31 Aralık 2013 Salı

Yeni yıla meydan okuyorum, bu sefer yemezler!

#blogfırtınası etkinliğinde atladığım gün sayısı çok, onları tamamlayacağım elbette, bari son günü kaçırmayayım dedim.


Gün 31.Konumuz yeni yıl. Yeni yıldan beklentileriniz, yeni yıl kararlarınız ya da aklınıza ne gelirse…

Sevgili Yeni Yıl kardeşim, öyle şirin resimlerine, iyilik güzellik, mutluluk getireceğin safsatalarına bu sefer inanmıyorum bilesin. Maymun gözünü açtı artık, yemezler.

Yıllardır bizi oyaladın, hep kendini en yeni olarak lanse ettin, eskiyi kapatıyoruz,yepyeni olacak her şey dedin; dedin dedin de 1 Ocak sabahı kalktığımızda hiç de farklı bir dünyaya açmadık gözlerimizi yıllardır.

 Hani her şey değişecekti?

Tamam piyango biletine büyük ikramiye vuran kişi belki farklı bir sabaha uyandı, ya geriye kalan milyonlarca biz ne olduk? 

 Aynı kıl komşu ile karşılaştık merdivende, iş arkadaşımız kaldığı yerden ukalalığa devam ediyordu 2 Ocak günü, başbakan yine yüksek perdeden bağırıp duruyordu televizyonda.  Ha bazılarımız seni karşılama ritüelini abarttığı için akşamdan kalma bir baş ağrısı, mide bulantısı ile uyanmış olabiliyor 1 Ocak sabahlarında, bak bir tek bu konuda haklısın. Ama dünya aynı yerinde duruyor be üstat sen gelsen de gelmesen de! Hâla da utanmadan bizi kandırmaya devam ediyorsun, biz de sana her sene inanıyoruz ya pes doğrusu!

Yani şimdi dünya güneşin etrafında dönerken, 365 gün önce geçtiği noktaya geri geliyor, yeni bir döngüye giriyor diye neden abartıyoruz ki her şeyi? Eğer bütün bu tantananın nedeni dünyanın güneş etrafında 365 gün gibi uzun bir sürede sallana sallana dönmesiyse, o halde her sabah güneş yeniden doğduğunda da yapsak ya bu ritüelleri.

yeni yil degil, yeni gun!



Yaşasın yeni bir gün başladı” desek ya! Yaşasın yeni bir gün, yeni umutlar, yeni başlangıçlar diye dans etsek ya. Dansöze gerek yok bence de, güneşi karşılama dansı etsek ya şafak vakti! Hem dünya bu kendi etrafında dönme işini çok daha çabuk hallettiği için hak etmiyor mu özel bir kutlamayı? Dönmeye başladığı noktaya her 24 saatte bir geri dönmüyor mu? Garibim çok çalışkan, kısa sürede işini bitiriyor diye kutlama yapmayacak mıyız yani? İlle de savsaklayarak 365 günde bitirdiği işi mi bekleyeceğiz?

Ya yeni yıl bir sene de gelme, bir düşünelim, nerede yanlış yapıyoruz ortaya çıksın ak kaşık kara kaşık!

Belki de bu kadar mutsuz olmamızın nedeni bu erteleme huyumuzdur, bu alışagelmişten sıyrılamayışımızdır, bu da senin yüzündendir!

 Yeni umutlar, yeni başlangıçlar için 365 gün beklemesek, her yeni güne aynı güzel pozitif gözlerle baksak belki de çoğu sorunumuz kendiliğinden hallolacak, kim bilir?

hosgeldin yeni gun!


Yeni yılcığım, bak seni kırmak istemiyorum ama şu küçük kardeşin Yeni Gün’e de biraz fırsat versen diyorum artık! Tamam, anladık büyüksün, iyi de azıcık kenara çekil, nedir bu ego yahu!

Bak şimdi, adet yerini bulsun diye ilk dileğimi söylüyorum ben de sevgili yeni yılcığım ve diyorum ki:

-        Yeni yıl kardeş, senin eskimeni beklemeden her günümü yeni bir başlangıç olarak alacağım ve her yeni günün değerini bilerek, hakkını vererek yaşayacağım. Öyle ki yeni bir yıl geldiğinde coşacak ekstra bir sebebim kalmayacak!

Nasıl ama; şımarık şımarık gelen, kendini bir şey zanneden yeni yıl ancak bu şekilde ters köşeye yatırılırdı bence de. Oh be ne güzel de meydan okudum yeni yıla, hep bunu yapmayı istemiştim!

           Bu kadar laf ettikten sonra elbette sizin yeni yılınızı kutlamıyorum; Yeni Gün’lerinizin her biri size mutluluklar getirsin, 365 gün sonrasında sevinmeye, coşmaya, iyi dileklere alışmış bir huzurla sıradan bir günü, yani 1 Ocak 2015'i karşılarsınız zaten diyorum.

Sevgiyle, her daim…






Devamını Oku

26 Aralık 2013 Perşembe

SİGARADAN ADIM ADIM KURTULUYORUM

Sigaradan kurtulduğumu gururla ilan ediyorum..

Bloğumda bir yazı var, aniden sigarayı bırakmak adında.. Neredeyse yazalı 1 sene olmuş. Evet o zaman başaramamıştım, şimdi bunun nedenini çok iyi biliyorum, beynim bu işe hazır değilmiş bir sene öncesinde ..

Şu ansa beyin olarak gayet hazırım, doktor ya da başka birisi beni zorlamadı, kendi kendime zaten düşünüp duruyordum. Son zamanlarda değerleri en düşük olan, en hafif sigarayı içiyordum belki de bu nedenle.

Peki ne oldu da sigarayı bırakmak için harekete geçtim?

 Geçen akşam kafede arkadaşlarla otururken balkona sigaraya içmeye çıktım. Orada çalışan şirin garson Pelin benden bir sigara istedi. Verdim ve birlikte soğukta sigara içmeye başladık. 20 yaşında olduğunu ve çok uzun zamandır sigara içtiğini söyledi bana. Erkek arkadaşı zorla doktora götürmüş ve Koah hastası olduğunu öğrenmiş. Nikotin sakızı almış ve azaltmaya çalışıyormuş. Bir sakız da bana verdi o akşam,"deneyin,faydası oluyor"dedi. Ben zaten bırakmayı kafaya koymuştum ama nasıl yapacağımı bilmiyordum. Hani derler ya, karar verin, elinizdeki paketi kırın atın diye.. İşte bunu düşünmek bile beni ürkütüyordu, sigara paketini kırıp atmak! Ama Pelin'le karşılaşmanın bir işaret olduğunu düşündüm o an mistik bir şekilde.. Sakızı memnuniyetle alıp çantama koydum.

