#blogfırtınası
etkinliğinin dokuzuncu gün ödevimi yapıyorum, hala 5 gün
gerideyim.
Gün
9.Bir kafedesiniz, başınızı kaldırdınız ki kimi göresiniz!
“Kimi” kısmı size kalmış, buyrun yazıda anlatın.
Hiç
istemem biliyor musunuz böyle tesadüfi karşılaşmaları. Mesela
uzun süredir görmediğim, yıllarca diyaloğum olmamış ilk okul
arkadaşlarımdan biriyle, lise arkadaşlarımdan biriyle,
üniversite arkadaşlarımdan biriyle, eski iş yerlerinde beraber
çalıştığım ve sonrasında hiç görüşmediğim biriyle
karşılaşmayı inanın hiç istemem!
Zaten
bende bir değer yaratmış olsalardı, onca yıl mutlaka bir şekilde
iletişim kurardık diye düşünürüm. Dijital çağda insanın
sevdikleriyle uzun yıllar boyunca kopuk yaşaması mümkün mü?
Değil elbette. Demek ki aradaki boşluk bir tercihmiş, görüşülmek
istenmemiş! “Merhaba” deyip geçmeli insan böyle durumlarda,
zorlamamalı.. Ben böyle düşünürüm.
Böyle
karşılaşmalarda sahte diyaloglar yaşanır bana kalırsa. Mesela
taraflardan biri tanıyamaz başlangıçta karşısındakini, bir
duraklar. Ben kesin öyle olurum. Çok garip bir hafızam var çünkü,
süzgeç gibi çalışıyor.. Bir kişi hayatımda iz bırakmamışsa
O'nun ne ismini hatırlarım, ne yüzünü hatırlarım! Dolayısıyla
hiç bir anısı da yoktur bende. Sokakta, kafede, bir mola anında
karşılaşırım bazen bana göre yabancı olan bu insanlarla.
Gülümserler, adımla hitap edip hal hatır sorarlar.
‒ Pardon,
benim yüz hafızam biraz zayıftır, çıkaramadım derim genelde.
‒ Hani,
xyz şirketinde çalışıyorduk ya der, adını söyler. Ben de
hatırlamış gibi yaparak,
‒ Tamam
şimdi çıkardım, kusura bakma derim, muhtemelen hatırlamıyorumdur
oysa ki..
Çoğu zaman yalan söylüyorumdur, kırmamak için. “Bende bir
iz bırakmamışsın, kusura bakma çıkaramadım”
dürüstlüğüne kalkışsam, göreceğim tepkiyi kaldıramam
sanırım. Oysa insanların seçme ve seçilme hakları sandıkla
sınırlı olmamalıdır. Seçilmişimdir ona göre ama ben
seçmemişimdir kendisini. Olamaz mı yani, olamaz! Kim bilir ne kadar
çok laf söylerler sonrasında. Böyle polemiklere girmekse hiç
bana göre değil!
Ne
diyordum, bu tür karşılaşmalar sahtedir diyordum. Tabi ya,
düşünsenize aradan on beş sene geçmiş, lisede aynı sınıfta
olduğun o gencecik kız kocaman bir kadın olmuş. Evlenmiş, çocuğu
olmuş, bir işe girmiş, bir çok şey yaşamış, hayatı değişmiş.
On beş sene sonra karşılaşıyorsun ve “Hiç değişmemişsin”
diyorsun... Böyle bir gerçeklik olabilir mi, doğa kanunlarına
aykırı zaten baştan!
‒ Neler
yapıyorsun, diye soruyor mesela. Dünyanın en saçma sorularından
biri de bu bence. On beş seneyi nasıl anlatayım şimdi, nereden
başlayayım, “çalışıyorum” gibi kısa bir cevap
versem ne olacak zaten, hem niye anlatayım? On beş sene boyunca
birbirimizi arama gereği duymamışsak ne gerek var ki şimdi bu
soruya. Yanıtım bellidir genelde böyle durumlarda:
‒ İyilik
güzellik işte, hayat devam ediyor. “Sen neler yapıyorsun?”
sorusundan kaçmaya çalışırım, çünkü hiç de beni
ilgilendirmeyecek detayları duyma tehlikesi vardır bu sorunun
cevabında. Uzaklaşmak isterim genelde bu “ansızın karşılaşma”
sürprizlerinin (!) olduğu mekanlardan.
Ansızın
karşıma çıkacak olan insanlar geçmişi getirmemelidir bana,
mümkünse yeni insanlar olmalıdır onlar ki, geleceğimde yer
alabilsinler. Sevdiğim bir yazarla, gazeticiyle, sanatçıyla
karşılaşsam aniden, çok mutlu olurum. Ya da arkadaş olma
potansiyeli olan yeni biriyse bu karşılaştığım kişi, ortak
ilgi alanlarımızın olduğu bir etkinlikte tanışmışsam, aynı
zorlukla mücadele ederken karşılaşmışsam hoş olur.
Geçmişten
pat diye gelip karşıma aniden çıkıveren kişi bir de anılar
anlatmaya başlarsa işte buna asla tahammül edemem! Lisedeki saçma
hallerimizden, üniversitedeki sorumsuzluklarımızdan konuşmaya
başlarsa, hele ki yanımda başkaları da varsa bu densizliği
inanın hiç kaldıramam.
