiyor demek ki ülkelerine. Bu kadar az uçuşun olduğu yerde iki tane Türk uçağı kaldırıyoruz, daha ne yapalım sevgili buz ablalar abiler… Elbet bir gün bu devran da döner canlarım ciğerlerim...
Oturup sağa sola bakıyorum.
En sevdiğim şey... Her şey aheste beste ilerliyor. Ne sık sık yapılan anons
var, ne de telaş…
10:20’de kalkacak uçağımıza saat
9’da otobüsle götürüyorlar bizi.
Gelirken gördüğümüz KUFAD
çocukları ile aynı uçaktayız. Gösterilerine denk gelememiştik.
Şahane bir yolculukla bir saat
yirmi dakikada İstanbul’a kavuşuyoruz. Cebimizde güzel anılar ve yeni bir
seyahat için güzel dilekler ile…
Ve nihayet geliyoruz sona! Sevdiğim bir dizi bitmiş kadar üzülüyorum yahu… Ne kadar alışmıştım yazmaya. Gerçi okuyanlar bıkmış da olabilir ama ben yazarken her şeyi tekrar yaşadığım için iki kere kendime torpil yapmış gibi oluyorum.
Tüm aksiliklere rağmen harika bir geziydi be! Kşinev, seni sevdim canım...
Ve son...
Bu upuzun yazı dizisini sonuna kadar okuma sabrı gösteren herkese teşekkürü bir borç biliyorum. Bir nebze de olsa ülkemizin saçma gündemlerinden uzaklaşabildiysek hep beraber, ne mutlu bana…
Güzel ülkelere güzel seyahatler
yapma fırsatları gelsin hepiciğimizin ayaklarına…
Sevgiler, saygılar efenim; kalın
sağlıcakla…
Evde Yazar Production iyi günler diler…
SON NOT:
Biz döndükten
sonra yaptıkları seçim sonucunda Moldova halkı yüzde ellinin virgül sonrası az
farkıyla Avrupa Birliği’ne girmeyi anayasalarına yazdırma kararı aldı. Umarım yaşanan
süreç, bu güzel şehrin faydasına olur.