sigarayi nikotinell ile biraktim
Ertesi gün bütün gün sigara içtim, akşam saatlerinde paketimde bir sigara kaldığında mahallenin eczanesine gittim, nikotin sakızı sordum. Yaşlı eczacı baktı varmış, 2 mg'lık ve 5 mg'lık.. Ben 2 mg.'lık olanını tercih ettim, sonra eve geldim. Eczacı hanım kendisinin de sigara sayısını günde 10 taneye indirdiğini, sonrasında yine arttırdığını, bu işin tamamen beyin işi olduğunu söyledi, bana bol şans diledi gülümseyerek.
Eve geldim, son sigaramı yaktım, ağır tiryaki olan ablamı aradım sonra; son sigaramı içiyorum dedim O'na da.. Muhtemelen bana inanmadı.
Normalde paketimde 5 tane sigara kaldığında panik olurdum, hemen yedek paket alırdım, o akşam sigaram bitmişti ve ben yenisini almamıştım, zafere doğru attığım önemli bir adımdı bence bu..
Akşam yemekten epey bir zaman sonra ilk nikotin sakızını attım ağzıma, öyle hızlı çiğnemişim ki hıçkırık tuttu, boğazım yandı.

Nasıl yani şimdi ben sigarayı bırakıyor muydum?

Farkındaysanız son günlerde yazı bile yazmadım bloğa, kendimle mücadele halindeydim çünkü, detaylarını anlatacağım okumaya sabrınız varsa. Bu gün altıncı zafer günüm ve neler olduğunu dürüstçe anlatma zamanı artık geldi diye düşünüyorum. Çünkü bu geçen 6 gün boyunca ne zaman darlansam, internette sigarayı bırakmak konusunda yazılanlara göz gezdirme ihtiyacı hissettim. Ben de birilerine yardımcı olurum belki diye düşünüyorum.
Kısa kısa sigarayı bırakma evrelerim hakkında notlar alacağım günlük olarak ve zaman zaman paylaşacağım bu konuyu..

    SİGARAYI BIRAKTIĞIM 1. GÜN:
sigaradan kurtulmak..
Günlerden 21 aralık cumartesi idi. Her zamanki gibi erkenden kalktım, kahvaltıyı yaptıktan sonra sigara alışkanlığım nüksetti doğal olarak, içmeyip bir tane nikotin sakızı attım ağzıma. Bu arada internette araştırdım, nikotin sakızı normal sakız gibi çiğnenmezmiş. Hızlı çiğnenirse aynı dün akşam benim başıma gelen gibi hıçkırık tutarmış insanı, boğazı acırmış.. Ben de usulüne uygun olarak 1-2 dakika yavaş yavaş çiğneyip sonra yanağıma yapıştırdım. Nikotin yanağımdan emilecek ve yoksunluk krizime çare olacaktı. Öyle de oldu. Rahatladım biraz ama canım hiç bir şey yapmak istemiyordu. Normalde kahvaltıdan hemen sonra sigaramı içer, bilgisayarın başına oturup yazılara başlardım.
Yapamadım..
Elim bilgisayara gitmedi, açtım televizyonu, ne kadar dizi varsa hepsini seyrettim, öylece yattım. Bu birinci gün cidden öyle kolay geçmedi. Normalde yaptığım hiç bir şeyi yapamadım, akşama kadar yattım desem yeridir.
Su içtim bol bol, fındık yedim, ara ara krizler geldi. Evin içinde dolandım, ne yapacağımı bilemedim açıkçası. Ama her okuduğum yazıda ilk 3 günün çok ağır geçeceği yazıyordu zaten, hazırlıklıydım bu durumlara..

Pes etmeyecektim, geçecekti biliyordum!

Pes etmedim nitekim..  Akşama kadar 4 tane nikotin sakızı aldım, bütün vücudum uyuştu, konsantrasyonum sıfırdı ama ben başarmıştım.
İşin komik tarafı ise sigarayı bırakmak için seçtiğim tarihti sanırım. Durup durup 21 aralık en uzun geceyi bulmuştum nedense, gece bitmek bilmedi.. Belki de bu benim için iyi bir sınavdı, pes etmedim..

    SİGARAYI BIRAKTIĞIM 2. GÜN:
sigarayla mucadele
Sabah kalktığımda dilimde pas tadı vardı, çok kötüydü. Sanki midemde taş vardı, inanılmaz bir rahatsızlık hissettim. Bazal metabolizmam alt üst olmuştu. Ama ben pes etmeyecektim, şu kritik 72 saati geçirmeye azmetmiştim. Yine gün boyunca 4 tane nikotin sakızı aldım, kriz geldiğinde evin içinde dört dolandım. Elimi attığım hiçbir şeyi yapmak içimden gelmedi açıkçası. Günlük rutinimin dışına çıktım yine.. Ne bloğa yazı yazdım, ne sosyal medyaya baktım, ne kitap okudum, ne de söz verdiğim yazıları yazdım. (kısa bir maille durumu bildirdim, anlayışla karşıladılar)
Bazen beynimin içinden yanıltıcı konuşmalar geçtiğine hayretle tanık oldum.. Yak bir tane, çekme işte bu işkenceyi diyordu beynimdeki ses, az içersin diyordu, hem zaten çok hafif bir sigara içiyorsun diyordu..
Ben yine pes etmedim. 2 litrelik ayranı bitirdim o gün, kendimle konuşup durdum.
Kimselere söylemedim sigarayı bırakmaya çalıştığımı, sadece bir özel kişi biliyordu. Çünkü açıkçası yapamazsın demelerinden korktum, bir de sanırım kıskançlık yapmalarından, beni vazgeçirmeye çalışmalarından endişe ettim. Çünkü sigarayı bırakmak isteyip de bırakamayanlar, bu işi başaranlara hem hayran olurlar, hem de içten içe kıskandıkları için kötü niyetli olmasalar da vazgeçirmeye çalışırlar. Eski iş yerimde bir seferinde bu tip psikolojik baskıya maruz kalmıştım, bu sefer kritik 72 saat geçene kadar kimseye söylemeyecektim.
    SİGARAYI BIRAKTIĞIM 3. GÜN:
Üçüncü gün geldiğinde oldukça heyecanlıydım, kritik saatlerin bitmesine az kalmıştı ne de olsa. Yine midemde sanki taş vardı, yine dilimde pas tadı vardı. Yine yorgunluk hissediyordum, yine canım hiç bir şey yapmak istemiyordu ama kendimi zorlayıp sabah yürüyüşe çıktım. İlk kez sokağa çıkyordum, ilk kez sigara kokusu alacaktım belki de.. Yürürken derin derin nefes aldım, ve gerçekten de aldığım nefesin önceden olmadığı kadar derinlere gittiğini hissetmek çok hoşuma gitti.
Gün boyunca sanırım 3 tane nikotin sakızına ihtiyaç duydum. Zaten okuduklarıma göre 3 günün sonunda nikotin ihtiyacı biter, psikolojik savaş başlardı..
Artık kendime güvenim gelmişti, 72 saatin dolmasına bir kaç saat kala facebook sayfamdan paylaştım durumu, sağolun çok güzel destek mesajları yolladınız. Artık açıkladığıma göre bu işi sonuna kadar götürebilirdim.