Düşünsenize
bir kafede oturuyorsunuz, yanınızda da eşiniz var. Geçmişten bir
densiz kişilik geliyor, oturuyor masaya ve başlıyor gündeme
getirmekten asla hoşlanmadığınız, eşinizle paylaşma gereği
duymadığınız saçma sapan anıları anlatmaya.. Belki de
anlattıkları yüzünden eşinizle tartışmak zorunda bile
kalabileceğiniz detaylara giriyor hatta.. Ne yaparsınız? Ben olsam
sanırım kırılır mı kırılmaz mı düşünmeden kalkar giderim
o masadan..
Geçmiş,
geçmişte kalmıştır, nokta..
Bu
kadar da basit aslında. Hiç sevmem sürekli anılardan bahseden,
saçma detayları hatırlayıp “Aa, nasıl hatırlamazsın, hani
vardı ya...” diye üsteleyen, bu halleriyle de gizliden
gizliye hafızasını ve zekasını öven tipleri. Sana göre vardı,
bana göre artık yok!
Bu
Facebook'ta ilk okul arkadaşlarını bulma hikayesi de benzer
nedenlerle saçma gelir bana. İtiraf edeyim lise arkadaşlarımdan
en az on tanesi Facebook'tan arkadaşlık teklif etti, çoğunu yok
saydım. Çünkü zaten lisede de iyi arkadaş olmadığım tiplerle
şimdi neden gereksiz diyaloglara gireyim ki? Çoğunun derdi belli
aslında, “biri bizi gözetliyor” formatındaki meraklarını
gidermek! Bahse girerim, eski arkadaşlarını Facebook'dan bulanlar
önce fotoğraflara bakıyordur. Arkadaşlarının ne kadar
yaşlandığını, kilo aldığını, çirkinleştiğini görüp
kendi zayıflıkları, güzellikleri, değişmezlikleriyle gurur
duyacaklardır muhtemelen. Tüketim toplumunun dinamiklerinden
biridir bu. Yüzeysel, anlık tüketilen, dolayısıyla değersiz bir
enstantane. Başkalarının hayatını hızlandırılmış bir film
gibi gözlemek ne değer katar ki insana? Açıkçası benim beynim çok
daha değerli bilgilerle dolmayı hak ediyor. Gereksiz detaylarla
beyin hücrelerimi yıpratmayı da saçma buluyorum. Magazin
programlarına, saçma yarışmalara, Facebook'taki gereksiz sosyalleşmelere uzak
durmam biraz da bu yüzdendir.
Yani
demem o ki, kafede karşılaşacaksam eğer, bari değecek biri
olsun. Tanışmayı çok istediğim, yaşamları bana uzak insanlar
olsun. Mesela Richard Gere ile karşılaşayım kafede, ya da ne
bileyim Zülfü Livaneli otursun yan masada, Obama da olur Amerikan
Başkanı neticede, hatta bizim mahallenin bakkalına da razıyım.
Ama mümkünse geçmişte kalan silüetlerden biri asla olmasın
karşılaşacağım kişi..
Peki
aynı soru size sorulsa cevabınız ne olurdu? Yani kafede otururken
kiminle karşılaşmak isterdiniz, yorumlarınızı çok merak
ediyorum doğrusu..
Sevgiyle
ve seçtiğiniz insanlarla kalın diyorum...
sanki beni anlatmışsınız :) güzel bir yazı :)
YanıtlaSilBen de yorumunuz için teşekkür ederim:)
SilEllerinize sağlık birçok kişinin sesi olacak güzel bir yazı olmuş.
YanıtlaSilTeşekkür ederim yorumunuz için, demek ki bir tek ben böyle düşünmüyormuşum:)
Silne güzel yazmışsınız, bende lise deki arkadaşlardan bir kısmı ile karşılaşınca üf keşke karşılaşmasaydım, hala aynı hala ukala diyorum
YanıtlaSilBöyle durumlarda sohbetin uzamaması için telaşlı bir kaçış manevrasını acilen devreye sokmakta fayda var:)
Sil:)) Zor bir soru olmuşş.:)
YanıtlaSilSoru zor evet, etkinliğe katılırsanız cevabınızı bloğunuzda okumak isterim:)
Silsusardim, boş vakit derdim. başka zamana ertelemek ister,ordan ayrılırdım.
YanıtlaSilEn mantıklısı aslında bu, ben de kaçardım:)
SilHiç gereği yok eski arkadaşlar eski aşklar... Adı üstünde eski bi kere... Telafuzu bile ne bileyim kekremsi gelmiyor mu? Sanki söylenişiyle birlikte bakır alaşımı bir tat oluşuveriyor ağızda! Belkide abartıyorum. Şu bir gerçek ki bizlerde eskileriyiz birilerinin. Eskileri olmak yerine eskimeyeni olmalı, güncel olmalı diyorum ben. Eskiden başlamışsa ve güncelliğini koruyorsa benim için acı bir türk kahvesi bile ısmarlarım bir 40 yıl daha hatrımız olsun isterim vesselam!
YanıtlaSilÇok güzel söylemişsiniz, daha ne diyelim değil mi ama:)
Sil