#blogfırtınası
etkinliğinin 11.gün ödevi şöyle:
Gün
11.İlk işiniz hakkında yazın.
Yazıyı
dramatik bir boyuta taşıyacak olan nedenlerin detayına hiç
girmeyeyim. Üniversiteyi bitirdikten yaklaşık 8-9 ay sonra yolum
liseyi de bitirdiğim kasabaya düştü. Günlerden 8, aylardan
mart. Özel bir gün olduğu için iyi anımsıyorum tarihi.. Her
neyse kasabaya gittim, beş-on gün geçti ben sıkıntıdan
patlıyorum. İzmir'de geçen 4 senelik öğrencilikten sonra
kasabada ne yaparım? Arkadaşlarım, hatta okulunu uzatıp benden
sonra mezun olanlar bile tekstil fabrikalarına girip mühendisliğe
başlamışlar, bense evde oturup kitap okuyorum. Yapacak bir şey
yok, hayat bunu gerektiriyor!
Efendim
övünmek gibi olmasın liseyi birincilikle bitirmiştim, bütün
öğretmenlerim de beni çok severdi. Bir gün sokakta yürürken
-şimdi hangisi olduğunu anımsamıyorum- bir öğretmenimle
karşılaştım. Neden kasabaya geldiğimi biliyordu, kasabalarda
bilinir böyle şeyler. Ne yaptığımı sordu, sanırım “hiçbir şey” diye cevap verdim. Bir kaç gün sonra lise müdürü eve
telefon etti, "boş derslere vekil öğretmen olarak girmek
ister misin?" sorusunu sordu, durakladım ve şaşırdım. Kabul ettim
tabii ki..
Beni
aldı bir telaş, gerçi genlerde öğretmenlik var ama nasıl
yapacaktım?
Mart
ayı ortalarında vekil öğretmen olarak ilk işime işte böyle
başladım. O zamanlar öğretmenler yine çok az maaş alıyordu,
ama en azından saygınlıklarını yitirmemişlerdi. KPSS denilen
saçmalık yoktu, mezun olan öğretmenin hemen tayini çıkıyordu.
Demek çok da öğretmen açığı oluyordu ki “vekil öğretmen” denilen bir
kavram vardı. Günümüzde ise, neredeyse her ilde bir üniversite var, insanlar okuyor, mezun oluyor, iyi güzel de nerede iş gücü planlaması? Bırakın mühendislerin vekil öğretmenlik yapmasını, 300.000 öğretmen atama bekliyor! Derin konular bunlar, detaya girsem söylenecek çok şey var ama konuyu dağıtmayalım..
Öğretmen
olmuştum olmasına da hangi derslere girecektim?
Ortaokul ev ekonomisi dersinden tutun da lise son edebiyat dersi, lise 2
matematik dersine kadar ne kadar boş ders varsa hepsine girecektim.
Tam bir joker olmuştum anlayacağınız.
Hiç
unutmam, ilk derse gireceğim gün, benim de eskiden öğretmenim olan
müdür yardımcısı bana sınıfa kadar eşlik etmiş, sınıfa
beni tanıtmış, başıyla selam vererek “iyi
dersler hocam”
deyip dersi bana emanet etmişti. Gözlerim dolmuştu, biraz da
utanmıştım.
İkinci eğitim dönemi bitene kadar devam ettim öğretmenliğe. Sonraki
işlerimde tanık olacağım ve nefret edeceğim entrikaların,
kıskançlıkların, dedikoduların olmadığı, kendimi işime
ruhumla verdiğim çok güzel bir dönemdi gerçekten de.. Sonraları
tekstil fabrikalarında çalışmaktan bıkıp “keşke
öğretmen olsaydım”
dediğim çok olmuştur.