    SİGARAYI BIRAKTIĞIM 4. GÜN:

Sabah yine uyuşukluk vardı üzerimde, saat 11.30'a kadar koltukta televizyon seyrettim yine, canım sigara içmek istemiyordu artık. Sigara gerçekten de aklıma gelmiyordu, olsa da yaksam demedim inanın. Ama hayatımda kocaman bir boşluk oluşmuştu. Telefonla konuşurken yakardım, bir yazı yazmadan önce konuyu düşünmek için yakardım, yazarken mola vermek için yakardım, gündemdeki can sıkıcı konulara sinirlenir yakardım... Ama şöyle bir avantajım vardı, evde sigara asla içmiyordum, yaz kış hep balkonda içerdim, bu nedenle evim sigara kokmuyordu. Öğlene doğru bebek beklediği için yaklaşık 4 aydır mecburen sigarayı bırakan üst kat komşum kahve içmeye çağırdı. Gittim, zaten kahve-sigara gibi bir alışkanlığım olmadığı için kahve içerken sigara aklıma gelmedi. O'na dün akşam rüyamda sigara içtiğimi, hatta ben bırakmıştım, ne olacak şimdi diye düşünüp rüyamda vicdan azabı duyduğumu anlattım.
Çok enteresan, O da aynı rüyayı görmüş ilk zamanlarda. Hatta bebeğime ne yaptım şimdi diye vicdan azabı duymuş rüyasında aynı benim gibi.. O'nun da rüyası adeta gerçek gibiymiş.. Bilinçaltımızı nasıl da ele geçirmiş sigara dedik, birbirimizi takdir ederek motive ettik. O gün de hiç dışarıya çıkmak gelmedi içimden. En azından sorumlu olduğum yazıyı yazdım nihayet, bloğuma elimi sürmek yine içimden gelmedi. Çekiliş sonucunu hazırlamak için yazdığım yazı bile inanın o kadar büyük bir külfetti ki benim için..

Ama pes etmedim, dördüncü gün de  başarıyla bitti..
sigara beyinde biter.

    SİGARAYI BIRAKTIĞIM 5. GÜN:
Dün, yani beşinci gün artık zaferimi ilan edebilirdim, bir iki arkadaşıma daha söyledim telefonda. Sabah yine rutinlerimi yapmak içimden gelmedi, yine bloğuma yazı yazamadım, yine maillerime cevap veremedim, zoraki de olsa editörlüğünü yaptığım siteye bir yazı yetiştirdim ve öğlene doğru çıktım evden.
Yolumun üzerindeki eczaneye uğrayıp eczacı hanıma başardığımı söyledim, teşekkür ettim, O da acayip mutlu oldu bu durumdan. Neşeyle yoluma devam edip 
bir arkadaşıma uğradım, o hep bana kahve yapardı ve sigara içerek söyleşirdik iş yerinde ayak üstü. Kahveleri yaptı, sigarasını yaktı, ve ben rahatsız olmadım. Hatta yakınlaşıp kokladım sigarayı, ne iğrenç geldi kokusu, ne de canım çekti..
Beni takdir etti, "nasıl yaparım ama ben de çok istiyorum" dedi, bense sigarayı bıraktıkları için hayran olduğum insanların edasıyla " hiç kolay değildi ilk günler ama olabiliyor" dedim kendimle gurur duyarak.
Çıktım sokağa, kitapçıya gittim, hediye etkinliğine katılmıştım, kitap seçtim, sonra postahaneye gidip kargo sırası bekledim. Benimle birlikte sıraya giren insanların çoğu dışarıda bir sigara içelim dediler, çıktılar. Ben de öyleydim bir zamanlar, ama artık geçmişti.
Sonra çok acıktım ve yıllardır ilk defa bir restoranın içinde sıcak sıcak oturmanın keyfini yaşadım. Sigara içmek için kar kış hep dışarıda otururdum, ne gerek vardı ki, artık içmiyordum. Ne kadar değişik geldi bu bana..
Sokakta yürürken ne kadar çok insanın sigara içtiğini ayrımsadım, eskiden hiç fark etmezdim oysa bunu.
Akşam olunca 3-4 gündür ayaklarımın üşümediğini fark ettim. Çok üşürlerdi oysa, ama sigaranın etkileri geçiyordu işte, parmaklarıma daha çok kan gidiyordu ve ben üşümüyordum..

    SİGARAYI BIRAKTIĞIM 6. GÜN:
Bu gün o gün, sabah kalktım, kahvaltıdan sonra canım yine bir şey yapmak istemedi. Ama evvelsi günlerdeki sinir stres, elimi ayağımı nereye koyacağımı bilememe halleri yoktu üzerimde. Nereden baksanız yüz kusur saati sigarasız geçirmiştim bunca yıldır ilk defa..
Sabahtan saat ikiye kadar televizyonun karşısında bir kanepede yattım yine. Ama bir eşiği daha geçtim sanırım bu gün. Çünkü şu an saat 15:20 ve ben ilk nikotin sakızımı çiğniyorum, aslında biraz da laf olsun diye attım ağzıma.. Cidden ihtiyaç hissetmedim.
Elim bloğa yazmaya gitmiyordu kaç gündür, artık zamanı geldi diye düşündüm ve bu yazıyı yazmaya başladım. Hem itiraf etmeliydim artık bu durumu, hem gururlanmalıydım, hem de benim gibi olanlara bir nebze de olsa yardımcı olmalıydım..
İşte yazıyorum, artık bu saatten sonra geri dönüş yok, sanırım sigarayı bıraktım artık..

sigaraya son


SİGARA BIRAKMA SÜRECİNİN BENDEKİ İZLERİ
Ben bu geçirdiğim 5,5 günlük mücadelenin çok değişik yansımalarını hissettim açıkçası. Mazoşist miyim neyim bilmiyorum ama ilk bir kaç günde yaşadığım o yoksunluk krizleriyle yaptığım nefis mücadelesinden garip bir de zevk aldığımı itiraf etmek istiyorum.
Evin içinde oradan oraya kendimi bilinçsizce atarken, elime aldığım işi yarım bırakıp bir başkasına geçerken, hiçbir şeye konsantre olamazken, kendi kendimle konuşurken yaşadığım psikolojik acının zevkli tarafı da vardı ne yalan söyleyeyim..
Her ne kadar “ herkes başarabilir” dense de zorlu bir süreç olduğu kabul edilen bir durumla karşı karşıya kalmıştım ve sadece 16 lira verdiğim nikotin sakızından arada sırada destek alarak bununla tek başıma mücadele edebilmiştim.
Beynimdeki yanıltıcı konuşmalara meydan okumuş, kolaya kaçıp bir paket sigara almamıştım yine de.. Beni zorlayan yoktu, beni kontrol eden yoktu, özgür irademle davranmış, kendi kendimi kandırmamıştım..
Bundan güzel başarı olabilir miydi?
Bir de bu yaşadığım süreç sanki bana içsel bir arınma gibi de geldi. İnsanın nefsiyle mücadele etmesi, zaaflarına yenik düşmemesi, vücudu fiziksel acı çekerken bile dayanabilmesi, hedefine odaklanabilmesi müthiş bir başarı duygusu verdi bana..
Bu güne kadar başardığım onca şeyden sonra, sigarayı da bırakabilmişsem kim tutardı artık beni..
Şimdi yine derin bir nefes alıyorum, önceden göğsümün oralarda bir yerde tıkanan nefesimin diyaframıma kadar gittiğini duyumsayabiliyorum, aynaya baktım bir az önce, cildim de parlamış mı ne?

Neyi fark ettim biliyor musunuz? Günün saatleri daha uzun artık. Boşlukları sigara ile dolduruyormuşum meğer. Aslında günlük içtiğim 20'ye yakın sigaranın belki de 5 tanesi nikotin ihtiyacı içinmiş, gerisini boşu boşuna içiyormuşum. Çünkü 2 mg'lık dört sakız yetti de arttı bana.. İşte bu gün bir taneye düştü sakız sayısı..
İnsan kendisiyle konuşmalıyı fark ettim, uzun süredir beynimin bir yanı sigarayı bırakma konusunda öbür yanıyla kavga halindeydi, iyi ki de öyle olmuş.
Bu bir arınma oldu benim için, artık kendime 6 gün öncesinden çok daha fazla güveniyorum, o sıkıntılı 3 günü tek başıma atlattığım için kendimle gurur duyuyorum, artık bağımlı değilim, artık daha sağlıklı olacağım kesin.
Tek endişem kilo sorunuydu, moralimi bozmak isteyenler alacağım kilolardan bahsedecekler biliyorum; ama pardon, beynimi, bilinçaltımı bunca yıldır ele geçiren bir uyuşturucu ile başa çıkmışım, alacağım bir iki kiloyu mu veremeyeceğim?

Kim tutar artık beni...

Umarım bu yaşadıklarımla sizlere de ilham verebilmişimdir. Günlük notlarımı dönem dönem paylaşacağım sizlerle... Belki içinizden birileri benim gibi süper bir yılbaşı hediyesi vermek ister kendisine, neden olmasın ki?


Sağlıklı günler hepimizin olsun diyorum..

Devamını Oku

24 Aralık 2013 Salı

Firststeps sponsorluğundaki hediye çekilişimizin sonucu belli oldu!

Blog yazarları için YENİ YIL SEPETİ, bloğu olmayanlar için sürpriz hediyelerden oluşan çekilişimiz sona erdi.
İlk kez çekiliş yaptığım için ben de en az katılımcılar kadar heyecanlıydım. Bu güzel hediyelere sponsporluk yapan Firststeps'e tekrar teşekkür ediyorum.


1- HEDİYE SEPETİ ÇEKİLİŞİNİ KAZANAN:

Çekiliş bloglarını çıkardığımda 27 blog katılımı ve ek haklarla birlikte 156 katılım hakkı arasından wmaraci/cekilisaraci ile kazanan takipçimiz Denizinsarkısı bloğunun sahibi +DENİZ YILDIZ  oldu, kendisini tebrik ediyorum, yeni yılın bol şans getirmesini diliyorum.



2- SÜRPRİZ HEDİYELER ÇEKİLİŞİNİ KAZANAN:

Sepet haricinde minik sürpriz hediyeler vereceğimiz ikinci çekilişimizin kazananı ise 21  katılımcı arasından, AYŞE YERSİZ  oldu. Kendisini de tebrik ediyorum, hep şanslı olmasını diliyorum..


KAZANAN TALİHLİ TAKİPÇİLERİMİZ'in gün içerisinde iletişim bilgilerini evdeyazar@gmail.com  adresine  bildirmelerini rica ediyorum.

İlk çekilişimde beni yalnız bırakmayan tüm blog dostlarına teşekkür ederim, heyecanlı çekilişlerde tekrar görüşmek üzere diyorum..

Şansınız hep açık olsun..
Devamını Oku

20 Aralık 2013 Cuma

Yılbaşı Hediyelerinizi Almadan Önce Bu Önerilere Kulak Verin

Yeni yıl heyecanının hepimizi iyiden iyiye sardığı bugünlerde, bir yandan yılbaşı akşamı için planlar yaparken bir yandan da “ne hediye alacağım?” endişesi içerisine giriyoruz. Yılbaşına kısa bir zaman kala alışveriş merkezlerinde telaşla gezmek yerine sizin için hazırladığımız alternatif hediye ve kampanya önerilerini mutlaka inceleyin!

Sizin için ilk seçtiğim hediye alternatifi ev hediyesi almayı düşünenlerin oldukça ilgisini çekecek!


vestel ev hediyesi


2014'ün en güzel kahvaltıları, en hoş sohbetleri için Vestel’in sunduğu kahvaltı setlerine mutlaka göz atın derim!

Vestel yılbaşına özel hazırladığı kahvaltı setleri ile hediye alışverişini kolaylaştırıyor. Kırmızı, Inox ve Siyah Kahvaltı Setleri hem şıklığı ile göz dolduracak, hem de sevdiklerinizi çok mutlu edecek. “Hediyem yılbaşı ruhuna uygun olsun!” diyenler için kırmızı set ideal bir seçim.

Vestel Inox Su Isıtıcı, Dijital Tost Makinesi, Türk Kahve Makinesi'nden oluşan Inox set de çok şık ve pratik bir alternatif. Bu setin farkı ızgara olarak da kullanılabilen Vestel Dijital Inox Tost Makinesi.

Modern ve şık bir hediye arayanlar içinse önerimiz Siyah Set. Vestel Siyah Su Isıtıcı, Ekmek Kızartma Makinesi ve Filtre Kahve Makinesi içeren bu set farklı tasarımı ile benzersiz bir hediye olmaya aday.

Setler için buradan online sipariş verebilir, ücretsiz kargoyla hemen hediyelerinize kavuşabilirsiniz! Unutmadan, Vestel Kahvaltı Setleri 2014 yeni yıla özel hazırlandı. Yılbaşı’ndan sonra bu şekilde set olarak bu fiyatlarda bulmanız pek mümkün değil.