Farklı
bir öğretmen oldum. Lise son edebiyat dersine haftalarca elimde
Orhan Veli kitabıyla gittim mesela. “Kim şiir sevmiyor?” diye
sormuştum, arka sıralarda oturup benden en fazla 3 yaş küçük
olan sınıfın en haylaz öğrencisi parmak kaldırmıştı. Orhan
Veli'nin en keyifli şiirlerini okutmuştum O'na, sonrasında pek de
sevmişti şiiri..
En
komik öğretmenlik anımsa ortaokul kız öğrencilerine verdiğim
“Ev Ekonomisi” dersiydi. Ben ne anlarım örgüden, yemek
tarifinden, ev ekonomisinden! "Siz kitapta yazılanları evde okuyun" diyordum; derste ise ergenlik sorunlarından, kız-erkek
ilişkilerinden falan bahsediyordum. Bayılıyorlardı bu derse,
çünkü bu konuları konuşmak tabuydu, kimse onlara yaşadıkları
dönemin gerçeklerinden bahsetmiyordu; hoş hala da bahseden yok
ya!
Yaşı kendilerine yakın yeni mezun biri gelmiş, kendi sorunlarıyla ilgili bir şeyler anlatıyor, hiç görülmemiş şey bu düşünsenize.. Ders çok ilgi görmeye başladı tabii ki tahmin edeceğiniz üzere. Hatta dersin
ününü duyan erkek öğrenciler yalvarıyorlardı, “hocam
bu ders çok güzelmiş, ne olur bizi de derse alın”
diye.. Elbette onları alamıyordum, maalesef ev ekonomisi sadece
kızlara verilen bir dersti. Aynı saatlerde erkek öğrenciler de
adını anımsayamadığım bir derste -erkeksi anlamda- el
becerilerini geliştiriyorlar, sanırım tamirat yapmayı falan
öğreniyorlardı kendi atölyelerinde. Kadın-erkek rolleri 14-15
yaşlarında belirlensin isteniyordu demek ki, müfredat böyleydi. Ama ben asi ruhumla
bunu reddetmiş, ev ekonomisi öğretmemiştim!
Bir
de orta-2'lerin fen dersinde güzel bir anım olmuştu. Bir kız
öğrenci parmak kaldırmış, “Öğretmenim,
babam da sizin fen bilgisi öğretmeninizmiş”
demişti. Evet, çok ama çok sevdiğim fen bilgisi öğretmenimin
kızıydı, ama olayın güzelliği neydi biliyor musunuz? Babam da
O'nun babasının öğretmeniymiş zamanında. Yani 3 kuşak
birbirine dokunmuştu eğitim hayatında. Çok merak ediyorum, o
gözleri parlayan küçük kız da acaba öğretmen olup baba mesleğini devam ettirmiş midir?
Haziran
sonuna kadar lisedeki öğretmenlik işime devam ettim. Teneffüslerde öğretmenler odasına
girdiğimde hep çekingenlik yaşadığımı, eskiden benim de
öğretmenim olan ve çok saygı duyduğum insanların arasında
kendimi öğrenci gibi hissettiğimi çok iyi anımsıyorum. Çünkü
ben öğretmenlerime hayatım boyunca saygı duydum, onların
değerini her zaman çok iyi bildim..
Karneleri
verdiğimizde seneye artık olmayacağımı duyan öğrencilerin çoğu
arkamdan ağlamıştı. Umarım bir iz bırakabilmişimdir onların
hayatında, dokunabilmişimdir yüreklerine.. Çünkü hep söylerim, doktorluk ve öğretmenlik farklı iki meslek dalıdır diye. Birinde hayatlar kurtulur, diğerinde de hayatların şekillenmesine çok büyük bir katkı vardır. Sevgisiz yapılmaz bu işler! İyi ki çok kısa da olsa böyle bir deneyim yaşamışım diyorum.
Okullar tatil olduktan sonra ne mi oldu? Üç
dört aylık bu güzel deneyimden biriktirdiğim paralarla İzmir'in
yolunu tuttum sonra. Mesleğimi yapacak olmanın, ayaklarım üzerinde kimseden yardım almadan duracak olmanın umudu vardı içimde.