Özel, başka hiçbir yerde olmayan bir hediye arıyorsanız Vestel'de harika bir öneri daha var: Yılbaşı özel tasarımlı Türk Kahvesi Makinesi yeni yıla özel indirimli sadece 59 TL!

Yeni yıl, yeni umutlar, yeni hediyeler… Peki 2014 için dileğiniz hazır mı?


garanti link hediye


Siz sevdiklerinizi unutmayıp yeni yıl hediyeleri alırken Garanti de sizi unutmamış!
2013 yılını geride bırakırken yeni yıldan yeni dilekler eksik olmuyor. Yeni yıla girerken Garanti Bankası bazılarımızın dileklerini duymuş gibi sosyal medya takipçilerini sevindirecek bir kampanya yapmış!

Yeni yıl hediyeniz Garanti Link’ten!

Yıl boyunca farklı kampanyalarla fırsatlar sunan Garanti Link, 2014’e girerken çuvalını hediyelerle doldurmuş bir Noel Baba gibi bacanızdan inmeye hazırlanıyor. Günde en az 10 kere kontrol ettiğimiz sosyal medya hesaplarımızı Garanti Link ile Link’leyerek 14 şahane hediyeden birini kazanmaya hak kazanıyoruz. Televizyondan tablet bilgisayara, telefondan fotoğraf makinasına kadar birbirinden değerli hediyelerden birine sahip olmak çok da kolay. Benim dileğim yeni yılda sevdiklerimle her anımı ölümsüzleştirebileceğim bir fotoğraf makinası. Sizin dileğiniz ne?

Siz de buradan sosyal medya hesaplarınızı Link’leyin, 14 şahane hediyeden birini kazanma şansı yakalayın!.

galaxy gear hediye


Diğer bir önerim ise moda ile teknolojiyi bir araya getiren Samsung Galaxy Gear! Çarpıcı renk seçenekleri, ince ve zarif tasarımı ile giyilebilir teknolojileri günlük yaşama daha da entegre eden Samsung Galaxy Gear alan herkese, 32GB microSD kart hediye ediliyor. 31 Aralık’a kadar geçerli olan kampanya ile hem yeni yılın en şık hediyesi olmaya aday Galaxy Gear’a, hem de yeni yılda en güzel anılarınızı rahatça saklayabileceğiniz 32GB microSD karta sahip olabilirsiniz.

Yenilikçi ve modaya önem veren kullanıcılara siyah, beyaz, gri, turuncu, sarı ve roze gibi çarpıcı renk seçenekleri sunan Galaxy Gear, 1.9 megapiksel BSI sensörlü kamerası ve 1.63 inç Super AMOLED ekranı ile kullanıcıları cezbediyor.

Telefonunuz cebinizdeyken bile bağlantıda kalmanızı sağlayan Galaxy Gear’da bulunan dahili hoparlör sayesinde telefonsuz konuşma deneyimini sunuyor. Örneğin, bir yandan yılbaşı partiniz için hazırlanırken, diğer taraftan telefon konuşmalarınızı yapabilir, alarmınızı kurabilir, mesaj yazabilir ya da takvim girişlerinizi oluşturabilirsiniz.

Kampanya hakkında detaylı bilgi için buraya tıklayın: http://www.samsung.com/tr/campaigns/galaksidenhediye/


Bir boomads advertorial içeriğidir.
Devamını Oku

19 Aralık 2013 Perşembe

#blogfırtınası-14.gün/ Banana Republic'te skandallı bir sabah!


#blogfırtınası etkinliğinin 14.gün ödevini yapıyorum, yorgun gündeme mükemmel oturan bir ödev bu!

Gün 14.“Fırtınalı ve karanlık bir geceydi…” Yazıya bununla başlıyoruz, sonra neler oluyor bakıyoruz.

Fırtınalı ve karanlık bir geceydi. Banana Republic (Muz Cumhuriyeti)'in Public Bank General Manager'i Solomon Lion, her akşam yatmadan önce hiç bıkmadan tekrarladığı ritüel için evinin salonuna doğru adımlarını atarken arkasınden eşi seslendi:

          — Solomon, bu akşam da bırak şu kutuları, geç oldu, haydi artık yatalım.

Solomon, kütüphanedeki kırmızı ayakkabı kutularına bakmazsa, içindeki paracıkları sevip okşamazsa rahat edemezdi ki! Karısına hafif sitemle söylendi:

          —Geçen gün 'yeşiller geldi' diye bana telefon ederken mutluluktan havalara uçmuyor muydun? Bırak da yerlerinde olup olmadıklarını kontrol edeyim, yoksa uyku tutmaz gözümü!

Dile kolay; tam 4,5 milyon dolar yatıyordu o üç tane kırmızı ayakkabı kutusunun içinde! Tropik adalarda geçireceği emeklilik günlerinin hayaliyle Solomon salona girdi, kutuları açtı, destelere göz gezdirdi. Hepsi yerli yerinde duruyordu, artık rahatlıkla uyuyabilirdi. Işıkları kapatıp yatak odasına doğru yönelirken içinden “Çok akıllısın Solomon, bu işi de tereyağından kıl çeker gibi güzelce bitirdin, hem de şu ayakkabı kutularını iyi akıl ettin. Hangi hırsızın aklına gelir bu kutularda bir servet yattığı senden başka!” diye düşünüp, zekasına ve becerikliliğine hayran olarak gülümsüyordu. Hem ülkesine hizmet etmişti; yasaklı altın transferi için o kadar kolaylık sağlayıp kendisini riske atmıştı, alnının teriyle kelle koltukta kazanmıştı bu paraları!

Aynı fırtınalı ve karanlık gecede Minister of Interior (İçişleri Bakanı) 'nın oğlu Peace Laughs, evindeki 6 tane para kasasının şifrelerini kontrol ediyordu yatmadan önce. O, Solomon gibi paralarını ayakkabı kutusunda saklayacak kadar polisiye roman senaryosu gibi risklere atmazdı kendisini, garantici adamdı. 6 kasa vardı evinde, eskaza hırsız girerse en kötü olasılıkla kasaların birini alır gider, servetinin hepsini kaybetmemiş olurdu. Onca parayı 6 kasaya bölmek de kolay iş değildi elbet! Ama Peace, pratik zekalıydı. Para sayma makinesi almıştı evine. Hem de paraların sahte mi gerçek mi olduğunu kontrol eden fonksiyonel bir makineydi o. 
Aklımı seveyim!” dedi kendi kendine..

Bu günlere gelmek için az çalışmamıştı Peace. Ana dili gibi bildiği Rusça'sıyla uluslararası iş bağlantılarında genç yaşına rağmen uzmanlaşması tesadüf değildi ve bu çabalarının elbette bir karşılığı olacaktı. İnsanlara bir çeşit yol göstericilik(!) ve danışmanlık yapıyordu; bu zor işin karşılığında aldığı paraları kilitli kasalarda saklamayıp da ne yapsındı? Bankaya yatırıp bir de hesap mı verseydi...

O'nun gibi yetenekli, Banana Republic'in üst düzey yönetici konumunda babası olan birisi
9-6 mesaiyle memuriyet yapacak değildi ya.. Yatmadan önce kasalarını son bir kez kontrol eden Peace Laughts, “bazı insanlar doğuştan şanslıdır” diye düşünürek ılık sütünü içip kuş tüyünden yatağına doğru gitti o fırtınalı ve karanlık gecede. Sabahın neler getireceğinden hiç mi hiç haberi olmadan renkli rüyalara daldı..

rusvet degil, hediye..


Aynı gece, evlenirken birbirlerine verdikleri “60 yılımızı beraber geçireceğiz” sözünü görgüsüzce altın harflerle villalarının kapısına “60 yıl” arması olarak kazıtan ve sırf bu konuyla bile magazin gündemini işgal eden Rocky Zaruba ve magazin gazetecilerinin ekmek kapısı olmayı hep başaran eşi Marbling Daily, duvarlarına yeni astıkları tam 1 milyon 50 bin Banana Republic Lirası (BRL) değerindeki “the artist's house” tablosuna boş boş bakıyorlardı. Anlamı değil ticari değeri önemliydi tablonun..

Rocky Zaruba, daha 29 yaşında olmasına rağmen servetinin sınırlarını kendisi bile tam olarak bilmeyen bir iş adamıydı. Pek çok ticari faaliyet yaptığı söyleniyordu ama başarısının sırrı altın piyasasına olan ilgisiydi.

Para Rocky için adeta bir oyuncaktı. Banana Republic magazin dünyasına hızlı giriş yapmasını sağlayan, görkemli bir düğünle evlendiği “popesk” müziği kraliçesi eşi Marbling Daily'ye 40 milyon Banana Lirası'na yalı da almıştı, 3 milyon küsüra ofis de almıştı, 1 milyon Euro'ya yazlık da almıştı, 960 bin Euro'ya kralların otomobili diye bilinen Rolls-Royce Phantom da almıştı; yılbaşı hediyesi diye son aldığı tablonun lafı bile olmazdı! Banana Republic'in 900 BRL (Banana Republic Lirası) ile geçinen milyonlarca vatandaşı için ekmek almak neyse, milyonluk hediye almak da öyle bir şeydi O'nun için. Güzel eşine feda olsundu, hem de magazin gündeminde zenginliğiyle hava atıyordu bu sayede, itibarını koruyordu; bir taşla iki kuş!

Para kazanmak için kesenin ağzını cömertçe açmak gerektiğinin farkındaydı Rocky! Büyük işler çeviriyordu çünkü. Babasının İtalyan vizesi, bazı suç örgütlerine üye olan tanıdığı ve kendisine yardımı dokunmuş kişilerin Banana Republic vatandaşı olması, otel projeleri gibi ufak tefek sorunlarını halletmek için bakana ayakkabı ve çikolata kutularında, takım elbisenin içinde verdiği 1,5 milyon dolar hediye (!) paralarını hiç düşünmeden gözden çıkarmıştı mesela. Film senaryosu gibi bir hayatı vardı.. Ee bu kadar şaşaanın içinde heyecanlı ve riskli işler de olacaktı elbet! Hele elbise fikri şahaneydi. Bakan Dominant Donation, “Çok zevklisin, kravata da bayıldım” diye teşekkür telefonu açınca vize işini kafasından atmıştı mesela.. Bu ufak tefek işler maalesef hediyesiz yapılamıyordu.

rusvet değil, tesvik!

Hatta bir keresinde Banana yasalarının nedense kabul etmediği bu masum işleri yüzünden kendisini incelemeye alan emniyet müdürünün tayini için sağolsun Peace Laughs kendisine yardımcı olmuştu da, boyundan büyük işlere kalkışan işgüzar emniyet müdürünün tayini stressiz bir işe çıkarılıvermişti. 400 bin BRL Peace'e feda olsundu..

O fırtınalı ve kendisi için çok karanlık olacağını hiç bilemediği gecede Rocky, eşinin en meşhur şarkısı “Sweet Trouble”'ın sesini sonuna kadar açtı, bardağına içkisini doldurdu ve villasının muhteşem manzarasını seyre daldı.. Bilseydi sabah olacakları, hiç durur muydu böyle sakin sakin!

Gece bitmek üzereyken, şafak daha yeni doğmuşken, Solomon Lion, kapının acı acı çalan ziliyle sıçrayarak uyandı.. Peace Laughts, kapı zilini duyduğunda en güzel rüyasını yeni görmeye başlamıştı. Rocky Zaruba, kapı zilini Marbling'in şarkısı sanmıştı yarı uyanık halde..

Rüyaları yarım kalan bu üç şahsiyet, toplam 49 kapının zilinin aynı anda çalındığını, Banana Republic Kolluk Kuvvetleri'nin hepsini yaka paça götürdüğünü, başlarına gelecekleri henüz o saatlerde bilmiyorlardı..

Evet, benzer fırtınalı ve karanlık gecelere artık bağışıklık kazanan Banana Republic'in zavallı halkının merakla izleyeceği bir gün başlamıştı. Televizyonlarda flaş flaş geçiyordu haberler. Banana Republic tarihinin en büyük yolsuzluğu deniliyordu, neredeyse ülkenin toplam bütçesi kadar yolsuzluk ve rüşvetten bahsediliyordu. Rakamlar korkunçtu. Yoksulluktan, işsizlikten ne yapacağını bilemeyen; kuş kadar maaşlarıyla, ağır vergiler altında hakları gasp edilip milyon dolarlar halinde sağa sola saçılan bu halkın büyük bir kısmı, bu şafak operasyonuna yine de pek sevinemedi. Çünkü bu sabah, haklılık mücadelesinin tarafsız sesi değil; kirli iktidar savaşının çekilen kılıçlarının YANSITILAN sesleri çınlıyordu sadece..

Temiz eller operasyonu” göremedi bu halk hiç; çünkü bütün eller kirliydi, su bile çürümüştü....


Devamını Oku

17 Aralık 2013 Salı

#Blogfırtınası-13. gün / Hayalimdeki Ev

#blogfırtınası etkinliğinin 13.gün ödevini yapıyorum, bir günde iki yazı hazırlayarak böylece geride kaldığım gün sayısı 4'e düşüyor, o la la ..

Gün 13.Hep hayalini kurduğunuz evde yaşıyor olsanız nasıl bir şey olurdu onu yazın.