Serde “Okul
bitti, babadan para alınmaz!”
gururu ile hiç vakit kaybetmeden karşıma çıkan Yeni Asır
Gazetesi küçük ilanlar bölümünde işe başlayacaktım 6
aylığına, hayat bir deneyim daha çıkaracaktı karşıma..
İşte böyle sevgili okurlar, ben de öğretmenlik yaptım bir zamanlar. Peki sizlerin ilk işleriniz neydi, paylaşır mısınız benimle?
yazmıstım ben :)) çıraklıktı ilk işim :)) sizin deneyiminiz çok güzelmiş öğretmen olmayı bende isterdim :)
YanıtlaSilEvet okumuştum, bakkal çırağıydınız çocukken, çok da keyifli bir yazıydı, sevgiler:)
SilÖğretmenlik zor olduğu kadar, keyifli bir meslek olduğunu tahmin ediyorum. Komşularımızın çocuklarına matematik derslerinde, bazı sorularında yardımcı oluyordum zorluğunu tahmin ederim. Ama hiç düşünmedim öğretmen olmayı, sabrım azdır çünkü. Çok keyifle anlatmışsınız o günleri ellerinize sağlık. Belki bu yazınızı bir öğrenciniz de okumuştur ve hatırlamıştır sizi ne dersiniz?
YanıtlaSilEvet çok keyifli ve bir o kadar da zor. Hem öğreteceksiniz, hem eğiteceksiniz, hem de örnek olacaksınız. Belki de dediğiniz gibi onlardan biri de bu yazıya denk gelebilir ve hatırlayabilir o günleri, hayat süprizlerle dolu:)
SilÇok duygulanarak okudum. Keşke sürdürseymişsin, aklıma Ölü Ozanlar Derneği geldi. Ben de bir öğretmen olsaydım o yolu izlerdim.
YanıtlaSilSelamlar
Eğer öğretmenliğe devam etseydim Ölü Ozanlar Derneği'ndeki gibi idealist davranırdım sanırım. Sürdürseydim keşke ama hayat işte, nerelerden nereye..
SilSevgiler:)
Bu yazınızla duygularımıza dokunmuşsunuz hatta gözlerim dolu dolu okudum (gerçi daha okuyacağım diğer konularınızı ama) bu konuyu yazdıklarınızın içinde en duygusalı seçiyorum. İnanın o öğrenciler hiç unutmamıştır sizi eminim buna. Farklı olanlar hep bir iz bırakır hatıralarda... :)
YanıtlaSilÇok teşekkür ederim, bu blogfırtınası içimdeki duygusal kişiliği açığa çıkardı sanırım, ben de engel olamıyorum kendine. Konuların başlığı alıp götürüyor zaten yazıları, sevgiler..
SilNe güzel bir yazı olmuş..
YanıtlaSilİlk mesleğim askerlikti, askeri okulda okuyunca malum :)
Ama ben de hep öğretmen olmak istemişimdir. Nedense bugün geçmişe baktığımda derste kahkaha atıp sonra da çekinen arkadaşımıza "çekinecek bir şey yok, gülmek hayattaki en güzel şeydir, hep gülün, daha çok gülün, bu derste gülmek serbest" diyen Cevat öğretmen hariç, hiçbir öğretmenimin adını hatırlamıyorum. Cevat öğretmenin de sadece o cümlesini hatırlıyorum..
Ne güzel bir anı sizinki de:) Çok enteresan değil mi, bazı cümleler, bazı tavırlar zihinlere kazınıyor. Ben de bazı öğretmenlerimin ettikleri bir cümleyi hep hatırlarım mesela.. Kim bilir belki bende de bir şeyler kalmıştır birilerinin aklında:)
SilKatkınız için teşekkür ederim:)