Beton yığınının muazzamlığında, bir plazanın 50. katında, minimal mobilyalarla döşenmiş, ev mi ofis mi olduğu belli olmayan, halısız, kilimsiz, perdesiz, şehirden uzak mı uzak, kira gibi aidatı olan, ruhsuz ama uzay istasyonu denilebilecek kadar modern bir ev dermişim. Demiyorum tabii ki!

Bu bahsettiğim 50-60 katlı dev binalar bir kere doğanın kendi dinamiklerine ters. Benim bu konudaki teorim şöyle:

İnsan sokakta kafasını fazla kaldırmadan evinin camını görebilmeli, bu da yaklaşık bir ağaç boyu eder, yani maksimum 3 kat.

Eğer başka bir çağda yaşıyor olsaydık, bizim de boyumuz 5 metre olsaydı, günümüzde ortalama insan boyunu 165 cm kabul edersek kaba bir hesapla 500/165= 3 sonucuna varırdık. Şu andaki 165 cm boyumuzla bize normal gelen 3 katlı evlerin 3 katı, yani 9 katlı evlerde yaşamak yine mantıklı olurdu. 5 metrelik boyumuzla 9. kattaki penceremizi rahatlıkla görebilirdik. Ama kardeşim el insaf, hem ortalama 165, bilemedin 170 cm boyumuz var, hem de 50 katlı binalarda oturuyoruz. Doğadaki en yüksek ağaç Amerika'da Sequoi Ulusal Park'ındaymış ve 85 metre yüksekliğinde Kaliforniya Sekoyası adında bir çeşit çam ağacıymış. Şimdi bir kat evin yüksekliğini ortalama 2,80 metre düşünürsek; 2,80*50 =140 metrelik binalar yaparak doğanın en yüksek ağacına meydan okumuş oluyorsunuz. Benden uzak durun mümkünse, beni hayallerimin eviyle başbaşa bırakın..

Üç kat kabul edilebilir sınırdır dediğime bakmayın siz, benim hayalimdeki ev kesinlikle tek katlı. Tek katlı, bildiğiniz kırmızı kiremitten çatılı ve geniş. Kocaman bir bahçesi olduğunu, kendisinin deniz kenarında, sosyal hayatının mütevazı bir hareketliliği olan, entelektüel insanların oturduğu bir sahil kasabasında olduğunu söylememe gerek yok sanırım.

bu evlerden birinde yasamak isterim
bu evlerin biri, mümkünse karışımı bir evde oturabilirim..


Sahil kasabası derken sakın yanlış anlaşılmasın, “site” denilen tel örgülü yalıtılmış yerlerden bahsetmiyorum. Kasabı, manavı, balıkçısı, kafeleri, kitapçı dükkanları, konser salonları, lokantaları, sinemaları, büfeleri, gazete bayileri, arnavut kaldırımları, ağaçları, parkları olan bildiğiniz kasabada olacak benim evim. Ama insanların hepsi kitap okuyacak, kasabanın sokaklarında müzik şenlikleri olacak. Herkes sinemaya, hatta mümkünse açık hava sinemasına gidecek; edebiyat söyleşileri olacak, felsefik tartışmalar olacak, kimileri resim yapacak, kimileri kitap yazacak. Hem büyük şehir olanaklarının hepsi olacak, hem de kasabanın güzelliği ve de huzuru olacak. Aslında hayalimde evden çok yaşamak istediğim şehir var benim.

Ev tek katlı olacak demiştim ya, içi biraz geniş olacak. Hayatım boyunca hiç geniş mutfaklı bir evde oturmadığım için aslında kocaman bir mutfağı da olsun istiyorum. Mutfakta her türlü konfor olsun elbette, ben dünya mutfaklarından çeşit çeşit lezzetler deneyeyim orada. Ama kocaman pencereleri olsun, soğanlar ocakta kavrulurken ben pencereden ağaçları seyredeyim isterim. Hatta elimi uzatıp bir meyve de koparsam hiç fena olmaz..

Evim ahşap ve orijinal taşların karışımı olsun. Taş duvarlar ayrı bir dekoratif güzellik getirsin evime, bir de öyle malikane gibi olmasın elbet ama yeterince odası olsun. Yani yatak odası, salon, banyo haricinde ekstra misafir yatak odası, çalışma ve kitap okuma odası, dağıntıların konulacağı dolap ve kiler odası, ütü ve çamaşır odası, sinema odası olsa hiç de fena olmaz. Geniş bir veranda olsun salona açılan ve hanımelleri, yaseminler koksun bahar aylarında..
Ne bileyim işte, hayal bu ya, bahçesinde yüzülebilecek bir havuz da olsa fena olmaz, barbeküsünü, muhteşem çiçek tarhlarını saymıyorum bile.. En sevdiğim meyvelerin hepsi bahçemde olsun; hatta kendi domateslerimi, salatalıklarımı da kendim yetiştireyim organik organik..

Unutmadan söyleyeyim, ses ve ışık sistemi mükemmel olsun evimin. Işıklar asla tavandan gelip gözümü yormasın mesela. Kenarlardan köşelerden gelsin ışık, bazen yeşil yapayım onları, bazen mavi, bazen de beyaz. Ruh halime göre evimin renkleri değişebilsin.
Ses sistemi ise evin her yanına yayılsın. İstersem çalışma odasında, istersem mutfakta, istersem verandada dilediğim gibi müzik dinleyebileyim..

Bıraksalar sayfalarca anlatırım daha, hayal kurmak gibisi var mı.. Hele ki insan benim gibi
iflah olmaz bir hayalperest olmayagörsün..


Hayalsiz kalmayınız efendim, sevgiyle..





Devamını Oku

#blogfırtınası 12.gün / Kod Adı Mehmet Öğretmen

#blogfırtınası etkinliğinin 12.gün ödevi en zor konulardan biriydi sanırım.

Gün 12.Sevdiğiniz birini bir karaktere çevirin ve onun hakkında yazın.

Kod adı Mehmet olsun. Bir köyde doğar Mehmet, yemyeşil bir köyde. Cumhuriyet kurulalı daha 16 yıl olmuştur. Yoksulluğun yoğun hissedildiği zamanlardır. Küçük yaştayken annesini ve babasını kaybetmiştir Mehmet. Kalakalmıştır amcalarıyla, amcalar derseniz pek de hevesli değillerdir Mehmet'le ilgilenmeye. Zira kendi çocukları da vardır, bir boğaz daha olsun istemezler, zaten az olan ekmeği kaça böleceklerdir! Babasından kalan az biraz toprağa da el koyup öksüz ve yetim Mehmet'i hiçbir şeysiz bırakıverirler ortada bir başına.

Neyse ki iyi yürekli bir el uzanır kendisine. Evlatlık edinir bir dul kadın O'nu, kod adı Hatice. İstanbul'da padişahları görmüş, cumhuriyete kolayca uyum sağlayıp yeni harfleri öğrenmiş, görgülü bilgili bir kadındır Hatice. Yalnız yaşar kasabada. Alır Mehmet'i yanına, tek derdi ise O'nu okutmaktır. Kasabada ortaokul yoktur, en yakını gemiyle saatlerce uzaktaki bir şehirdedir. Tutar kolundan Mehmet'in, alır tahta bavulu ve düşer yollara Hatice. Mehmet'i okutmaktır tek dileği, belki de gencecikken kaybettiği oğlunun acısı ancak böyle sönecektir..

Mehmet o uzak şehirde okumaya başlar. Gençlik var tabii ki serde, arada kaytardığı da olur. Hatice ise cabbar kadın, arada tek başına düşüp yollara, baskınlar yapar oğlu Mehmet'in okuluna. Kontrol eder hep.. Hatice'nin bu disiplini olmasa, belki de Mehmet, unutulmuş bir Mehmet olarak yaşayıp gidecekti sokak köşelerinde..

Mehmet'in okulu bitince gönderir Eğitim Enstitüsü'ne Orta Anadolu'nun uzak bir kentine. Mehmet okuyacak, zaten az sayıda olan muallimler ordusuna katılacak, kendisi gibi vatana millete hayırlı evlatlar yetiştirecektir, Hatice'nin tek derdi budur. Okul biter, sırada Yüksek Öğretmen Okulu vardır, onu da okursa zamanın üniversitelerine hoca olabilecektir. Ama Mehmet bu sefer dinlemez Hatice Ana'sını. Bir an önce çalışıp para kazanmayı, annesi bildiği Hatice'ye bakmayı arzulamaktadır.
60'lı yıllar ve idealist koy ogretmeni


Tayini çıkar doğduğu köye. O zamanlar yol yok, araba yok doğru dürüst. Karda kışta kimi zaman saatlerce yürüyerek, kimi zaman da at sırtında gider görevine canla başla.. Öğretmenlik mesleğini o kadar sever ki, başarısı ödüllendirilir bir süre sonra. Tayini kasabada açılan yeni ilkokula çıkar ve sonrasında tam 35 sene o okulda müdürlük yapar Mehmet Öğretmen.

Yetişmiş öğretmen o zamanlarda çok değerlidir, pek de fazla yoktur çünkü. Bazen müdürlük yaptığı okuldaki boş derslere girer, bazen de kasabada sonradan açılan ortaokulda Fransızca derslerine girer Mehmet. Efsane bir öğretmen olarak takdir toplar bütün meslek hayatı boyunca.

Kendi çocuklarının yazılı kağıtlarını başkalarına okutacak kadar adaletli bir öğretmendir.
Müdür odasına kendi çocuklarını asla sokmayacak, okuldan bir kalem, bir kağıt bile eve getirmeyecek kadar disiplinlidir.
Okulun bahçesini yazın karpuz satanlara kiralayıp okula müzik odası yaptırır, okula odun kömür alır, film gösterme makinesi bile alır! Kasaba okulu neredeyse bir özel okula dönüşür zaman içinde.

Öğretmen maaşı az o zamanlar, ama devlete hizmet aşkı o kadar yüksektir ki Mehmet'in, öğretmenlerin para karşılığında özel ders vermesine gönlü asla razı olmaz. Hafta sonları bedava kurslar açar okulda, çocuklar mezun olunca birer birer o zaman sınırlı sayıda olan kolejlere gidebilsinler diye.

Mandolin kursları, gitar kursları, folklor kursları derken okul artık ünlenmeye başlar git gide. Ülke çapında folklor yarışmalarına katılıp dereceler alırlar, bilgi yarışmalarında boy gösterirler.
Mehmet Öğretmen mutludur, pazar günleri bile kravatını takıp okulu kolaçan etmeye gidecek kadar bağlıdır işine.. Kendisi gibi bir ekip vardır okulda da, öğretmenlerin hepsi idealisttir, o zamanlar adı konmamış olan “ekip ruhu” Mehmet Öğretmen'in müdür olduğu okulda son derece doğal yollardan oluşmuştur bile. Öğretmenler birbirine bağlıdır, birbirlerine yardımcıdır, arada sadece tatlı rekabetler olur. Kimin sınıfı en başarılı olacak konusudur o rekabet! Öyle kimin evi, kimin arabası, kimin pahalı elbisesi gibi iğrenç kavramlar yoktur ki zaten!

Derken aradan yıllar geçer, Mehmet Öğretmen emekli olur, Allahtan öğretmenlik mesleği bu kadar ayağa düşmemişken, zirvedeyken bırakır görevini. Emekli ikramiyesiyle alacağı Murat marka ilk arabası ve emekli olduktan sonra aldığı ehliyetidir onca yıllık emeğin karşılığı. Fazlasına zaten parası yetmez ki!

45 sene sonra bulusma


 45 yıl öncesinde mezun olan öğrencileri Facebook'ta örgütlenip bir yemek düzenlerler, onur konuğu da Mehmet Öğretmen'dir. İçlerinde ta Amerika'dan gelenler bile vardır. Kimi doktor olmuş, kimi milletvekili.. Mehmet Öğretmen çok duygulanır bu yemekten, dile kolay bir sınıf dolusu insan neredeyse yarım asır  sonra toplanıp öğretmenleriyle hasret gidermişler..

Şimdilerde kendisi gibi öğretmen olan torunlarının başarılarıyla övünmektedir Mehmet Öğretmen. Zamanında tahta bavulunda sakladığı kitaplarından hiç ayrı düşmediği gibi kendisine bir laptop almış, yetmiş yaşından sonra bilgisayar da öğrenmiştir.

Sakin bir hayat sürmektedir artık, ömrü uzun olsun.. Yetiştirdiği onca insanın başarılarını sosyal medyadan takip ettikçe keyiflenir, “bu da öğrencimdi, bu da öğrencimdi..” diye gurur duyar.

Neden mi anlattım Mehmet Öğretmen'in hikayesini, hem içimden geldi, hem de yeni öğretmenlerin hallerini düşünüyorum bu aralar. İçlerinde Mehmet Öğretmen gibiler vardır mutlaka ama idealizm kalmadı pek. Ekmek derdi öyle üst boyutlarda ki, özel ders vermek ayıp karşılanmıyor artık. Hatta tam tersine bir öğretmenin özel ders verdiği öğrenci sayısı ne kadar fazlaysa o kadar değeri artıyor!

Bilemiyorum, keşke diyorum bazen, keşke tüketecek bunca şey olmasaydı, keşke yine tahta bavullarla at sırtında yolculuk etseydik de insanlığımız yerinde kalsaydı!

Çok mu romantik bakıyorum acaba bu aralar hayata?




Devamını Oku